İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun gerçek yüzünü 2006’da yüz yüze gördüğüm tarih 12 Temmuz’du. O gün İsrail orduları Lübnan’a girmişti; Hizbullah’ın sınır bölgesinde 8 İsrail askerini öldürmesi, ikisini de rehin alması üzerine başlamıştı operasyon. Ben 10 Avrupa ülkesinden 10 gazeteciyi kapsayan bir basın turu için İsrail’deydim. O gün Likud lideri Netanyahu ile toplu söyleşimiz vardı.
Likud Genel Merkezindeki makam odasında ki söyleşinin daha başında, Netanyahu sağ elini yumruk yapıp sol avucuna vurarak “Şimdi bitirdik işlerini” gibi bir şey söyledi. Sanırım İtalyan meslektaşım, “Hizbullah’ı mı Lübnan’ı mı kastediyorsunuz?” gibilerinden bir şey sordu. Netanyahu, yüzündeki “Amma da safsınız” bakışıyla “Yok” dedi; “Hükümeti… Artık uzun süre dayanamaz.”
Netanyahu’nun hedefi, Likud Partisinden ayrılıp yine sağ-Siyonist Kadima partisine katılan Başbakan Ehud Olmert’i devirmekti. Ülkesi savaştaydı ve Netanyahu kendisiyle görüşmeye gelen yabancı gazetecilere derdinin hükümeti devirmek olduğunu adeta neşe içinde söylüyordu. Notumu o gün vermiştim.
Netanyahu ve dostları
2006’daki çatışmalar bir ay devam etti. BM Güvenlik Konseyi, İsrail’in Lübnan’dan çıkması için 1701 sayılı kararıyla UNIFIL adı bir Barış Gücü oluşturdu Türkiye de bu barış gücüne asker verdi; 11 Ekim’de TBMM’de Lübnan’daki görev süresi uzatılan bu asker gönderme kararıdır.
Netanyahu Mart 2009’da Olmert’i devirip yerine geçti. O yıl Ocak ayında Başbakan Tayyip Erdoğan Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’e “Siz öldürmeyi bilirsiniz” diyerek “One Minute” restini çekmiş, neredeyse doğal gaz boru hattı imzalayacak düzeye gelmiş ilişkiler bir buza esmişti. İpleri kopartan Netanyahu döneminde İsrail komandolarının Gazze ablukasını delmek üzere yola çıkan Mavi Marmara gemisini basıp 10 Türk vatandaşını öldürmesi oldu.
Netahyahu, Türkiye’ye karşı bu güç gösterisine kalkışırken arkasında sadece ABD’den nasıl olsa gelecek siyasi desteğe güvenmekle kalmıyordu. Aynı zamanda kırılgan koalisyonunu sürdürmek için Yahudi şeriatçısı, ırkçı küçük partileri dost edinmişti. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın kontrolündeki Batı Şeria’da yaşayan Filistinlileri yeni Yahudi yerleşimlerine izin vererek adeta boğma fikrini onlar dayatıyordu.
İsrail’in dostları, düşmanları
Bu aralar Hamas’ın İran destekli saldırısını 1973’te Mısır, Ürdün ve Suriye ordularının Yahudilerin Yom Kippur bayramı günü İsrail’i gafil avlamak için saldırıp müthiş bir bozguna uğramalarına benzetenler var.
Öyleyse 50 yıl önceki olaya bir gönderme de ben yapayım. 50 yıl önce, 1973’te bölgede İsrail’le dostça ilişkiler içinde olan yalnızca iki ülke vardı: Türkiye ve İran.
Hasmane ilişkiler içinde olan ülkelerse şunlardı: Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak, Libya, Tunus.
Irak, üst üste iki Amerikan işgaliyle belini doğrultamaz halde. Ürdün, adeta İsrail’in stratejik derinliği, kalkanı işlevini kabullenmek zorunda kaldı. 2010’da Arap Baharı olarak başlayan kalkışmalar Tunus’u devre dışlı bıraktı, Libya ve Suriye yönetimlerini topraklarına egemen birer devlet olmaktan çıkardı. Petrodolar cinsinden gücünü ABD Başkentinde İsrail’i dengelemekte Suudi Arabistan istikbalini İsrail’le alttan alan ilişkiler kurmakta arar oldu.
İran zaten 1979 İslam Devrimi ile İsrail’in bir numaralı haline gelmişti. Şu anda İsrail’le açıktan hasım olan tek bölge ülkesi İran kalmıştır.
ABD bana yeter siyaseti
Bölgede bir zamanlar İsrail’e düşmanlık eden Arap ülkelerinin bazıları ABD’nin askeri ve mali gücünün (ve kabul etmeliyiz ki 1992’de Sovyetler Birliğinin dağılmasının da) etkisiyle devlet işlevlerini yerine getirmekten aciz durumda, diğerleriyse çareyi İsrail’le yakınlaşmakta görüyor. Fatura Filistin halkına çıkıyor. Filistin’de radikal gruplar daha da güç kazanıyor, İsrail’e yönelik saldırılarda da siviller öldürülüyor ve buna tepki olarak sağcı İsrail hükümetleri Filistin halkını sivil hedef ayrımı gözetmeden ölüm ve yıkımla cezalandırıyor. Kaosa böyle giriliyor.
Hamas saldırısı sonrası ABD Başkanı Joe Biden’ın Netanyahu’ya “Ne yaparsan arkandayım” desteği verdiği bunu da Gerald Ford uçak gemisini İsrail açıklarına göndererek desteklediği görülüyor. Her ülkenin olduğu gibi İsrail’in de kendisini savunma hakkı elbette vardır. Biden’in bu hakkın sivil Filistin halkının imhası bedeliyle kullanılmasına (ve orada Hamas’ın elindeki ABD vatandaşı rehinelerin de öldürülmesine) sebep olması başka bir şeydir.
Biden kutuplaştırıyor
Netanyahu yönetimin kibrine bir eleştiri de ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Michael McCaul’dan geldi. McCaul, Mısır istihbaratı El Muhaberat’ın saldırıdan 3 gün önce İsrail istihbaratı Mossad’ı uyardığını ama Netanyahu yönetiminin bunu kulak arkası ettiğini doğruladı.
Biden yönetiminin bu radikal tutumu Avrupa Birliğini de bölmüş görünüyor. Örneğin Almanya ve Avusturya insani yardımların dahi kesilmesini isterken, İspanya ve Fransa “Hamas başka Filistinliler başka” diyerek karşı çıkıyor. Kuzey ülkeleriyse “Neden biz de gerilimin giderilmesi çağrısı yapmıyoruz?” diye soruyor.
Türkiye’nin kıymetini bilmek
Türkiye’nin Hamas saldırısıyla başlayan krizde şimdiye dek izlediği çizgi olumlu; Rusya’nın Ukrayna’ya savaşında izlediği çizgiyle benzeşiyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 11 Ekim’de yaptığı, İsrail devlet gibi değil, örgüt gibi davranmaya devam ederse, uluslararası toplumda tecrit olacağı uyarısı ise yerinde.
Netanyahu “İstediğimi yaparım ABD desteği bana yeter” kibrinin sadece kendisine değil, ülkesine de zarar verdiğini görmeli.
Orta Doğu’daki tüm iniş çıkışlara rağmen son 50 yıl boyunca İsrail’e düşmanlık yapmayan tek Müslüman ülkenin Türkiye kaldığını gösteriyor.
Netanyahu’nun İsrail’i biraz düşünüyorsa Biden’a değil Erdoğan’a kulak vermesinde yarar olabilir.