İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliğinin Gazze Krizi üzerine 11 Kasım’da Suudi Arabistan’ın Riyad şehrinde yaptığı olağanüstü ortak toplantıdan Müslüman nüfuslu ülkelerin tek bir ağızdan İsrail’in Filistinlilere saldırısına karşı sesini yükselttiği sert bir sonuç bildirisi çıktı.
Dünyadaki 2 milyardan fazla Müslümanı temsil iddiasındaki 58 ülke lideri İsrail’in Filistinlilere karşı “barbarca, vahşi ve insanlık dışı katliamlarıyla” işlediği “savaş suçlarını” kınadı, “meşru müdafaa bahanesini” reddederek saldırıların geçici ateşkesle değil kalıcı olarak derhal durdurulmasını istedi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyini “derhal kesin ve bağlayıcı” bir kararla İsrail’i durdurmaya, İsrail’e silah ve mühimmat satışının engellenmesi ve Gazze ablukasının kaldırılması çağrısında bulundu. Sonuç bildirisi bütün ayrıntılara değinen 31 maddeden oluşuyor (tamamını bu bağlantıdan okuyabilirsiniz ) ve kesin bir diller İsrail’e dur diyor.
Yoksa… Yoksa ne olur?
Yani ya İsrail durmazsa ki duracağı yolunda herhangi bir işaret yok, durmazsa ne olacak?
Bildiriyi sertleştiren Türkiye
Bu can yakıcı soruya döneceğim ama önce bu toplantıdan bu kadar sert bir bildirinin çıkmasının dahi beklenmedik bir şey olduğunu söylemem gerekiyor. Bildirinin sertleşmesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın katkısı olduğu anlaşılıyor.
Örneğin, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun bakanlarından Amihai Eliyahu’nun Gazze’de nükleer silah kullanılabileceği yolunda, daha önce Arap Birliği tarafından kınanan sözlerinin BM tarafından araştırılması, İsrail’in işlediği savaş suçlarının hesabını uluslararası hukuk önünde vermesi ve İsrail’in Filistinlilere verdiği zararın tazmin edilmesi gibi maddeler, Erdoğan’ın Zirvede yaptığı konuşmada var.
Türk kaynaklarına göre BM Güvenlik Konseyinin ateşkes kararı almaya çağrılması, BM Genel Sekreterine Filistinli sivillerin korunması için mekanizma oluşturma çağrısı, takvime bağlanmış barış konferansı önerisi, BM üyesi devletlerin İsrail’e siyasi, diplomatik ve yasal baskı uygulamaları ve caydırıcı önlemler almaları çağrılarının bildiride yer almasında Türk heyetinin payı olmuş.
Türkiye’nin de önerisiyle bildiride yer alan Uluslararası Ceza Mahkemesini ne Türkiye ne de İsrail’in tanıdığını hatırlatalım.
Ses var da görüntü gelecek mi?
Bir ayrıntı daha. Erdoğan konuşmasında “Vatanlarını savunan Hamas’lı direnişçiler ile işgalcileri aynı kefeye koymamız mümkün değildir” dedi. Sonuç bildirisineyse Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Filistin’in tek ve meşru temsilcisi olarak adlandırılmasına Türkiye adına imza attı.
Zirve kararlarının izlenmesi ve uluslararası eylem planının oluşturulup uygulanmasında Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Katar Endonezya ve Nijerya ile birlikte Türkiye de yer aldı. Bu da diplomatik açıdan kazanılmış bir mevzi sayılır ama siyasi sonuçları açısından neyi ne kadar değiştireceği tartışılır.
Burada az önceki soruya dönelim. İsrail durmazsa, BM İsrail’i durduramazsa bu çağrının ne gibi yankısı olacak ne tür sonuca yol açacak?
Suudi Arabistan’la İran’ın, Türkiye ile Mısır’ın, Endonezya ile Nijerya’nın ortak duruşlarının, haklı insani ve siyasi taleplerle de olsa esip gürlemelerinin Filistin topraklarına barış yağmuru yağdırma ihtimali nedir?
İsrail’in neden umurunda değil?
Örneğin BM Güvenlik Konseyinin daimî üyelerinden ABD, İngiltere ve Fransa “meşru müdafaa hakkı” gerekçesiyle İsrail’in hastane, okul ve ibadethaneleri de hedef alan saldırılarını kınamaya dahi yanaşmazken İsrail’e karşı “derhal kesin ve bağlayıcı” karar alıp saldırıları durdurma ihtimali nedir? İsrail’e silah satan ülkeler arasında yaklaşık rakamlarla yüzde 82 ile açık ara ABD birinci, yüzde 15 ile Almanya ikinci ve yüzde 3 ile İtalya üçüncü sırada.
ABD’nin Orta Doğu petrollerine bağımlılığının kalmadığı, net petrol ve gaz ihracatçısı haline geldiği 2017-2018 yıllarından itibaren Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkelerinin ABD politikalarında İsrail’i Filistin lehine dengeleyici bir rol oynama ihtimali çok azaldı. Filistin’de FKÖ’nün zayıflayıp Arap otokrasilerini tehdit eden Müslüman Kardeşler kökenli Hamas’ın güçlenmesi bu gerilemeyi hızlandırdı. İbrahim Anlaşmaları bir anlamda Körfez Arap ülkelerinin ABD üzerinden İsrail’le “Siyasette kaybettik bari ticarette kazanalım” anlaşması sayılabilir.
Müslüman nüfuslu ülkelerinin ilk kez bu genişlikte bir araya gelip ilk kez bu sertlikte ses yükseltmeleri o nedenle İsrail’in umurunda değil.
Madalyonun diğer yüzü
Bununla birlikte, gerçekleşme imkânı görünmüyor diye meşru insani ve siyasi talepleri dile getirmekten geri durmak diye bir yol da düşünülemez; İsrail’in Filistinlilerin binlerce yıldır yaşadıkları toprakları gasp etme siyasetine karşı söylem elbette sürdürülmelidir.
Bu söylem birliğinin sağlanması dahi bölgesel dengelerde -ne kadar kalıcı olacağı kestirilemese de- belli değişikliklere şimdiden yol açtı.
Örneğin, ABD Başkanı Joe Biden’ın 19 Ocak’ta İsrail’e tam destek verdiği konuşmasında yer verecek denli önemsediği Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomi Koridoru projesinin belkemiğini oluşturan Suudi Arabistan-İsrail işbirliği Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e başlattığı saldırı ardından rafa kalktı. Suudi Arabistan, ortak petrol ve gaz çıkarlarını da korumak adına İran’la yakınlaştı. Muhammed bin Selman ve İbrahim Reisi, Riyad Zirvesinde el sıkıştılar. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan da Mısır Cumhurbaşkanı Abdül Fettah Sisi’yle görüştü; Gazze Krizi Türkiye ve Mısır arasındaki normalleşme sürecini hızlandırdı.
Gözler ABD-Çin görüşmesinde
İsrail’de Netanyahu’nun temsil ettiği sağ-Siyonist saldırganlığı şu aşamada durdurabilecek tek aktör ABD’dir. Ancak Kasım 2024 seçimlerine giden yolda Biden’ın bunu kendiliğinden ya da sadece Müslüman ülkeler ısrarla istiyor diye yapacağını düşünmek hayalcilik olur. Şu anda Amerikan seçmeninin büyük kısmı İsrail’in Hamas saldırısıyla 1948’deki kuruluşundan bu yana karşı karşıya kaldığı en büyük sivil can kaybına, sivillerin katli dahil her türlü misillemede bulunma hakkının bulunduğu söyleminin etkisi altındadır.
Bu yüzden sadece İslam İşbirliği Teşkilatı, sadece Müslüman ülkelerin değil, genel anlamıyla “Doğu”nun vicdanlı “Batı” kamuoyu ve özellikle de ABD yönetimine etki edecek söylem ve eylem içinde olması gerekiyor.
Bu nedenle önümüzdeki hafta Biden’in Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile San Fransisco’da yapması beklenen görüşme önem taşıyor. Bu görüşmede Tayvan ve Kuzey Kore gibi Pasifik bölgesi güvenlik sorunlarının yanı sıra Gazze Krizinin de ele alınması bekleniyor. Aynı çerçevede Çin’in Orta Doğu Özel Temsilcisi Cay Cün’ün 13 Kasım’da Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ile Ankara’da görüşmelerde bulunacağını da kaydedelim.