Batı Savunma ittifakı NATO’nun 70 yılını geride bırakacağı 3-4 Aralık Londra Zirvesi, Batı ile ilişkilerde ciddi bir dayanıklılık testine daha sahne olacak. Gerilimin odağında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasındaki söz düellosu var. Erdoğan, Macron’u Suriye’deki YPG/PKK varlığını meşru göstererek “terörizme destek olmakla”, Macron da Erdoğan’ı terörle mücadele gerekçesiyle Suriye’deki askeri varlığını kabul ettirmekle suçluyor.
Aynı gerekçe, sadece ikili planda değil, 29 üyeli NATO Zirvesinde de kilitlenmeye neden oluyor. Türkiye bir süredir NATO’nun PKK gibi onun Suriye uzantısı YPG’yi de terör örgütü ilan edip Türkiye’yle ortak mücadeleyi kabul etmemesi durumunda İttifakın Baltık devletleri Estonya, Litvanya ve Letonya ile Polonya’yı içeren Rusya’ya karşı savunma planlarını onaylamıyor. Oysa yakın zamana dek, Türkiye bir yandan Suriye’de ve Suriye sınırında askeri faaliyette bulunurken diğer yandan Baltık’taki NATO gücüne gemi gönderiyor, F-16’lar Baltık üzerinde Rusya’ya karşı devriye geziyordu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Biz Baltık ülkelerine yönelik NATO’nun mukabele planına karşı değiliz ama Baltık ülkeleri için istenenin bizim için de istenmesi lazım. Biz de müttefikiz” diye Ankara’nın tutumunu net biçimde ortaya koydu.
Bu durum kararların oy birliğiyle alındığı NATO’da ciddi bir soruna yol açmış bulunuyor.
Zirve öncesi dörtlü toplantı
Almanya Şansölyesi Angela Merkel Türkiye’nin üyeliğini NATO açısından elzem bulduğunu ilan ettiği halde Macron’un Zirve öncesi işi yokuşa sürmesini anlamak için, Zirve toplantısından hemen önce yapılacak dörtlü toplantıya bakmak gerekiyor.
Londra’daki NATO Zirvesinden hemen önce Türkiye, İngiltere, Almanya ve Fransa liderleri bir araya gelip Suriye’nin geleceğini konuşacak. İşin ilginç yanı toplantıyı önerenin Macron olması.
Dört ülke heyetleri ulusal güvenlik danışmanları düzeyinde –Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Dış Politika ve Güvenlik Baş Danışmanı İbrahim Kalın temsil ettiği- 8 Kasım’da İstanbul’da, dörtlü Suriye toplantısının gündemi şu şekilde saptamıştı:
1- Türkiye ile ortak çıkarların, çelişkilerden fazla olduğu saptamasıyla ortak siyaset geliştirmek, Türkiye’nin üzerindeki mülteci baskısını hafifletmek,
2- Başta Suriye ve IŞİD (DEAŞ) olmak üzere terörizmle ortak mücadele ki Türkiye bu çerçeveye YPG/PKK’yı da almak istiyor,
3- Bu dört ülkenin yılda en az bir kez bir araya gelerek ortak güvenlik konularını ele alabileceği bir siyasi düzenek kurmak.
Zirve yaklaşırken Türkiye’nin Rus yapımı S-400 füzelerini ABD’den gelen tehditlere rağmen “kutudan çıkarıp” test amacıyla çalıştırması bir anda NATO Zirvesi ve öncesindeki Suriye toplantısı gündemine fiilen bir madde daha eklemiş oldu. Hem de ABD’yi özellikle rahatsız edecek bir madde…
Macron’ın çıkışı, işte Erdoğan’ın NATO’yu karar almaya zorlayıcı bu hamlesi ardından geldi. Tabii Erdoğan’ın Libya’nın BM tarafından tanınan Fayez Al-Serraj hükümetiyle imzaladığı denizcilik anlaşmasına –petrol arama ihtilafı nedeniyle- Mısır ve Kıbrıs Rum hükümetiyle birlikte tepki gösteren NATO üyesi Yunanistan’ı zorlamasını da hesaba katmak lazım. Erdoğan, Türkiye’nin stratejik konumu nedeniyle vazgeçilmezliğini sonuna kadar oynuyor, bu da Batıda Macron gibi iç ve dış politikada iddiası olan siyasetçilerin çıtayı yükseltmesine neden oluyor.
NATO’dan kopma mı, eksen kayması mı, yoksa…
Çıta yükseldikçe, tartışma Türkiye ile batı arasındaki ilişkilerin dayanıklılık testine dönüşmeye başladı.
ABD ve AB siyasetçileri arasında baş gösteren “Türkiye’yi NATO’dan çıkaralım” tepkilerinin ne siyasi, ne hukuki dayanağı bulunuyor. Zaten Merkel gibi Avrupa’nın, özellikle de Rusya karşısında ortak savunmasını gözeten liderler “Türkiye’yi kaybedemeyiz” cephesi oluşturmaya başladı.
Burada kritik bir konunun S-400’ler karşısında ABD’nin Türkiye’yi ortak F-35 programından çıkarma ve yaptırım uygulama niyeti olduğu görülüyor. Şimdiye dek F-35’ler yerine Rus Su-35’lerin mi alacağı sorusuna her muhatap oluşunda, “F-35’in ortağıyız” yanıtı veren Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın geçenlerde ilk kez F-35 programının dışında bırakılma durumunda başka seçeneklere bakılacağını söylemesi, Ankara’daki büyükelçilikler tarafından dikkatle not edildi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg bu durumda Avrupa savunmasının da yara alacağını birkaç defa söyledi.
Rusya ile yaşanan yakınlaşmaya ve bir anlamda Batıya verilen nispete rağmen Türkiye’nin stratejik tercihlerinde bir değişiklik, Batıdan kopma çabası yok. Ancak Erdoğan’ın ideolojik tercihlerinin de ötesinde, Ankara NATO dâhil Batıyla ilişkilerini daha eşitlikçi bir temele oturtmak istiyor. NATO’nun ortak savunma doktrinine kendi terörle mücadelesini eklemek istemesi de bunun güncel ve önemli bir parçası.
Devletlerarası siyasette bu tür zıtlaşmalar nadiren savaşla ki öyle bir durum yok, genellikle de uzlaşmayla sonuçlanır. Uzlaşma ise tarafların vereceği tavizlerle mümkün olur. Kimin ne kadar taviz verdiği Suriye toplantısı ve NATO Zirvesi sonunda az çok anlaşılmaya başlar.
Yani başlıktaki soruya verdiğiniz cevap insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğünü savunmak gibi, benim de gönlümden geçen değerlerse, siz de yanılıyorsunuz demektir.