9 Ağustos’taki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı kamuoyuna iki medyatik gelişmeyle yansıdı. Önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’a, Milli istihbarat Teşkilatını (MİT) yönettiği 13 yıl için verdiği Üstün Hizmet Madalyası. Sonra da emekli olan Kara Kuvvetleri Komutanı Musa Avsever’in katıldığı bu son MGK toplantısında Erdoğan’a şükranlarını onu kucaklayarak göstermesi.
Her iki konuya da geleceğim ama önce MGK sonuç bildirgesinin ikinci maddesinde yazılı ve iç politikaya muhtemel etkileri bakımından tarihi itiraf, ya da kabullenme sayabileceğimiz konuya bakacağız.
İtiraf mı, kabulleniş mi?
MGK bildirisinin ilk maddesi mutat olduğu üzere terörle mücadeleye ayrılmıştı. İkinci maddeyse şöyleydi:
- “Eşsiz fedakârlıklarla kazanılan millî mücadelemizin sonunda imzalanan Lozan barış Antlaşması’nın yüzüncü yıl dönümünde de tarihin Türkiye Cumhuriyeti’ne yüklediği mesuliyetin gereklerinin hassasiyetle yerine getirildiği ifade edilmiş; bölgemizde bir asırdır barış ve istikrara temel teşkil eden antlaşma ile kurulan düzenin milletimizin menfaatleri doğrultusunda tahkim edilmesine yönelik kararlılık teyit edilmiştir.”
Dün Cumhuriyetin temellerinin atılmasını sağlayan tapu senedi sayılan 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşmasını “bölgemizde bir asırdır barış ve istikrara temel teşkil etmesi” nedeniyle öven Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lozan hakkında daha önce söyledikleri kayıtlarda duruyor:
- “1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştı. (…) İşte şu an Ege’yi görüyorsunuz değil mi? Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik. Zafer bu mu?”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu noktaya gelmesi epey gecikmeyle de olsa olumludur.
Ama önceki sözleri birkaç hatırlatmayı gerektiriyor.
Lozan iftira ve hurafeleri
Birincisi, Sevr’i kabul eden Osmanlı Hanedanının son Sultanı, işgalcilerin işbirlikçisi Halife Vahdettin idi.
İkincisi Sevr ile Lozan arasında Mustafa kemal Atatürk önderliğinde sürdürülen ve Türkiye’deki siyasi İslamcıların üstat saydığı Kadri Mısıroğlu’nun “Keşke Yunanistan kazansaydı da Hilafet kalsaydı” dediği koca bir İstiklal Savaşı var. Yani Lozan kazanımları hediye edilmiş değil, bin bir güçlükle elde edilmiştir.
Üçüncüsü, ki ağır bir tarih hatasıdır, Oniki Adanın -Yunanistan’a değil- İtalya’ya terki de Lozan ile değil, 1911’de Osmanlı Sultanı, Halife Reşad döneminde, Libya Savaşı yenilgisi üzerinedir. Oniki Ada ile birlikte diğer Ege Adalarının Yunanistan’dan alınma ihtimali ise dönemin Cumhurbaşkanı İnönü’nün İngiliz Başbakanı Winston Churchill’in iğvasına kanıp, 1943’te Nazi Almanya’sına karşı savaş ilan ederek İkinci Dünya Savaşına girmesine bağlıydı.
Atatürk ve İnönü’yü karalamak için ortaya atılan Lozan iftira ve hurafeleri 1991’de Dışişlerinin tarih bilen uzmanları olmasa Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı ABD’nin yanında Irak’ın işgali macerasına atabilirdi; bu bağlantıdan okuyabilirsiniz.
Önce Montrö, şimdi de Lozan
Lozan’ı tahkim eden, güçlendirip tamamlayan ise 1936 Montrö Sözleşmesiydi. ABD ve İngiltere’nin Montrö’den haz etmediği, Rusya’yı Türkiye üzerinden Karadeniz’de de baskı altına almak için delme çabaları, özellikle Türkiye’nin 1952’de NATO’ya girişinden itibaren alttan alta devam etti. Sadece siyasi İslamcılar değil muhafazakâr sağ da yıllarca Montrö’ye “Boğaz geçişinden para alamıyoruz” dışında ciddi bir kulp takamadılar.
2021 yılında Erdoğan’ın Kanal İstanbul projesine de atıfla Montrö’nün delinmemesi talebiyle bildiri yayınlayan 103 emekli amiral hakkında “darbe girişiminden” dava açıldı, tutuklamalar yapıldı. Ancak 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya savaşı herkesin ayaklarını suya erdirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan krizin çıkmasıyla birlikte Montrö Sözleşmesini yürürlüğe koydu ve savaşın daha da genişlemesinde Montrö Boğazlar Sözleşmesinin rolü, ona karşı çıkan güçlerce de teslim edildi.
Dışişleri Bakanı Fidan, 7 Ağustos’ta Büyükelçiler Konferansındaki konuşmasında Montrö’nün titizlikle uygulanmaya devam edeceğini söyledi.
Erdoğan’ın Montrö’den sonra, son MGK bildirisinde Lozan’ın da hakkını teslim etmesi o nedenle tarihi bir itiraf, ya da kabulleniş sayılmalı.
MGK toplantısında Fidan’a madalya
Cumhurbaşkanının MGK toplantısında Fidan’a madalya takması kadar, Fidan’ın söyledikleri de önemli sayılmalı.
Fidan madalya ve beratını alırken “Bu madalyayı, benimle beraber görev yaparken Libya’da, Karabağ’da, Suriye’de, Irak’ta sizin emirlerinizi hayata geçirmek için şehit olan arkadaşlarım adına alıyorum” dedi. Böylece MİT’in başında bulunduğu sürece hangi dış operasyonlarda MİT’in şehit verdiğini de MGK huzurunda kamuoyuyla paylaşmış oldu.
Musa Avsever’in Cumhurbaşkanına müteşekkir olması boşuna değil. 15 Temmuz sonrasında Erdoğan orduyu tamamen Hulusi Akar ve Yaşar Güler’e teslim etti ve onların işaret ettiği komutanlara görev verdi. 15 Temmuz olmasa geldikleri makamlara terfileri kolay olmayacak pek çok subay o süreçte terfi aldı.
Şimdi Yaşar Güler-Metin Gürak ekibiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin liyakat temelli, muharip odaklı yeni bir yapılanmaya yöneldiğini söylemek biraz da o nedenle mümkün.
Bir son not: siyaset kulislerinde MGK Genel Sekreterinin de değişeceği, Erdoğan’ın 2014’ten beri görev yapan Seyfullah Hacımüftüoğlu’nun yerine Ankara Valisi Vasip Şahin’i getireceği konuşuluyordu. Son Valiler kararnamesinde her ikisinin de yerinde kaldığı görülse de bu atama ihtimali ortadan kalkmış değil.