Hayır, Doğu Akdeniz değil. Akdeniz’in en uzun sahil şeridine ve Karadeniz’e dolayısıyla Rusya ve Kuzey coğrafyasına açılan kapılarını elinde tutan Türkiye, Doğu Akdeniz’in asli aktörüdür. Muadil aktörü Yunanistan değil, Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna açılan kapıyı elinde tutan Mısır’dır. Libya’da tarihi rakibi İtalya’yı (Türkiye ve Katar sayesinde) alt edemeyen, Lübnan’da kurduğu 1930’lar modeli tasarım, son patlamayla çöken Fransa şimdi Yunanistan’ın Türkiye’yi dar sahil şeridine hapsetme planlarına arka çıkarak Doğu Akdeniz’de tutunmaya çalışıyor. Emmanuel Macron bir yandan jet-ski üzerinde tatil pozu verirken, diğer yandan uçak gemisini Yunanistan donanmasıyla tatbikata gönderirken ne inandırıcı ne de caydırıcı görünüyor zaten. Bir de Türkiye’nin burnunun dibindeki enerji kaynaklarında hakkını araması yanlış, Fransa’nın kuş uçuşu 2300, deniz yoluyla 2600 kilometre ötede hakkı var, öyle mi?
Ayrıca, Alman Die Zeit gazetesinde muhtemel turistlere hitaben “Antalya’ya gitmeyin, birazdan savaş çıkabilir” haberi Türkiye’ye uygulanan baskının boyutlarını gösteriyor. Erdoğan’ın bölgesel politika açması Doğu Akdeniz değil ama, uzlaşma olmadan atılacak her geri adım, ciddi hak kaybına yol açabilir.
Suriye mi, Libya mı?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Suriye iç savaşına müdahale yöntemi yanlıştı ama Türkiye 913 km sınırı olan Suriye’deki iç savaşa da bigâne kalamazdı. Göçmenler boyutuyla kalamazdı, terörizm boyutuyla kalamazdı, uluslararası ticaret boyutuyla kalamazdı; müdahil olması değil, müdahale yöntemi, amacın komşudaki iktidarı devirmek olarak belirlenmesi yanlıştı. Sonuçlarını hep beraber yaşıyoruz. Ama Erdoğan’ın Suriye’de çözüm için atması gereken adımlar da belli, bir açmazı yok yani.
Suriye’nin aksine Türkiye Libya’da BM tarafından tanınan hükümeti muhatap aldı. Aslında Libya konusunda harekete geçilmesi de Yunanistan’ın Türkiye’nin Akdeniz çıkışını Meis-Rodos aralığındaki yaklaşık 100 kilometreye sınırlamak istemesiyle ortaya çıktı. Fakat Türkiye’nin devreye girmesiyle Libya’daki durum değişti. Birkaç hafta içinde sahadan silinmesi beklenen Feyiz el-Sarrac hükümeti şimdi destekçilerinin isyancı Halife Hafter’i masaya oturtmasını bekliyor. ABD’nin petrol ihraç limanı Sirte’nin askerden (ki şu anda Hafter’in elinde) arındırılmasını öneriyor. Yeter ki petrol akmaya devam etsin. Öte yandan Türkiye’nin bu çizgiyi başarıya ulaştırırsa kazanacakları var, enerjiden altyapıya dek. Yani Libya’da da Erdoğan’ın açmazı olduğundan değil, sürdürülebilirlik sorunu olduğundan söz edebiliriz.
Erdoğan’ın açmazı daha derinde
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, 13 Ağustos’ta kendi çabalarıyla İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) normalleşme anlaşması imzaladıklarını duyurdu. (Aynı gün Yunanistan da İsrail’e kendisine Heron insansız hava araçlarını ödünç verdiği için teşekkür ediyordu. İsrail’in amacı Fransa, ya da Yunanistan’dan farklı: İsrail’in amacı Türkiye’yi kendisiyle yeniden barışmaya, kendi koşullarıyla zorlamak.) Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’ye karşı her taşın altından çıkan BAE’ni Filistin davasını satmakla suçladı.
BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid (uluslararası politikada MBZ diye anılıyor) ve Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman (o da MBS) Türkiye’ye karşı her hareketin destekçisi. Başta dini bütün bir Cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan’ın bulunması, İslamcı kökleri olan AK Parti’nin hükümette olması onları engellemiyor. Mısır, Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Libya’da en önemli rakibi. Zaten Mısır’da Abdül Fettah Sisi darbesinin arkasında da Türkiye’yle iyi ilişkiler kuran seçilmiş Başkan Muhammed Mursi’yi deviren Suudi ve BAE yönetimleri vardı. Kuveyt ve Bahreyn da onlarla birliktedir.
Kavm-i necibin Türkiye alerjisi
Erdoğan, Türkiye’de halka Orta doğu halklarının Osmanlı yönetimini özlediğini anlatmaya çalıştıkça, Arap yönetimlerinin Türkiye karşıtlığı tırmanıyor.
Erdoğan’ın açmazı, bir yandan Müslüman dünyanın liderliğine soyunmak isterken, diğer yandan kendilerine “kavm-i necip” yani “soylu halk” adını takan Arap dünyasında sadece kendilerine dört asır kılıçla hükmeden Türk sıfatıyla algılanmasıdır. Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasının Sünni Arapların umurunda olmaması, hatta Erdoğan’ın yaptığına karşı durup Batı’ya yaranmak amacıyla tepki göstermeleri, sanırım en çok Erdoğan’ın canını acıtmıştır.
Sünni Arap kabileleri bundan bir asır önce önce Türkiye’ye karşı İngiliz ve Fransızları Orta Doğu’ya çağırıp işbirliği yapmış, onlar (ve petrol) sayesinde devletler kurmuşlardı. Bugün aynı kabilelerin Türkiye’ye karşı Batıyla hatta bir zamanlar diplomatik ilişkisi var diye Türkiye’yi kınadıkları İsrail ile iş birliği yapmaları şaşırtıcı değil. Libya ve Katar’ı halihazırdaki çıkar birliği nedeniyle ayrı tutarsak, Arapları birleştiren şeyin artık İsrail değil Türkiye karşıtlığı olduğu söylenebilir.
Şaşırtıcı olan Erdoğan’ın bunu görmek istememesi. Çünkü bu noktada Erdoğan’ın ideolojisi ile siyaseti çelişiyor. O yüzden Erdoğan’ın en büyük açmazı bu.