

19 Mart gecesi İmamoğlu’nun gözaltına alınmasını protesto için Saraçhane’deki İBB Merkezinin önünde toplanan kitlelerin sloganlarından biri de “Susma, sustıkça sıra sana gelecek” oldu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarının 19 Mart operasyonu ile topluca gözaltına alınmaları sadece siyasi değil, aynı zamanda hukuki bir güç gösterisi olarak okunmalı.
Güç politikaları söz konusu olunca, güçlünün hukuku devreye giriyor, güçlü de kendi hukukunun gücünü sergilemek istiyor. Tarih boyunca böyle olmuş, şimdi de böyle.
Dolayısıyla örneğin İmamoğlu’nun üzerine gidildiği gibi neden Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın halefi Melih Gökçek hakkında savcılığa sunduğu 100 yolsuzluk iddiası suç duyurusuna işlem yapılmadığını sorgulamak güçlünün hukuku duvarına çarpıyor.
Güç siyaseti yasaları da anayasayı da kendi hukuk ihtiyaçları çerçevesinde düzenlemek ve bunu da olabildiğince sergileyerek göstermek istiyor. Gücü yettiğince.
Bir başka 19 Mart okuması
19 Mart Vakası da bu kalıba uyuyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının İmamoğlu ve çalışma arkadaşları hakkında iki soruşturma yürüttüğünü öğreniyoruz: biri yolsuzluk iddiaları diğeri PKK’ya yardım iddiaları üzerine.
Görevli savcılar, ya da Başsavcı Akın Gürlek İmamoğlu’nu Adliyeye çağırıp ifadesini alabilir, orada gözaltına alabilir miydi? Evet.
Bu kadar sansasyona yol açar mıydı? Hem evet hem hayır. Evet, çünkü her bir ifade ve gözaltı ayrı haber olur, ayrı tepki toplardı. Hayır, çünkü artık tek tek gözaltı ve tutuklamalar kanıksanmış, büyük haber değeri taşımaz olmuştu.
Bunun yerine iki dosyayı bir arada ve ismi geçen herkese eşzamanlı olarak uygulama yoluna gittiler. Kamuoyunda 16 milyonluk şehrin seçimle işbaşına gelmiş belediye başkanı ve ekibini peşinen suçlu olduğu algısını yönlendirmek amacı işin bir boyutudur.
Bir başka boyutu da kendisini yeterince güçlü hissedenin kendi hukukunu sergileyerek “Bundan sonra böyle” dayatmasını kabul ettirmektir.
Gücün sınırıysa, elindeki gücün artık kendine vehmettiğin kadar fazla olmamasıyla belirlenir.
Gücün sınırları
Örneğin, 19 Mart Vakasında, savcılığın sabah saat 06:15’te -sanki o sabah da herkes kalkıp işine gitmeyecekmiş gibi- ibreti âlem için evlerinden polis zoruyla alınması, güçlünün hukukun siyaseten sergilenmesiydi.
Öte yandan İstanbul Valiliğinin “oluşabilecek provokatif eylemlerin önüne geçmek” gerekçesiyle, yani sokak tepkisini önlemek amacıyla 19-23 Mart tarihlerinde her türlü gösteri ve yürüyüşe getirdiği yasak daha ilk saatlerinde fiilen yok hükmünde sayıldı. Önce, okul yönetiminin İmamoğlu’nun diplomasını iptal ettiği İstanbul Üniversitesi öğrencileri sokağa döküldü. İBB’nin bulunduğu Saraçhane’de toplanan kitlelerin sayısı akşam saatlerinde on binleri buldu; Özgür Özel, Dilek İmamoğlu’nun konuşma yaptığı mitinge dönüştü. Ankara’da Kızılay Meydanı başta Türkiye’nin -İmamoğlu’nun memleketi Trabzon dahil- pek çok yerinde binlerce kişi sokağa döküldü.
“Hükümet istese Gezi’de olduğu gibi şiddetle bastırırdı” diyebilir ve haklı olabilirsiniz. Ya da CHP’nin 23 Mart’ta kendi -tek adaylı- önseçimine ek olarak koyduracağı sandıklarla İmamoğlu’na kendi üyeleri dışında da destek arayışına dek, toplumdaki tepki basıncını hafifletmek istediğini de düşünebilirsiniz. Haklı olabilirsiniz.
AK Parti güç kaybediyor
Öte yandan hükümetin İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına gösterilen sokak tepkisi tahminlerinde yanıldığını erken görüp ona göre gücünü geri çektiğini de düşünebilir ve yine haklı olabilirsiniz.
Acaba bunda birilerinin Cumhurbaşkanına daha birkaç gün önce Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyelik hedefinde ısrarlı olduğunu hatırlatmasının da payı olmuş mudur? Nitekim dün İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına AB’den tepki yağdı. CHP lideri Özel daha on gün kadar önce Avrupalı siyasetçilere Erdoğan’ın karşısına çıkarmak istedikleri adayın İmamoğlu olduğunu açıklamıştı.
19 Mart günü İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla Borsa altüst oldu, döviz kurları tavan yaptı, Merkez Bankası rezervlerinden satarak bir ölçüde bastırabildi.
Bir başka örnek, İstanbul Valiliğinin 19-23 Mart arası getirdiği yasakların 21 Mart Nevruz Bayramını da kapsadığın anlaşılınca atılan geri adımlardır. DEM Parti’nin İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına “Sivil darbe” tepkisi vermesi ardından Valilik yeni bir açıklama yaptı. DEM Parti’nin 23 Mart’ta Yenikapı’daki Nevruz kutlaması yasak dışına çıkarıldı.
AK Parti eski AK Parti değil. Suriye’deki rejim değişikliğiyle anketlerde ilk sıraya yükselmesi iki ay sürdü.
Ekonomik kriz devam ettikçe diğer erkenler geçici kalıyor.
Dışarıdan ve içeriden yaralı olmasına rağmen CHP yine ilk sırada. Bu da DEM’in önemini artırıyor.
Güç siyaseti zayıfladıkça
Hükümetin PKK’ya silah bıraktırma siyaseti ümit ederim başarıya ulaşır. AK Parti ve müttefiki MHP’nin ise bundan aynı zamanda güç siyasetini güçlünün hukukunu güncelleyecek sonuç da beklediği de görülüyor. AK Parti ve MHP oyları Anayasa değişikliğine yetmiyor, bu da güç kaybının bir işareti ve bu haliyle ya da bölünmüş halde DEM Parti’nin Meclis oylarına ihtiyaç duyduğu da ortada.
19 Mart İmamoğlu Vakası bu açıdan da bir sınama oldu.
Hükümet bir yandan silah bıraktırmak için PKK ile diyalog içinde, diğer yandan Kürt seçmenini demokratik siyasetin kapsama alanına almak için İmamoğlu’nun 2024 yerel seçimlerinde uyguladığı “Kent uzlaşısı” programını terörizme yardım gösteriyor. Savcılık da suçlamasını bu iddiaya dayandırıyor.
Bu da önemli, çünkü işin içine terör suçlaması girmeden kayyım atama yerine belediye Meclisinden bir üyenin vekaleti öngörülüyor; Beşiktaş örneğinde bunu gördük.
Şimdiden iktidar medyasında kayyımın İstanbul Valisi Davut Gül mü yoksa önceki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu mu olması gerektiği spekülasyonları başladı.
İmamoğlu neden hedefte?
İktidar, Kürt seçmen üzerinden silah gölgesinin kalkması halinde (sadece DEM seçmeni değil, genel olarak Kürt seçmeninin) AK Parti’ye yönelme yerine DEM’den kopmama ve başka partilere o arada CHP’ye yönelmesi ihtimalini görmeye başladı.
İmamoğlu, Kent Lokantaları, öğrenci yurtları, dolaylı yardım programlarıyla doğrudan ihtiyaç sahibi insanların hayatlarına dokunabildi ve bu da AK Partinin seçim planlamalarında engel oluşturuyor. Bu kaynakların bir kısmı daha önce etkilerini AK Parti tabanında kullanmaları karşılığında siyasal İslamcı cemaatlerin kuruluşlarına aktarılıyordu.
19 Mart Vakasına gösterilen kitlesel tepki, bu nedenle sadece ideolojik değil, siyasi ve hukuki tepkidir.
Mansur Yavaş da Ankara’da benzerini yapıyor.
Zaten İmamoğlu bir şekilde seçim yarışlından düşürülebilirse, hedefe CHP’nin (yedek değil) diğer güçlü Cumhurbaşkanı adayı Yavaş’ın koyulacağı artık anlaşılıyor; iktidara yakın medyada açık açık konuşulmaya başlandı.
Hakkında henüz bir soruşturma bulunmayan Yavaş bile “Bir sapık bulup hakkımızda bir şeyler söyleyebilirler” demeye başladı. O olmazsa sıra örneğin Özgür Özel’e gelebilir.
Sustukça mı, susturdukça mı?
Ama güç dengeleri değiştikçe evdeki hesap çarşıya daha da uymamaya başlar.
Şimdi “Kurtuluş yok tek başına” sloganı da yayılmaya başladı ama “Susma, sustukça sıra sana gelecek” bu durumda muhalif kitlelerin mitinglerde en çok haykırdığı sloganlardandır.
Sokaklar önemlidir ama fetiş haline getirmemek lazım. Türkiye’de seçmen o kadar kolay pes etmiyor. 2002’de AK Partiyi iktidara getiren seçmen, önceki iktidarı cezalandırıyordu.
O nedenle bu “susturma” operasyonlarının dip dalgaları yükseltme, artık seçmenin Erdoğan’ın karşısına kim çıkarsa ona oy verme ihtimalini de görmek lazım.
O nedenle artık tehlikede olan sandıktır ve 19 Mart Vakasının sadece İmamoğlu Vakası olmadığını görerek, demokratik zeminde susmamaya, susturulmaya demokratik zeminde direnmeye ihtiyaç vardır.