Aslında şunu söylemek daha doğru: Kıbrıs görüşmelerinden Avrupa Birliğinin hayalini kurduğu bir sonuç beklemeyin.
O tren Kıbrıs Rum topumu 24 Nisan 2004’teki halkoylamasında o zamanki BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından sunulan “yeniden birleşme” planına “hayır” dediğinde kaçtı. Dahası Türkiye’ye verilen sözlerin tersine, ödül olarak AB üyesi yapıldı. Hem de Kıbrıslı Türkler istemediği halde onları da temsil iddiasıyla.
İsviçre’nin Cenevre şehrinde BM Genel Sekreteri Antonio Gutterres gözetiminde 27’da başlayan Kıbrıs görüşmelerinden yeni sonuç, yeni sonuçlar çıkabilir. Ancak Kıbrıs Rum toplumu, Kıbrıs Türk toplumunun siyasi eşitliğini kabul etmedikçe o sonuçların hiç birisi “yeniden birleşme” ile sonuçlanacak gibi görünmüyor.
Bakın İsveç Dışişleri Bakanı ve Başbakanı olmuş deneyimli Avrupa siyasetçisi Carl Bildt 27 Nisan’da Twitter’de yayınladığı mesajında ne dedi?
• “Trajedi Kıbrıs Rumlarının 2004’teki Annan Planını reddetmesiydi. Kıbrıs Türkleri kabul etmişti. Bu olmasaydı bugün Kıbrıs ve Doğu Akdeniz için her şey daha iyi olacaktı.”
Şimdi, aslında Türkiye’nin yıllardır desteklediği bir formatta, 5+1 formatında toplanıldı Cenevre’de.
Nedir 5+1 formatı?
1960 Kıbrıs Cumhuriyeti anlaşmasına taraf olan Tük ve Rum toplumları liderlikleri ile o anlaşmaya “garantör” olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere hükümetleri 5 ediyor, 1 de toplantıların BM gözetiminde yapıldığını gösteriyor.
Türkiye dışında diğer taraflar Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni, Türkiye’de Rumların kontrolündeki, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımadığı için toplantılar “gayrı resmî” yapılıyor. Bir nevi “istikşâfi” toplantı, Türkiye ve Yunanistan arasında yapıldığı türden; yani anlaşma zemini kalıp kalmadığını “keşfedecekler”.
Toplantıya Kıbrıslı Türk ve Rum cumhurbaşkanları Ersin Tatar ve Nikos Anastasiadis, Türk, Yunan ve İngiliz Dışişleri bakanları Mevlüt Çavuşoğlu, Nikos Dendias ve Dominic Raab katılıyorlar.
Cenevre öncesi bir de “gayrı resmî” İngiliz Planı ortaya atıldı. Londra hâlâ “yeniden birleşmeyi” zorluyor, daha doğrusu zorluyor görünmek istiyor. Çünkü daha ilk aşamalarında planın “dostlar alışverişte görsün” türünden, “biz üstümüze düşeni yaptık” demek için hazırlandığı anlaşıldı.
İngiliz Planı ne işe yaradı?
İngilizler de Planın işlemeyeceğinin tek nedeni olarak Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini kabul etmemesi, onları azınlık statüsünde tutmak istemesi olduğunu saptadı. Sadece saptamakla kalmadı, bu saptamayı ABD dahil dost ve müttefikleriyle “gayrı resmî” olarak paylaştı.
Dolayısıyla İngiliz Planı, mevcut haliyle “yeniden birleşme” çabalarının Rum tarafının Türklerin kendileriyle eşit olduğunu kabul etmemesi nedeniyle olamayacağının kayda geçirilmesi işine yaradı. Bu, muhtemelen Cenevre görüşmelerinin en somut sonuçlarından biri olacak. 2017’de Anastasiadis ile o zamanki KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı arasındaki Crans Montana görüşmelerinin da -aynı nedenle- çökmesi sonrasında dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı Jack Straw’un sözlerini hatırlatmak lazım:
• “Türk ve Rum Kıbrıslılar arasında anlaşmazlığa, sadece bölünmüş bir Ada son verebilir.”
Bu yaklaşımın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bir süredir “İki devletli çözüm” demesinden pek farkı yok. Şimdi ona geliyoruz.
Erdoğan’ın iki devletli çözüm önerisi
Bu öneriye Yunanistan ve Kıbrıs Rum hükümetleri dışında en açık itiraz önceki KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’dan geldi. Akıncı, Soli Özel ve Barçın Yinanç ile mülakatında, Erdoğan’ın önerisinin “Güney Kıbrıs’ı rahatlatacağını” söyledi. Akıncı’nın saptaması, Kıbrıslı Rumların hâlâ Türklerle eşitçe yaşamayı istediği ama Türkiye’nin önerisini reddetmelerine gerekçe yapacağı varsayımına dayanıyor. Doğrusu bu, tezlerini kendi ihtiyaçlarına göre değil, karşı tarafın buna ne diyeceği üzerine kuran, edilgen bir diplomasi anlayışı. Oysa Akıncı 2017’de Crans Montana masasından Rumların eşitliği kabul etmemesini “Maksimalist talep” bularak kalkmıştı.
Öte yandan Erdoğan’ın “iki devletli çözüm” demesinin ve Maraş’ı yerleşime açma tehdidinin Kıbrıs Rum tarafında belli bir değişime yol açtığı görülüyor. Örneğin, anketlerde şimdiye dek pek rağbet edilmeyen “İki bölgeli, iki toplumlu federasyon” çözümünün, kısa sürede Kıbrıs Türkleri tarafından öteden beri benimsenen yüzde 70’ler oranına vardığı görülüyor.
İlk bakışta Erdoğan’ın “ayrı devlet” derken yani KKTC’nin BM tarafından kabulü gibi mevcut koşullarda gerçekleşmesi zor bir talebi öne sürerken “konfederasyon” çözümünü zorlandığı düşünülebilir.
İlk “hayır” diyen olmama toplantısı
Oysa federasyona “razı” görünürken dahi Türklerin eşitliğini kabul etmeme kibiri içindeki Kıbrıs Rumlarının Türkleri eşit devlet kurucusu olarak kabul etme ihtimali gerçekçi değil. Yunanistan üzerinden AB’nin tam desteği arkasında oldukça Anastasiadis’in rahatını bozması mümkün görünmüyor.
Önemli bir nokta daha var. Ankara artık oyalama taktiklerinden bıkmış görünüyor. Kuzey Kıbrıs’ta son seçimleri Ankara’nın desteğini arkasına alan ve belki de aldığı için kazanan Tatar’ın kazanması da bu yaklaşımın KKTC’de belli bir karşılığının olduğunu gösteriyor.
Aslına bakarsanız, Cenevre’ye KKTC de Türkiye de, İngiltere de ve hatta Yunanistan da “ilk hayır diyen olmama”, oyunu bozan taraf olmama niyetiyle, karşı tarafın açıklarını kayda geçirme niyetiyle gitti. Tek istisna Kıbrıs Rum tarafı olabilir. Ne olursa olsun, kendilerinin da Almanya, Fransa, ya da İtalya ile eşit oya sahip olduğu AB’nin arkalarında olacağı ve kaybedecekleri bir şey bulunmadığı güveniyle hareket ediyorlar.
Yine de dönüm noktası olabilir
Kilit sözcük zaten bu: Kıbrıslı Rumların çözümsüzlükten kaybedecekleri bir şey yok. AB’den fonlar akmaya devam ediyor. Böylelikle Türk tarafına “Kaybeden sizsiniz propagandasıyla” -uzlaşmacı değil- teslimiyetçi bir çizgiye zorlamak istiyorlar.
Dolayısıyla Cenevre toplantısı bir dönüm noktası olabilir. O da Kıbrıs Rum hükümetinin, bir toplumun en doğal hakkı olan siyasi eşitlik hakkını tanımadığı sürece Kıbrıs’ta bir değişikliğin olmayacağının artık en geniş zeminde saptanmasıdır. Kıbrıs Türk halkı üstlerinde Kıbrıs Rum vesayeti olmadan yaşamak istiyor, Türkiye’nin bir vilayetine dönüşmeden yaşayabilmesinin yolunun da buradan geçtiğini biliyor.
Ankara’nın bundan sonra başka görüşme olacaksa mutlaka süre konulması talebinin bu nedenle bir mantığı var. Azerbaycan’ın topraklarını Ermenistan işgalinden ancak zor yoluyla kurtarabilmiş olmasının getirdiği bir örnek var ortada. Süre konulmamış müzakerelerin bir sonucu zorlamadığı ortada.