Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 12 Ocak’ta Ankara’daki Avrupa Büyükelçileriyle yaptığı toplantı Türkiye-AB ilişkilerinde gerçekten bir dönüm noktası olacak mı? Yoksa bu toplantıda konuşulanlar, daha öncekiler gibi boşa mı çıkacak? Gerek Ankara’daki gelişmelerin seyri gerekse toplantıya katılan bazı diplomatlarla toplantının ardından -isim kullanmamak koşuluyla- yaptığım görüşmeler, bu defa iki tarafta da ihtiyatlı iyimserlik eğilimi bulunduğuna işaret ediyor. AB bu defa Erdoğan’a gerçekten inanmak istiyor. Tabii hisler karşılıklı. Ankara da bu defa AB’nin verdiği sözleri gerçekten tuttuğunu görmek istiyor. Özellikle Kıbrıs nedeniyle 2004’te yaşanan ağır hayal kırıklığı ve 2016 anlaşmasının havada kalması nedeniyle.
İyimserlik, Erdoğan’ın daha 2020’nin ortalarında AB’ye, özellikle de Fransa ve Yunanistan’a esip gürleyen söylemini Kasım ayından itibaren yumuşatmasının payı var. Ve özellikle son haftalarda Brüksel’in somut adım beklentisine uygun olarak adım atmasının. Bunun en somut örneği, Yunanistan ile 2016’dan bu yana yapılmayan istikşafi (keşfetmeye yönelik, arama) görüşmelerinin 25 Ocak’ta yeniden başlayacağının ilanı.
İhtiyat nedeni: refom derken katılaşma
İhtiyatlı tutum ise Erdoğan’ın iç politikada muhaliflerine ve basına karşı giderek sertleşen tavrından ve esasa yönelik bir yargı reformuna gideceğine dair belirsizlikten kaynaklanıyor. Cumhurbaşkanı 12 Ocak’ta Büyükelçilere 2002’de CHP ile işbirliği içinde gidilen reformları hatırlatıp uyum sözü verdiği gün CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na kendisine “Sözde Cumhurbaşkanı” eleştirisinde bulunduğu için 1 milyon liralık hakaret davası açtı. Yargı kararı olması gerekirken Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın tahliyesine, tahliyelerine karşı olduğunu söyledi. Daha bir kaç gün önce vatandaşları kendisini eleştiren Sözcü gazetesi almamaya çağırdı. Bu gelişmeler izleniyor doğal olarak.
Bu arada ilginç bir ayrıntıyı paylaşmak isterim. Çavuşoğlu’nun AB Büyükelçileriyle yapmayı planladığı toplantıya Erdoğan’ın da katılacağı elçiliklere 5 Ocak’ta bildirilmiş. Yani, Erdoğan’ın MHP lideri Devlet Bahçeli’ye giderek, bir önceki gün AK Parti MKYK’sında konuşulan reform vaatlerini anlattığı gün. İlginç tesadüf, değil mi? Bahçeli’nin bir hukuk reformunun Demirtaş, Kavala gibi isimlerin tutukluluk hallerinin kaldırılmasına şiddetle karşı olduğu biliniyor. Keza Erdoğan’ın son günlerde adeta MHP-dışı alternatif ararcasına görüşmelere başlaması da. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın iki gün önce erken seçim ihtimalini bir defa daha yalanladığını ve Erdoğan’ın büyükelçilere 2021-2023 yılını kapsayacak şekilde Türkiye-AB ilişkilerinin rehabilitasyonu planı önerdiğini de hatırlatalım.
Gelelim 12 Ocak toplantısı öncesi gelişmelerin seyrine.
Siyasi dönüş, ekonomiyle başladı
Erdoğan’ın AB söylemindeki ilk değişiklik, 3 Kasım’daki ABD seçimlerini Joe Biden’ın kazanmasının ardına tesadüf eden ekonomi politikasındaki u-dönüşüyle başladı. Hazine ve Maliye Bakanı damadı Berat Albayrak 8 Kasım’da işi bıraktı. Kasanın boşaldığı gerçeğini kabul etmek zorunda kalan Erdoğan 11 Kasım’da yeni ekonomi kadrosuyla ilk toplantısını yabancı sermaye temsilcileri (YASED) ile yaptı. İlk kez 13 Kasım’da da Türkiye’nin “Ekonomide ve hukukta yeni bir reform dönemine” girmesi gerektiğini söyledi. 21 Kasım’da da herkesi şaşırtan “Geleceğimizi Avrupa ile tasavvur ediyoruz” beyanında bulundu.
Bir diğer dönüm noktası, AB’nin Türkiye’ye dair konuları ABD ile danışarak alacağını söyleyip kararı da Biden’ın görevi devralması sonrasına, 25-26 Mart toplantısına bıraktığı 11 Aralık açıklaması oldu. İbrahim Kalın 16 Aralık’ta Ankara’daki AB Büyükelçileriyle bir video konferans yaptı. 18 Aralık’ta AB’nin Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Temsilcisi Josep Borrell bir AB blogunda “hesaba katılmak zorunda bir bölgesel güç haline gelen” Türkiye ile “doğru bir denge bulunamadan” AB’nin “kıtada istikrarı sağlayamayacağını” yazdı.
Diplomasi hızlanıyor
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun 8 Ocak’taki İspanya ziyareti önemliydi; Madrid son dönemde Akdeniz konusunda (Roma gibi) Ankara’ya yakın duruyordu.
9 Ocak’ta AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Erdoğan ile bir görüşme yaparak karşılıklı adımlarla ilişkileri yeni bir raya oturtmayı konuştular. Erdoğan 2016 Göçmen Anlaşmasıyla Türkiye’ye verilen sözlerin bu defa tutulması gerektiğini hatırlattı. Von der Leyen de Doğu Akdeniz ihtilafının tırmanmaması gerektiğini ve Türkiye’deki yargı reformunu bu defa beklediklerini.
10 Ocak’ta Borrell, Çavuşoğlu’nu Brüksel’e davet etti; Dışişleri Bakanının 21 Ocak’ta Brüksel’de olması bekleniyor.
11 Ocak’ta KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu “Doğu Akdeniz Konferansı” için Ankara’daydı, Erdoğan dahil herkesle görüştü. Aynı gün reformlar konusu, AB ile ilişkilerle birlikte Bakanlar Kurulunda görüşüldü.
12 Ocak’ta da AB Büyükelçileriyle toplantı yapıldı. Erdoğan burada Von der Leyen ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in Ocak sonunda Türkiye’ye geleceğini duyurdu. Ve 2021-2023 AB Ulusal Eylem Planını. Türkiye’nin üyeliği AB için “ontolojik”, yani varlıkbilimsel, dirliğine dair bir tercih olacaktı.
Yargı reformu zorlayabilir
Konuştuğum AB büyükelçilerinden aldığım izlenim, Türkiye’yle ilişkileri üç ana başlık altında değerlendirdikleri oldu.
Birincisi, az önce aktarmaya çalıştığım siyasi adımlar. (Bir diplomatın, “Türkiye’nin katkısı olmaksızın Doğu Akdeniz’de çözüm bulunamayacağını anladık” demesi önemliydi.) İkincisi, ekonomik adımların geçici önlemlerle sınırlı kalmayıp yapısal reformlarla sonuçlanması. Buna hem Avrupa yatırımları hem Türkiye’nin ekonomik istikrarı açısından bakılıyor. Üçüncüsü ise yargı reformunun lafta kalmaması, somut adımlara dönüşmesi.
Erdoğan açısından en zorlayıcısı üçüncüsü olacak. Bir diplomat, “İlk ikisine dair iyi işaretler aldık, ama üçüncüsüne dair henüz bir adım yok” diye durumu özetledi. Burada Bahçeli’nin frenleyici etkisi söz konusu. İdam cezasının geri getirilmesinden, HDP’nin kapatılmasından yana olan Bahçeli’nin reformlara ikna edilmesi kolay olmayabilir. Ya da belki bu defa Erdoğan “Yapacak bir şey yok” diyerek Bahçeli’yi ikna edemese de “acı ilacı” içer.
Hem AB hem Erdoğan sözlerinde durur, bu da Türkiye’de demokratik haklar, basın özgürlüğü, hayat pahalılığı ve işsizlik konularında rahatlama sağlarsa ne ala. Yoksa hayal kırıklıklarına bir yenisi eklenecek.