Sezgin Baran Korkmaz’ın Avusturya’da ABD tarafından tutuklandığının açıklandığı 20 Haziran günü Sedat Peker de Birleşik Arap Emirlikleri istihbaratınca susturulduğunu duyurdu. İsteyen tesadüf desin. Türkiye’yi aylardır konuşturan SBK konuşmaya ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gazetecileri ile etrafındaki çıkar ilişkilerini ortaya dökmeye başlayınca Türk yargısı devreye girmesi elbette gerekirdi. Ama girmediler. Girselerdi, ola ki yeni isimler, yeni suç unsurları ortaya dökülebilir, uçları AK Parti iktidarınca istenmeyen yerlere gidebilirdi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Sedat Peker iddiaları hakkındaki suç duyurusu hakkında, bugün 21 Haziran, hâlâ ne yaptığını bilmediğimiz Türk yargısından söz ediyoruz. TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un “Peker’den kim rüşvet almış, biliyorsanız bize de söyleyin” sorusuna haftalar sonrası “Merak etmeyin şu anda milletvekili değil” yanıtı veren İçişleri Bakanından söz ediyoruz.
Türkiye’nin rejim karşıtlığından dönme Viyana Büyükelçisi Ozan Ceyhun, Avusturya makamlarından SBK’nın Türkiye’ye verilmesini talep etmiş; Türk vatandaşı ya. Sahi, siz bir Ankara panik havası sezmiyor musunuz burada? Ya SBK Amerikalılara Türkiye’deki marifetleri hakkında da konuşursa? Hani o 12 dakika olduğu söylenen ve 3 dakikasını bildiğimiz bant kaydı var ya SBK ile Erdoğan gazetecileri arasında önde gidenlerden Veyis Ateş arasında… Geri kalan 9 dakikası da Amerikalıların eline geçmiş midir? Ya başka bant kayıtları? Ya SBK’nın zamanında Cumhurbaşkanından Hazine ve Maliye Bakanı damadı Berat Albayrak’a, Türkiye’nin ABD bağlantılarını sağlayan başka isimlerle olan ilişkileri? Ya SBK da Reza Zarrab ve Donald Trump’ın ilk Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn gibi itirafçı olur, şimdiye kadar anlatmadıklarını da anlatmaya başlarsa?
Peker nasıl susturuldu? İadesi istenecek mi?
Sedat Peker beş küsur dakikalık son videosunu çekmek için dahi BAE yetkililerinden izin aldığını açıkladı. En üst düzeyde suikast ihbarı olduğu için olduğunu söylüyor.
Bu durumdan bir kaç sonuç çıkarabiliriz.
Birincisi, şu anda Peker, BAE’nin koruması ve kontrolü altındadır.
İkincisi, ölümü göze aldığını ve dönüş biletini yaktığını söylemesine karşın, video yayınlamak için BAE yetkililerinin iznini almaktadır.
Üçüncüsü, İçişleri Bakanı başta olmak üzere hakaret ve tehditlerle dolu söylemini bırakmış ve adeta PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 1999’da MİT-CIA operasyonuyla yakalandığında söylediğine benzer şekilde, “Hizmete hazırım” demektedir. Elli yıl sistemin içinde yer alıp sonra sistemde makbul bir kadının kefaleti ve onunla evlenmesi suretiyle yöneticilere sistemin açıklarını öğreten bir İskoç suçluyu örnek göstermesinin anlamı budur. Kendisi inkâr etmekte ama anlaşılan dolaylı bir pazarlık sürmektedir. Tek taraflı anlamayın lütfen, bu dolaylı “hizmet” teklifi sadece Erdoğan yönetimine ve Türkiye’ye olmayabilir. Peker’in kendisini sürgünde siyasi muhalif olarak gösterme çabası ve B-planının herhangi bir ülkeden siyasi iltica almak olabileceği hesaba katılmalı.
Dördüncüsü, şu anda BAE yönetimi, özellikle de Veliaht Prens Muhammed bin Zayed el Nahyan sadece Erdoğan’a değil genel olarak Türkiye’ye ve Türklere husumetiyle bilinmektedir. Ancak ülkelerin arası iyi olmasa da istihbarat servislerinin irtibatı savaş durumu dahil açık kalır. Bu tür dolaylı pazarlıklar genel olarak açık kanallardan, örneğin Dışişleri üzerinden yapılmaz. Ortaya saçılan kirliliği temizlemek için MİT’in devreye girdiğinin ileride anlaşılması kimseyi şaşırtmamalı.
Bir de şu var. SBK’nın avukatları müvekkillerinin Türkiye’de aranmadığını söylüyor. Peker ise, SBK hakkındaki soruşturma raporunun, İçişleri’nin Maliye’nin kara para araştırmasına bakan Mali Suçları Araştırma Kuruluna (MASAK) uyguladığı baskıyla değiştirildiğini öne sürmüştü. Peker’e göre bu aklama SBK’ya -görev suçluları yakalamak olan- İçişleri tarafından Erdoğan’dan yardım isteyen bir iş insanının (ki sonradan İnan Kıraç olduğu öne sürülmüştü) 45 milyon dolar borcunu silmesi talebi sonrasında olmuş, SBK ertesi gün Türkiye’den ayrılmıştı.
Soru şu: madem Peker hakkında yakalama kararı var ve madem Peker BAE’nde… Viyana’daki Ozan Ceyhun gibi partizan büyükelçi olmayıp, çekirdekten yetişme diplomat olan Türkiye’nin Abu Dabi Büyükelçisi Tugay Tunçer acaba Peker’in Türkiye’ye iadesini isteyecek mi?
Ve Erdoğan dönemi gazetecileri
Sırayla patlıyorlar. İsimlerini sayıp, cevap hakkı doğurmanın, süfliliklerini meşrulaştırmanın alemi yok.
Bu konulara hiç girmiyorlar. Albayrak Kasım 2020’de istifasına da girmemişlerdi. Onlar yerli ve milli otomobil TOGG’a yağ yaktılar. Kanal İstanbul’un faziletlerini anlattılar. Mısır’la (MİT sayesinde) barışmayı alkışlarken, Erdoğan’ın Müslüman Kardeşlerin Rabia dolduruşuyla Doğu Akdeniz’de hem Mısır hem İsraille bozuşmasını gizlemeye çalıştılar. Kimileri, bir zamanlar aynı güce sürtünme güdüsüyle Fethullah Gülen’e yanaştıklarını gizlemeye, affettirmeye uğraştılar. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in bile dalgasını geçtiği Erdoğan müteahhitleriyle nasıl tenis partneri ya da nasıl umre refiki olduklarıyla övündüler. Şimdi Türkiye’nin başına büyük bela olacak Afganistan macerasını övüyorlarsa, orada kendilerinin, ya da yanaştıkları, birlikte oldukları iş çevrelerinin çıkarlarını arayın. İşte Suriye patlamaya başladı bile. Afganistan’a şimdiden girmeye başladılar ve nasıl girdiklerinin kayıtları da çıkacak bir gün elbette. Bir başka Sedat Peker tarafından değilse de bir gün devreye girecek işini yapmaya çalışan savcılar ve gazeteciler sayesinde.
Bu Erdoğan dönemi gazetecileri konusuna ayrıca gireceğiz ama Erdoğan dönemi gazetecilerinin sadece AK Parti saflarında görünenleri kapsamadığını, en keskin muhalif havalarda gazetecileri de kapsadığını üzülerek göreceğiz korkarım. O konulara da girmek kaçınılmaz görünüyor.
Eli kulağındadır.