Sabah bilgisayarın başına geçtiğimde niyetim Rus Paralı asker ordusu Wagner’in başındaki Yevgeni Prigojin’i taşıdığı bildirilen uçağın Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’e karşı ayaklanıp geri çekilmesinden tam iki ay sonra, 23 Ağustos akşamı Moskova-Sen Petersburg yolunda düşmesi, ya da düşürülmesini yazmaktı. Ancak Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in 23 Ağustos’ta yaptığı konuşmanın “Osman Kavala ve Ahmet Altan’dan bahsetti” diye yansıyan haberi fikrimi değiştirdi.
Steinmeier konuşmasında sadece Kavala ve Altan’dan bahsetmekle kalmıyordu. Nazi döneminde Almanya’dan kaçmak zorunda kalan “Alman yurtseverlerin” başka ülkelerin ordularında, gizli servislerinde çalışarak Nazi rejiminin devrilmesini sağlamalarından şükranla bahsediyordu. Bu çerçevede verdiği örnekler arasında Türkiye’yi de sayıyordu; Kavala ve Altan o çerçevede, adeta “kaçamayan yurtseverler” olarak anılmıştı.
Bir tercüme hatasına düşmemek adına Almanya Cumhurbaşkanlığı sitesinden konuşmanın orijinaline ulaştım ve Almanya’nın Sesi (DW) haberi üzerinden Türk medyasına yansıyan kısmın Steinmeier’in konuşmasının sadece bir bölümü olduğunu gördüm.
Zehir zemberek ve sorunlu bir konuşmaydı.
Steinmeier’in göç ve hicret konuşması
Okuduğumda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğine karşı, Türkiye’nin jeopolitik önemini ve göçmenlere işaretle Avrupa Birliği (AB) ile üyelik müzakerelerinin yeniden başlatılması, Gümrük Birliğinin yenilenmesi, hiç değilse vize kolaylığı sağlanması talebine en azından Almanya’nın onayını almasının hiç kolay olmadığı sonucunu çıkardım.
Steinmeier, “Kayıp ve Gelecek Üzerine” etkinliğinde “Sürgün” başlıklı konuşmasına İncil’deki hicret ve sürgün kavramıyla girmiş. Sırasıyla Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık, yâni üç Semâvi ve İbrahimî dinde de hicret kavramına, yaşadığı toprakları inançları nedeniyle terk etmek zorunda kalmanın öneminden söz etmiş.
Sonra doğrudan Almanya konusuna girmiş. Nazi rejimi altında fikirlerini, sanatlarını icra edemeyen ülkenin en iyi aydınlarının, sanatçılarının bir kısmının Almanya’yı terk edip gönüllü sürgüne gitmek zorunda kaldıklarını anlatmış. Verdiği örnek Nazilerin sanki kendilerine saldırılıyormuş gibi çıkartıp solcuları ve Yahudileri suçladıkları Parlamento binası, Reichstag yangını ardından ülkeden kaçıp, Amerikan ordusu üniformasıyla savaşan sosyalist yazar Stefan Heym. Thomas Mann’dan Marlene Dietrich’e dek örnekleri çoğaltmış.
Almanya’daki “sürgünler” ve “kalanlar”
Almanya Cumhurbaşkanı, Almanya’nın Nazi geçmişini o kadar sert eleştirmiş, Nazi geçmişinden kaçarak dışarıda ona karşı, hatta başka bayraklar altında savaşanları o kadar övmüş ki, bugünkü Almanya’ya Nazi geçmişini hatırlatanlara meydan vermemek istemiş adeta.
Yaptığı konuşmada “Bugün de aramızda bize, Almanya’ya sığınan sanatçılar bulunuyor” diye devam etmiş. İşte o bölümde, bir de aramızda olamayanlar, ama hatırladıklarımız var diyerek saydığı isimler var. İran’da ahlak polisi tarafından dövülerek gözaltına alındıktan sonra ölen Masha Amini’yi, saymış. Ardından Türkiye’den Osman Kavala ve Ahmet Altan. Ve bir de Belarus’ta hapiste bulunan muhalif müzisyen Maria Kalosnikava ile yine hapisteki Avukat Maxim Znak.
Steinmeier’in konuşmasında İran ve Türkiye’ye ayrıca bir çağrı bulunmuyor. Ama Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko’ya “Bu insanların hayatından sen sorumlusun” demiş.
Konuşmasının sonunda “aramızda bulunmalarından memnuniyet duyuyorum” diyerek selamladığı isimler arasında Türkiye’den de bir isim var; yazar Aslı Erdoğan.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB ile yeni bir sayfa açmak istediğini söylemesi güzel de sadece Türkiye’nin jeopolitik önemini vurgulamakla gerçekleşmesi zor görünüyor. İnsan hakları, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü gibi kavramların hâlâ tedavülden kalkmadığını görmek gerekiyor.
Ama bir de madalyonun öbür yüzü var.
Steinmeier iyi mi yaptı?
Steinmeier’in konuşması ülkesinde konuk ettiği sığınmacıların durumuyla dinlar tarihindeki hicret edenleri benzetmesi bir şey, Nazi rejiminden kaçıp rejimi devirmek için başka ülkelerin askeri, casusu olanları benzetmesi bir başka şey. Bu sorunlu bir bakış.
Birincisi, şu anda Almanya’da ya da başka ülkelerde siyasi baskı, ifade özgürlüğü gibi nedenlerle bulunan gazeteci, yazar, sanatçı, siyasetçi ve aydınları ciddi töhmet altında bırakıyor. Bu zaten, Türkiye’de İran’da, Rusya’da yönetimlerin arayıp bulamadığı şey; çünkü her muhalife ya da kaçağa sabotör, casus damgası vurmaya hazır bekliyorlar.
İkincisi, Almanya’nın 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ardından sığınma verdiği herkes siyasi veya ideolojik nedenlerle Türkiye’de barınamayacaklarını söyleyen sivil aydınlardan oluşmuyor. Almanya, 400 kadar Türk subayına, yani NATO subayına kendi ülkelerindeki darbe girişimi ardından siyasi sığınma verdi. Bu siyasi sığınma kavramının istismarıdır. Ayrıca Almanya’dan iltica alan o -eski- Türk subayların şimdi Almanya ordusu ve/veya gizli servisi için mi çalıştığı sorusunu doğrurur. Aranmakta olan diğer darbe girişiminin sivil zanlılarını saymıyorum burada, bie askeri darbe girişiminin ardından siyasi sığınma isteyen asker kişilerden söz ediyorum.
Üçüncüsü, Türkiye özelinde Steinmeier’in konuşması hem AK Parti yönetimi hem yargının altında Almanya dahil batılı gizli servisleri aradığı Gezi Davasın tutuklu ve mahkumlarını daha da zora sokar.
Dördüncüsü, daha genel planda Steinmeier’in örnekleri sadece ülkesini ve halkını değil, dünyayı bir savaşa sürükleyen Nazi rejimine kıyasla veriyor. Böyle düşünüyorsa açıkça çıkıp söylesin Türkiye’i de Nazi rejimine benzetip benzetmediğini. Bu Türkiye’deki demokrasi mücadelesini de zedeleyen bir çıkış oldu. Eminim tartışılacaktır.