Ankara Libya’ya sevinirken kötü haber Rusya’dan geldi.
Şimdi Libya deyince çoğunuzun aklına Türkiye’de her gün bir büyük yolcu uçağı dolusu insan ölürken, her gün 50 bin insan hastalanırken ve aşı sıkıntısı yaşanırken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Libya’ya 150 bin doz aşı hediye etmesi gelecek.
Ne 150 bin doz Türkiye’yi batırır ne Libya’yı çıkarır. Ancak bu kararın Libya için simgesel algısı ne kadar olumluysa, Türkiye kamuoyundaki algısının da o kadar olumsuz olduğu görülüyor. Halkın hafızasında bu son salgın tırmanışında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “lebalep” doldurmakla öğündüğü Kongre salonlarının payı henüz taze. Ama bu yazının konusu o değil.
Libya Başbakanı Abdülhamid Bideyde, 12 Nisan’da bütün bakanlar kurulunu getirdiği Ankara’dan sadece 150 bin doz aşı değiş beş anlaşmayla döndü. Türkiye Libya’da 4 enerji santrali, Trablus havalimanı yolcu terminali ve Trablus’ta bir AVM inşa edecek. Bunlar işin görünen yanı. Askeri anlaşmalar ve petrol anlaşmalarını şu anda göremiyoruz.
Libya, Mısır, Yunanistan
Erdoğan’ın iki yıl önce isyancı güçlere karşı başkent Trablus’ta sıkışmış hükümeti desteklemesinin getirileri, alınan bütün risklere rağmen götürülerinden fazla oldu.
İsyancıların başındaki Halife Hafter’i Mısır’dan Birleşlik Arap Emirliklerine, Rusya’dan Yunanistan’a, Fransa’ya dek geniş bir koalisyon destekliyordu. Türkiye’nin desteklediği Feyiz Sarrac güçlerinin Trablus savunmasından saldırıya geçmesindeki dönüm noktalarından birisi, Türkiye’den gönderilen TB-2 SİHA’larının Rus Pantsir hava savunma füzelerini etkisiz hale getirerek Trablus havalimanını geri alması olmuştu. Hafter büyük kaybedecekken Rusya ve Fransa ateşkes istedi. Hafter’in mâli destekçisi BAE, ABD baskısıyla geri çekilince uzlaşma sağlandı, yeni bir hükümet yeni bir Başkanlık Konseyi kuruldu.
Yaşananların en çıplak özeti Yunanistan Başbakanı Kriyakos Miçotakis’in 6 Nisan’da Başbakan Dibeybe ve Konsey Başkanı Muhammed Manfi’yi ziyareti oldu. Manfi, geçen yıl, kendisini Atina Büyükelçisi atayan Trablus hükümetine bağlı kaldığı için Miçotakis tarafından “istenmeyen kişi” ilan edilerek Atina’dan gönderilmişti. Miçotakis, Trablus’tan Türkiye ile imzaladığı deniz yetki alanlarının iptalini isteyince, Atina’ya eli boş döndü.
Erdoğan’ın Mısır siyasetinin sonu
Bu arada Türkiye’nin Mısır ile görüşmelere başladığı açıklanmıştı. Libya’da uzlaşma sürecinde istihbarat örgütleri arasındaki irtibat, dışişleri bakanlıkları üzerinden siyasi görüşmelere dönüşmüştü.
Türkiye’nin Mısır ile ilişkileri 2013’te Müslüman Kardeşler “İhvan-ı Müslimin” üyesi seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el-Sisi tarafından -örtülü ABD onayıyla- Suudi Arabistan destekli darbeyle devrilmesi nedeniyle kesmişti.
Yunanistan’ın Mısır’ı Türkiye’yle yakınlaşma nedeniyle protesto ettiği sırada Suudi Arabistan destekli El Arabiya’nın, “Mısır, Türkiye’yle görüşmeyi reddetti” haberi ortalığı karıştırdı. Ancak bu haberin hemen üstüne, 10 Nisan’da, Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şükrü’nün Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ilke görüştüğü açıklandı. Üstelik Çavuşoğlu kendisini “Ramazan tebriki” için aramıştı. Çavuşoğlu’nun acaba diğer Müslüman ülkeleri de Ramazan tebriki için arayıp aramadığı açıklanmadı. Ama ertesi gün Şükrü, Türkiye’den gelen mesajların memnuniyet verici olduğunu Mısır basınına söyledi. Mısır’ın talepleri arasında Türkiye’den yayın yapan -muhalif Mısır medyasının en azından Sisi’ye hakaret eden yayınlara son vermesi olduğu biliniyordu.
Dışişleri ve Milli Savunma Bakanlıklarının Doğu Akdeniz’deki siyasi, askeri ve ekonomik dengenin Türkiye lehine değişmesi için Mısır’la (ve İsrail’le de) ilişkilerin düzeltilmesini istediği Ankara’da bir süredir biliniyordu. Gelinen aşamayı Erdoğan’ın ideoloji odaklı Mısır siyasetinin Türkiye’nin çıkarları yönünde son bulması olarak okumak mümkün.
Rusya’dan gelen kötü haber
Çavuşoğlu-Şükrü görüşmesinin yapıldığı 10 Nisan günü Erdoğan İstanbul’da Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ile görüşüyordu. Bir gün önce telefonla Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşmüştü. Bu görüşmede sadece Ukrayna-Rusya gerilimi, Karadeniz’e geçecek ABD gemileri, sadece Montrö ve Kanal İstanbul konuşulmadı. Erdoğan’ın Rusya’dan -son derece gecikmiş- Sputnik-V aşı talebi ve Rus turistlerin Türkiye’ye gelmeye devam etmesi talebi de konuşuldu. Onların sağlığına özel önem verilecekti.
Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın 11 Nisan’da “Rusya ve Ukrayna arasındaki sorunların müzakere ile çözülmesini” istedi, “Karadeniz’de ve bölgede yaşanacak her tür gerilim ve çatışma herkesin zararınadır” dedi. Beştepe, Putin’le görüşmenin Kremlin’in Erdoğan’ı “anlamasını” sağladığına inanıyordu.
Oysa tam Erdoğan Libya heyetiyle görüştüğü sırada, Rusya Dışişleri Bakanından köşeli bir açıklama geldi. Lavrov o sırada Kahire’deydi. Sisi ve Şükrü ile görüşüyordu. Bir gazeteci Türkiye’nin Ukrayna’ya TB-2 insansız uçakları satışını sorunca, “Kiev’in militarist eğilimlerini teşvik etmekten kaçınması tavsiyesinde” bulundu.
Biraz sonra da Rusya’dan Türkiye’ye uçak seyahatlerini haftada iki seferle kısıtladığı haberi geldi.
Rusya yine turizm kartını çekti
Görülebileceği gibi uluslararası siyaset mücadelesi kızışıyor. Türkiye pandemi sonrası dünya düzeninde kendisine daha fazla yer açmak istiyor doğal olarak.
Ankara’nın Washington ile sorun çıktığında Moskova ile flört etme siyaseti Erdoğan’ın icat ettiği bir taktik değil. 1950’lerde Adnan Menderes, 1960’larda İsmet İnönü, 1970’lerde Süleyman Demirel ve 1980’lerde Turgut Özal tarafından kullanıldı. Erdoğan bunu Putin ile çok özel ilişkiler yoluyla bir adım öteye taşımaya 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi ardından karar verdi; ABD’ye inat Rusya’dan S-400 füzesi alım anlaşması bu kararın dünya çapında yankılanan kanıtı oldu.
Oysa bu süreçte Erdoğan, Putin’e açık verdi. Putin, Erdoğan’ın zayıf noktaları arasında inşaat, turizm ve tarım ihracatı olduğunu saptadı. 2015’te Suriye sınırında Rus uçağının düşürülmesi olayı ardından ortaya çıkan krizde Rus turistler gelmez oldu, Rusya’daki Türk inşaat firmalarının hareketleri kısıtlandı ve tarım ihracatı hasar gördü. Bu alanlar 2016 Haziran’ında Rusya ile barışma ardından rahatladı. Rusya’yla barışmadan üç hafta sonra da Erdoğan’ın arkasında Fethullah Gülen üzerinden ABD’yi gördüğü darbe girişimi oldu.
Putin’in uçuşları kısıtlaması turizm kartını yine çektiğini gösteriyor. Sırada (Kanal İstanbul için de kilit önemdeki) inşaat sektörü ve tarım ihracatı varsa, bu ekonomiyi, tam da kovit salgını ortamında daha da sarsabilir.
Bir yandan ABD, bir yandan Rusya
Ekonominin daha da sarsılması, Erdoğan’ın siyasi planlarını da olumsuz etkileyebilir.
Erdoğan, ABD (ve artık AB) ile sorunları Rusya ile nispet yaparak dengelemeye çalışırken ikisinin arasında kalabilir. Bu durumda Batı ittifakından, NATO’dan ayrılma, ya da Montrö’den çıkma gibi bir yola -artık herhalde- girmeyeceğine göre, tıpkı Mısır politikası gibi 2010’dan itibaren attığı ideoloji odaklı adımların çoğunu geri alabilir.
İyi haberlerin kötü haberlerin gölgesinde kaldığı günlerden geçiyor, risk almanın sınırlarında geziniyoruz.