Bütün aile değil, bütün köy işbirliği yapmış küçük Narin Güran’ın cinayetini örtbas etmek için. Narin’in küçük bedenine ne kadar sır sığmış? Ne kötü ne kanlı sırlar ki sadece ailesi değil, bütün köy seferber olmuş örtbas etmek için.
Kötülüğün vücut bulmuş hali gibiler. Birileri bundan Kürt düşmanlığı, ya da din düşmanlığı çıkarmak istiyor. Oysa olayın ilk günden itibaren seyrine baktığınızda altından satanist tarikatların filan çıktığı İskandinav polisiyelerinden farkı yok.
Jandarma Suç Araştırma Timleri (JASAT) tutanaklarına göre neler yapmamışlar ki? En son bir tanesi sahte ihbarlarla güvenlik güçlerini yanlış yönlendirmekten tutuklandı. Narin’in amcası Fuat Güran, Jandarmanın hangi delillere ulaştığını öğrenmek için istihbarat toplamış, gizli dinleme yapmış. Aramaları engellemek için köyün elektriğini sabote etmişler örneğin. Bolca SIM kartı alıp sahte görüşme trafiği yaratmışlar. Yangın çıkarmışlar. Çocuğu ait diye bir terliği Suriyeli sığınmacıların kaldığı -bulunduğu dere yatağının aksi yönüne- orada bulunmasını sağlamışlar. Çocuğun cansız bedeninin orada olduğunu birden fazla kişi biliyor yani.
Düşünsenize, DNA kalıntıları bulunamasın diye suda çürütmeyi planlayıp dere yatağına gömmüşler Narin’in bedenini.
Organize suç örgütü gibi
İnsan Hakları avukatı Eren Keskin, bu ayrıntıdan yola çıkıp Narin’in cansız bedeninden kanıt elde edilmesini önlemek amacıyla adli tabip görüşü alınmış olabileceğini söyledi T24’te Cansu Çamlıbel’e. Keskin, tutuklanan amca, köyün muhtarı Salim Güran’ın savcılık ifadesinde kendisinden emin, soğukkanlı ve öğretilmiş bir ifade verdiğini Diyarbakır Barosu avukatlarına dayanarak söylemiş. O kadar ki Narin’in annesi, Yüksel Güran’la cinsel ilişkisi mi olduğu, çocuğun aslında -cinayet sırasında şehir dışında olduğu bildirilen- baba Arif Güran’dan değil de ondan mı olduğu sorusunu bile tepki göstermeden yanıtlamış.
Gazeteci Nihal Bengisu Karaca, Habertürk’teki yazısında soruşturmayı boşa çıkarmak için bu kadar suç yeri araştırma tekniğini televizyondaki CSI dizilerini izleyerek mi öğrendiğini soruyor, istihza ile. Adli tabip görüşü gibi, cinayet masasından da görüş alınmış kuşkusu var havada.
Eren Keskin, cinayet ilk ortaya çıktığında AK Parti Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun -sonradan tevil etmeye çalıştığı- “dostumuzdur, üstüne gitmeyelim” mealindeki beyanının aslında samimi itiraf olduğu iddiasında.
Narin’in katli çözülebilecek mi?
Bu soruyu Türkiye’de jandarma veya polisin kanıtlardan suçluya ulaşma yeteneğini küçümsediğim için sormuyorum; tam tersine onlar çözer de çözülen cinayet mahkemeye nasıl yansır, mahkemeden nasıl çıkar? O konuda emin değilim.
Jandarma ve polis dedektifleri, laboratuvarları Narin’in cinayetine dair kanıtları bir araya başarıyla getirir de o kanıtlar iddianameye girerken siyaset devreye girer mi?
Tavşantepe köyü ücra bir köşede değil, Diyarbakır uluslararası havalimanına komşu. 90 haneli, 500 nüfuslu zengince bir köy. Güran ailesi özellikle zengin; Diyarbakır ve Şanlıurfa’da iki lüks oto galerileri de varmış. Köyün muhtarı, Narin’in amcası Salim Güran; belli ki herkes ondan ve onun kullanacağı güçten çekiniyor. 1990’larda PKK’ye karşı mücadelede Köy Koruculuğu sitemine dahil olduğu, o zaman köyde “derin devletin” kullanımına hazır kayıt dışı silah ve cephane depolarının kullanıldığı iddia ediliyor. Bu iddiaların kanıtlanabileceğini sanmıyorum ama Salim Amcanın “Bana bir şey olmaz” güveni içinde olduğu anlaşılıyor.
Bu insanlar ne zaman bu kadar canavarlaştı? Yoksa tıpkı kadın cinayetleri konusunda olduğu gibi hep böyleydi de şimdi haber merkezlerinin duyarlılığı ve sosyal medya sayesinde mi öğrenir olduk?
“Rezil olan şehir değil, köy”
Hiciv sitesi Zaytung “Henüz Bir Cinayetle Gündeme Gelmediği İçin Kirli Çamaşırları Ortaya Dökülmeyen 25 Haneli Köy, Anadolu İrfanını Başarıyla Sergilemeye Devam Ediyor” başlığıyla okuyanları acı acı düşündüren bir yayın yaptı.
Müge Anlı, Didem Arslan Yılmaz, Esra Erol ve diğer “kadın programları” diye sınıflandırılan program sunucuları sayesinde neredeyse tamamı kır kökenli olarak aile içi tecavüzden cinayete toplumun bugüne dek halının altına süpürülen hangi rezaletlerine tanık olmuyoruz ki?
Narin’in katli nedeniyle Tavşantepe köyünün kirli çamaşırları ortaya dökülmeye başladığından beri benim aklımda Cem Karaca’nın 1968’deki nefis bestesiyle “şehirlere” tanıtmasıyla meşhur olan “Oy babo” türküsünün sözleri yankılanıp duruyor:
“İnsan ol da ilme eğil
İnsan gibi her şeyi bil
Rezil olan şehir değil
Köy babo, köy, köy
Cehalet aklım uçurdu
Beni yerlere geçirdi
Muhtar anamı kaçırdı
Duy babo, duy, duy
Bu yol böyle gide gide
Yerimiz yoktur dünyada
Kimi hoca, kimi dede
Say babo, say, say”