Hafta sonunda bir dizi vergi zammına imza atan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu hafta yatırım ve borç arayışıyla Birleşik Arap Emirlikleri’ne gidiyor. 17-18 Temmuz’da Hindistan’ın Gandhinagar şehrinde yapılacak G20 toplantılarına katılacak, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan da kendisine oradan katılacak. Erdoğan ekonomik krizden çıkabilmek amacıyla dış kaynak arayışıyla çıkacağı bu gezi öncesinde imzaladığı zam kararlarıyla halka tam anlamıyla (ve geçmişteki IMF reçetelerini aratmayacak şiddette) bir acı reçete yazdı.
Bu acı reçeteye sadece muhalefet ve iş dünyasından değil kendisini 28 Mayıs’ta üçüncü defa cumhurbaşkanı seçtiren Cumhur İttifakı destekçileri dahil sert eleştiriler geliyor ama Erdoğan için artık o eleştirilerin bir hükmü yok; atı alan Üsküdar’ı geçti bir kez daha.
Hem bu acı reçeteye hem de bunun Erdoğan’ın IMF’ye mecbur olmadan dış kaynak arayışlarına yardımcı olup olmayacağına (BAE açılımıyla birlikte) biraz yakından bakalım.
Yetkiyi alır almaz, sonuna kadar…
Seçim vaatleri ardından beklenen zam yağmurunun kara bulutları aslında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 7 Temmuz’da KDV oranları ve harçları arttırmasıyla toplanmaya başlamıştı. 15 Temmuz’daki Cumhurbaşkanı kararnamesiyle de sağanak başladı.
Cumhurbaşkanı’nın 15 Temmuz kararnamesiyle akaryakıt ve doğal gazdaki özel tüketim vergisi (ÖTV) miktarlarını artırması benzin, motorin ve otogazda rekor düzeyde artışlara yol açtı. T24’te Murat Batı’nın vurguladığı üzere Erdoğan Torba Yasa ile Meclis’in kendisine verdiği “en yüksek vergi tutarını beş katına kadar arttırma” yetkisini en üst düzeyde kullanmış, bu kalemlerdeki ÖTV’yi beş kat arttırmıştı. Böylelikle bir litre benzin 28 liradan 34 liraya, bir litre dizel yakıtı 26 liradan 32 liraya yükseldi. Akaryakıt ve doğal gaz fiyatlarındaki artışın elektrik, ulaştırma ve gıda fiyatlarını zincirleme şekilde daha da yükseltmesi şaşırtıcı olmayacak.
Birazdan geleceğiz, halihazırda öyle bir ihtimali göremiyorum ama IMF ile bir destek (stand-by) anlaşması imzalanacak olsa hazırlanacak acı reçetenin öngördüğü tedavi de herhalde böyle başlardı.
Dış yatırımcının bakışı ve IMF
IMF ile anlaşma iddiası bir süredir unutulmuştu. Yeniden gündeme taşıyan bir zamanların kurt gazetecisi Seymour Hersh oldu.
Hersh, ABD Başkanı Joe Biden’la NATO Zirvesi seyahatinde Başkanlık uçağı Air Force-1’ de bulunmuş bir kaynağından duyduğunu söyleyerek, Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliği onaylaması karşılığında IMF ile 11 ila 13 milyar dolarlık bir anlaşma önerdiği iddiasında.
Öncelikle, bildiğim kadarıyla IMF’de işler pek öyle yürümüyor; yani “ABD emreder IMF yapar” gibi bir denklem bugünün dünyasında kurulamıyor.
İkincisi, Erdoğan’ın ideolojik ve siyasi nedenlerle IMF ile bir anlaşma imzalayacağına pek ihtimal vermiyorum. Erdoğan bunun yerine hemen hemen aynı koşullarla kendisi bir program uygulayacaktır ki buna yakın bir noktadayız.
Üçüncüsü, Amerikalı gazetecinin iddia ettiği gibi “11-13 milyar dolarlık” ve bağlayıcı koşulları olan bir kredi Türkiye’nin derdine derman olacak gibi değil.
Erdoğan bu nedenle kendi acı reçetesini uygulamak için gerekli dış kaynak arayışıyla başta BAE, Katar ve Suudi Arabistan olmak üzere yatırımcılara yönelmiş bulunuyor.
Şimşek ve üç önemli adım hatırına
Dış yatırımcılar Erdoğan’ın Hazine ve Maliye’nin başına Mehmet Şimşek’i ve Merkez Bankasına da Hafize Gaye Erkan’ı getirmesinden memnun ama bu memnuniyet henüz Türkiye’ye yatırım getirme güvenine dönüşmüş değil. Yine de “bardağın dolu tarafında bakma” ve “zaman tanıma” havası var. Bunun da üç nedeni sayılıyor:
1- Şimşek’in atanmasından sonra -zaman zaman müdahaleler olsa da- döviz kuruna sert müdahaleler durdu, dolar bir ay içinde 21,2 düzeyinden 26,3 lira düzeyine çıkmış durumda. Bu bizi üzüyor ama uluslararası sermaye bunu “ilk adım atıldı” diye okuyor.
2- Merkez Bankası yeni başkanıyla ilk Para Politikası Kurulu toplantısında politika faizini yüzde 8,5’ten 15’e çıkardı; daha da yükselmesi beklentisi var. Bir kaynağım “Miktarı önemli elbette ama daha önemlisi siyaset değişikliği” dedi.
3- Vergiler. Türkiye’de halkı derinden sarsan vergi artış oranları dış yatırımcı açısından devletin gelirlerini artırma yönünde “olumlu” adım olarak görülüyor. Velev ki bir IMF anlaşması olsa muhtemelen bu tür vergi artışları dayatılacaktı.
4’üncü adım: parayı bulmak
Dördüncü adım aslında en önemlisi: Erdoğan dış yatırım ya da borç bulabilecek mi? İlk aşamada BAE, Katar ve Suudi Arabistan’dan beklenen sonuç alınabilecek mi? Ve ne karşılığında alınabilecek.
Örneğin Erdoğan’ın BAE seyahati sırasında daha çok enerji ve savunma sanayi üzerinde durulacağı iddiası var medyada. Oysa benim ulaşabildiğim kaynaklar, BAE yatırımcıların çok daha başka alanlara ilgi duyduğunu gösteriyor. Başta tarım, gıda ve ilaç sektörleri geliyor. Türkiye’yi bu alanlarda bir üretim üssü ve lojistik alanında bir bağlantı noktası yapma niyetleri var, tabii çıkarlarına uygun koşullar bulurlarsa. Enerji alanındaysa, Erdoğan yönetimi seçim dönemi bedava doğal gazı ek bütçe maliyeti içine koyadursun, BAE yenilenebilir enerji kaynaklarında işbirliği istiyor.
Ancak “makro ekonomik istikrar” ve “yapısal reformlar” gibi kavramları sadece IMF kullanmıyor. BAE ve diğer Körfez yatırımcıları da kullanıyor; herkes koyduğu paranın karşılığını almak istiyor. Bunun ne karşılığında olacağı, doğrudan yatırım yoluyla mı, şirket satın alma yoluyla mı, yoksa daha az riski olan Merkez Bankasına para “park etme” veya “swap” şeklinde mi olacağına Erdoğan’ın atacağı adımlara göre karar verecek gibiler.
Ve Kasım eşiği
Oysa Erdoğan’ın iki bakımdan zamana karşı yarışı var.
Birincisi, dış kaynağı Kasım ayına kadar bulma zorunluluğu. Kasım’da -çoğu özel sektörün olmakla beraber- borç geri ödemeleri var. Ayrıca yaz aylarının turizm ve tarım gelirlerinin etkisinin de maaş artışlarının hayat pahalılığı karşısındaki etkisinin de kalmayacağı endişesi mevcut.
İkincisi de 31 Mart 2024 yerel seçimleri. Erdoğan acı reçeteyi IMF yerine bir an önce kendi yazıp, dış kayağı bularak Kasım’ı atlatmayı, 2024 başı itibarıyla da seçin için yine kesenin ağzını açmayı planlıyor. Tabii devlet kesesinin ağzını siyasi çıkarları için açmış olacak yine ama onu da seçimi kazandıktan sonra düşünürüz diyor olabilir.
Bir de şu var. Erdoğan ve kabinesi zamları Kahramanmaraş depreminin yaralarını sarmak için (Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın deyişiyle) “asrın depreminden sonra asrın dayanışmasına” bağladı. Dayanışmaya itirazım yok ama siz dayanışmayı tüketim vergileri üzerinden yaptığınızda, varsıl ve yoksuldan eşit oranda almış olmuyor musunuz? Hazine ve Maliye Bakanlığı açıklamasında bir de 2016’dan bu yana vergi arttırmamıştık gerekçesi var ki onu da anlamak zor; adeta sürekli vergi artırma zorunluluğu varmış gibi bir anlam çıkıyor.
Evdeki hesap çarşıya uyar mı? Bekleyip göreceğiz.
Ama bu zamlar gerçekten can acıtıyor. Gerçekten.