Yıllar önce bir meslek büyüğümden dinlemiştim. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, 1978 yılının Haziran ayında Sovyetler Birliği’ne bir resmî ziyarette bulunur. Ev sahibi, Başbakan Aleksi Kosygin’dir. O sırada, Sovyetler Birliği, devam edegelen Mücahit isyanını bastırmak ve Afgan komünist yönetimi içerisindeki hizipler arası mücadeleye son vermek gerekçesiyle Afganistan’a müdahale etmiştir. İki lider arasındaki görüşmede, Ecevit, Kosygin’e Afganistan’ı sorar: “Neden müdahale ettiniz? Ne yapmak istiyorsunuz?” Kosygin, biraz da sarkastik bir ifadeyle, “Afganistan’ı 12’inci yüzyıldan 16’ıncı yüzyıla getirmeyi amaçlıyoruz” diye cevap verir.
Ecevit’in, o ziyaretinden bu yana kırk yılı aşkın süre geçti. Sovyetler Birliği bir tarafa, Ecevit’in ziyaretinin öncesinde ve sonrasında benzer amaçla Afganistan’a müdahale eden, ABD başta olmak üzere, diğer dünya güçleri de Afganistan’ı “çağ atlatamadı”.
Büyük İskender’den, Cengiz Han’a, Britanya İmparatorluğu’dan, Sovyetler Birliği ve ABD’ye, dünyanın en güçlü ülkeleri Afgan halkına söz geçirmeyi başaramadı.
Afganistan’da, dersini alan son ülke ABD oldu. Sovyetler Birliği’nin on yılda edindiği dersi, ABD ve müttefiklerinin öğrenmesi yirmi yıl aldı. Büyük bir bedel ödendi. Binlerce insan hayatını kaybetti, trilyonlarca dolar heba oldu.
Zamanı geriye döndürme imkânımız yok. Olan oldu. Şimdi sorulması gereken soru, medeni alem, yaşanan son fiyaskodan ders çıkarabilecek mi? Büyük yara alan demokrasiye ve evrensel değerlere saygı yeniden oluşturulabilecek mi?
ABD’ye faturası ağır olacak
ABD açısından değerlendirecek olursak, Afganistan’da yaşanan felaketin, Biden yönetimine, ülke içinde ve uluslararası planda, çok ağır siyasi faturası olacağı açıktır. Bunun sonuçları, 2022 Kongre ara seçimlerinde görülecektir. Demokratlar için ikinci dönem Başkanlık da artık çok daha zor. Ayrıca, dünya kamuoyu nezdinde Biden’ın imajı da ciddi darbe aldı.
Bu arada, Afganistan fiyaskosu, ABD’nin, müttefikleri nezdinde de ciddi güven kaybına uğramasına yol açtı. ABD, artık müttefiklerini ikna etmekte zorlanacaktır. Nitekim, NATO’da ciddi tartışmalar çıktı. Diğer taraftan, fiyasko, ABD’nin liberal dünya düzenine liderlik iddialarının içinin boş olduğunu gösterdi. Ayrıca, Batı değerler sistemi de ABD’nin beceriksizliği yüzünden ağır yara aldı. ABD ve Batı, zaten aşınmış olan moral üstünlüklerini tamamen kaybetti.
Bunlar, birer olgu olarak ortada duruyor. Yapılan bu vahim hataları, hamasi söylemlerle eleştirmek en kolay iştir. Nitekim, hali hazırda istisnasız herkes, ABD’yi yerden yere vurmakla meşgul; haksız da sayılmazlar. Oysa, bu olgulardan, Afganistan ile ilişkilerimizin geleceğine dair dersler çıkarmak ve gerçekçi politikalar üretmek bakımından yararlanmamız gerekiyor.
Bu çerçevede, akla gelen bazı sorulara akılcı cevaplar bulmamızın şart olduğunu düşünüyorum.
Türkiye Afganistan’ı nasıl değerlendirecek?
Örneğin, biz, ABD’nin ve emperyalizmin herkes tarafından bilinen bu hatalarına lanet okumaktan başka ne yapmayı öngörüyoruz? Afganistan’da yaşananların Türkiye bakımından ne gibi sonuçlar doğurabileceğini hesap ettik mi? Ucuz hamasi söylemlerle Afganistan meselesinin yönetilemeyeceğini anlayabildik mi? Afganistan’daki gelişmelerin bu raddeye varmasında, emperyalizmin dayatmalarının yanı sıra, “çağ dışı dogmatizmin” de rolü olduğunu görebildik mi? Afganistan’daki son olaylardan, din temelli ideolojik siyasetin ısrarla sürdürülmesinin, demokrasi, laiklik, insan hakları ve özgürlükler alanında elde edebildiğimiz mütevazı kazanımların bir anda kaybetmemize yol açabileceğini anlayabildik mi? Afganistan’da yaşanan felaketin, karşı karşıya bulunduğumuz mülteci sorunu bakımından yarattığı ilave risklerin ne kadar farkındayız?
2001’de, ABD’nin Afganistan’ı işgale başladığında yönetimden düşen ancak zaman içinde bazı bölgelere geri dönen Taliban, bugün ülkede “katılımcı bir İslami hükümet kuracaklarını” söylüyor. Masumlara zarar vermeyeceğiz diyor. Eli kanlı bir örgütün bu açıklamalarına itibar edilebilir mi?
Yetkililerimizin son açıklamaları, bu ürkütücü olaylardan pek ders almadığımıza ve geleceğe dair herhangi bir hazırlığımız olmadığına işaret ediyor. Zira, örneğin, sicili lekeli Taliban’ı ve dolayısıyla Afganistan’ı kontrol edip, yönlendirebileceğimizi düşünen siyasetçilerimiz birbiri ardına demeçler vermeyi sürdürüyor. Kabil havaalanında görev yapan askeri gücümüzü orada tutmaya hevesli olduğumuz her halimizden belli oluyor.
İç savaş kaçınılmaz, Türk askeri çekilmeli
Bir iç savaş yaşaması kaçınılmaz gözüken Afganistan’da, Türkiye’nin, muharip olmasa dahi silahlı kuvvet bulundurması son derece risklidir.
Etnik fay hatlarının derin olduğu bir ülkede, askeri birliğimiz ciddi provokasyonlara maruz kalabilir. Taliban davette bulunsa dahi askerlerimizin orada durmaması gerekir. Ayrıca, Afganistan konusunda sağlıklı politikalar belirlemenin ön şartı, Kabil havaalanında görev yapan askeri gücümüzün bir an önce geri çekilmesidir
Ülkede kaos durumunun yatışmasının ve yeni yönetimin belirlenmesinin hemen ardından, talep olduğu takdirde, Türkiye, çok ihtiyatlı davranmak şartıyla, Afganistan’ın rehabilitasyonuna yardımcı olabilir. Türkiye’nin, Afganistan’da, bunun ötesinde bir rolü olduğunu düşünmüyorum.
Özel hassasiyet göstermemiz ve süratle somut siyaset üretmememiz gereken bir diğer konu da, Afganistanlı mültecilerdir. Mevcut Suriyeli mülteciler de düşüldüğünde, bu sorun, Türkiye için milli güvenlik sorunu haline gelmiş durumdadır.
Savaş içerisinde 70 yılına giren Afganistan’da, Türkiye’nin, çeşitli etnik gruplar arasında mevcut husumetlere taraf olmaktan kaçınması da hayati önemdedir. Bu tür girişimlere tevessül eden, Pakistan başta olmak üzere, hiçbir ülke Afganistan batağına gömülmekten kurtulamamıştır.
Ülkemiz yetkilileri şunu iyi anlamalıdır: Türkiye ne Taliban’ı ne Afganistan’ı, ne kontrol edebilir ne değiştirebilir. Ancak fazla içli dışlı olunursa, Taliban etkisi Türkiye’yi değiştirir.