Türkiye, barış ve güvenlik meselelerini ciddi biçimde ele almayı her denediğinde aynı duvara çarpıyor: Barış vicdanı eksik. Masada planlar, takvimler, kurumsal formüller oluyor; kamuoyunda ise kuşku, mesafe, hatta çoğu zaman öfke. Peki neden? Neden barışı mümkün kılacak ortak ahlaki zemin bir türlü yerleşmiyor? Tepeden Kurgu, Aşağıda Güvensizlik Önce çıplak gerçeği söyleyelim. Türkiye’de barış yapma girişimleri
Uzun yıllar şiddet ve çatışma yaşamış toplumların önündeki en çetin sınavlardan biri, barış sürecine güvenebilmek. Bu güvensizliğin başlıca nedenlerinden biri, siyasetçilerin yıllar boyunca toplumu kendi kısa vadeli çıkarları için kutuplaştırıcı dil, sembol ve stratejilerle bölmüş olmaları. Seçimi kazandıracak her şeyin mubah sayıldığı bu siyaset tarzı, yalnızca “öteki”ne değil, bizzat barış fikrine de güvensizlik üretiyor. Meclis’in
Resmi adı “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi” olan “Terörsüz Türkiye Komisyonu” geçtiğimiz hafta çeşitli sivil toplum temsilcilerini ağırladı. Barış ve toplumsal uzlaşı süreçlerinde sivil toplumun katılımı demokrasinin gücünü gösterir; farklı seslerin duyulması kıymetlidir. Ancak bu buluşma, sivil toplumun karanlık yüzüne dair rahatsız edici bir hatırlatmayı da beraberinde getirdi. Komisyona davet edilen bazı örgütler, geçmişte şiddetle
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, 17 Eylül’de açılışını yapan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda yaptığı konuşmada önemli bir çıkış yaptı. Komisyonun İmralı’dan gelen “örgütün tamamen feshi ve silah bırakma” çağrısı üzerine kurulduğunu hatırlatan Kurtulmuş, bu sürecin millet adına denetlenmesi ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerektiğini vurguladı. Ancak en dikkat çekici mesajı, “Türkiye’ye has bir barış



