CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorunu konusunda sergilediği yeni tutum siyasette yeni ve hararetli bir tartışma başlattı. CHP’nin bu HDP’yi Kürt sorunun çözümünde meşru muhatap, çözüm zeminini de TBMM olarak net biçimde ifade eden bu tutumu 2023 Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerine gidişte siyasetin tonunu belirlemeye, sonucu etkilemeye aday. Öyle ki, tartışmanın ilk adımı neredeyse Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD dönüşünde “Kürt sorunu vardır” ya da “Kürt sorunu yoktur, PKK terörü sorunu vardır” demesine kilitlenmiş durumda.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin HDP’nin meşruiyetini vurgulayan CHP’yi PKK safında ilan etmesi, bu bakımdan Erdoğan’ı daha da zorlayabilir. Madalyonun diğer yüzünde ise HDP’nin de kendisine yeni bir tutum belirleme çabası ve bu çabayı bağımsız bir parti olarak rüştünü ispata vardırıp vardıramayacağı önem taşıyor.
Bu görünümün iki gizli ama bir o kadar önemli aktörü var. Birincisi, İYİ Parti TBMM Grup Başkan Vekili Musavat Dervişoğlu’nun Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya’ya verdiği TBMM meşruiyeti yanıtı. İkincisi de Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu’nun Politik Yol’dan Murat Aksoy’a “iktidar değişirse muhafazakârların kazanımlarını kaybedeceğine ihtimal vermediğini” söylemesi. İYİ Parti’nin tutumu milliyetçi kesimdeki bazı tabuları yıkıcı niteliktedir. Karamollaoğlu’nun söylemi ise özellikle AK Parti’nin hedeflediği muhafazakâr, dindar Kürt seçmende belli bir yankı bulmaya aday.
Tartışmanın bundan sonraki seyrini kestirebilmek için birkaç gün içinde nasıl geliştiğine kısaca bakalım.
Tartışmanın yönü nasıl değişti?
“Kürt sorunu mu, PKK sorunu mu?” tartışmasının kökeninde 2015 seçimleri var. Bu seçimler öncesi ABD ile Suriye’de PYD/YPG üzerinden iş birliği yapan PKK’nın “çözüm sürecinde” yeni pazarlık açması, HDP’nin o zamanki eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Seni Başkan yaptırmayacağız” sözü ve 7 Haziran seçimlerinde AK Parti’nin Meclis çoğunluğunu kaybetmesi dönüm noktaları oldu. 7 Haziran seçimi sadece yasadışı PKK lideri Abdullah Öcalan üzerinden MİT ve HDP aracılığıyla yürütülen “çözüm sürecinin” sonu olmakla kalmadı. Böylelikle Erdoğan’ın 2005 Diyarbakır konuşmasındaki “Kürt sorunu benim de sorunumdur, biz çözeceğiz” tutumu da son buldu. MHP’nin desteğiyle 1 Kasım’da yeni bir seçime gidildi. O arada doğu ve güneydoğuda kanlı bir çatışma süreci yaşandı. 2016’da Erdoğan’ın ilk planda eski müttefiki Fethullah Gülen, onun arkasında da ABD’yi gördüğü 15 Temmuz darbe girişimi yaşandı ve Erdoğan 2017 halkoylamasıyla, Bahçeli’nin deyişiyle Türk Tipi Başkan oldu.
Bu aynı zamanda asker, polis ve istihbarat işbirliğiyle yürütülen güvenlik operasyonlarının, yerli İHA ve SİHA gibi teknolojik avantajların sayesinde PKK’ya sadece Türkiye değil Suriye ve Irak’ta da kayıplar verdirdiği bir dönem oldu. Bir unsur da özellikle 2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere CHP’nin büyükşehir belediye başkanlıklarını kazanması ardından MHP ve AK Parti’nin CHP ile İYİ partinin arasını açmak için CHP’yi HDP ve onu da PKK ile özdeş gösteren propagandasıydı.
Bu dönem zirveye MHP’nin HDP’nin kapatılması ve milletvekilleri dahil yönetici konumdaki bütün isimlerinin siyasetten yasaklanması talebiyle zirveye ulaştı.
Tartışmanın yönünü değiştiren Kılıçdaroğlu’nun son çıkışı oldu.
TBMM zemininde meşruiyet arayışı
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM genel Kurulu için ABD’ye yola çıktığı 19 Eylül günü, Kılıçdaroğlu’nun Günel Cantak’ın “Bay Kemal ve İttifakları” belgeselinin ilk bölümü yayınlandı. Kılıçdaroğlu şunu söylüyordu:
• “Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var. Kürt sorunu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. Devlet dediğiniz kurum gayrimeşru bir organla muhatap olmaz. Erdoğan bunu yaptı. Devleti, İmralı ile muhatap kıldı. Mesela İmralı meşru bir organ değil.
• “Meşru organ kimdir? HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var. Parlamentoya gelmiş, dolayısıyla parlamentonun içinde bulunuyor görevini yapıyor. Dolayısıyla eğer bu sorun çözülecekse meşru bir organla da biz bu sorunu çözebiliriz”.
Tuhaftır ki bu sözlere ilk tepki MHP lideri Bahçeli’den değil, HDP’nin önceki eşbaşkanı Sezai Temelli’den geldi. Temelli, “Muhatap İmralı’dır” dedi. Bu bir siyasi gaf olmakla kalmayıp siyaseten de yanlıştı: hem HDP’yi, hem HDP’nin Meclis’teki varlığını, hem de Meclis’in varlığını yok saymak anlamına geliyordu. Nitekim önce Edirne Cezaevindeki Demirtaş, sonra HDP eşbaşkanı Mithat Sancar, “Kürt sorununa çözümde HDP ve TBMM muhataptır” diye Temelli’yi yalanladı, o da “şahsi görüşümdü” demek zorunda kaldı.
Dengeler değişiyor
İşte bu noktada Dervişoğlu’nun açıkladığı İYİ Parti tutumu dengeyi değiştirdi. Madem TBMM çatısı altında herkes birlikteydi, o zaman karşı da olsan seçmen iradesine saygılı olmak zorunluluğu vardı.
Bahçeli bu aşamada devreye girdi ve şunları söyledi:
• “HDP’yi meşru organ görmek demek, PKK’yı muhatap almak demektir. CHP yönetimi siyasi ikbal ve istikbalinin çürük şifrelerini Kandil mağaralarının pespaye karanlığında bulmak üzere harekete geçmiştir.
• “Türkiye’de Kürt sorunu diye bir sorun yoktur. (…) CHP ile HDP, yedek kulübesinde ısındırılan İP ile birlikte küresel emperyalizmin dümen suyuna girmişler, bayatlamış bir senaryo kapsamında Kandil’den İmralı’ya kadar adı konulmamış bir müzakere köprüsü kurmuşlardır.”
Bu sözlere Kılıçdaroğlu’dan önce Deva Partisi lideri Ali Babacan yanıt verdi. Babacan Twitter hesabından “Kürt sorunu vardır ve çözümün adresi siyasettir” dedi.
Kılıçdaroğlu’nun 22 Eylül’de yayınlanan Bahçeli’ye yanıtı ise İYİ Parti’den gelen pas çizgisinde oldu:
• “HDP’nin TBMM Başkanvekilliği yaptığı zaman el kaldırıp söz istemesinler. El kaldırıp söz istiyorlarsa nasıl istiyorlar? Biraz mantık olur.”
Kürt siyasetinde “yenilgi yorgunluğu”
Bu arada, CHP’nin çıkışının sadece HDP değil, PKK çizgisindeki oluşumları de ters köşede bıraktığı görülebiliyordu. PKK çizgisinde yayın yapan Yeni Özgür Politika gazetesinde Veysi Sarısözen şöyle yazıyordu:
• “Kılıçdaroğlu’nun HDP’ye biçtiği misyondan hiç kimse rahatsızlık duymaz. Rahatsızlık İmralı ve Kandil’in inkarı mümkün olmayan misyonunu yok saymasıdır.”
Benzeri tutumu Öcalan’ın avukatlığını üstlenen Asrın Hukuk Bürosu açıklamasında da görmek mümkündü. HDP’yi önemsiyor görünse de asıl adresi Öcalan ve PKK merkezinin bulunduğu Kandil olması gerektiğini söyleyen bir telaş göze çarpıyor. Oysa kamuoyunda Kandil’in eski gücünde olmadığı kanısı mevcut. Bir yandan Türk güvenlik operasyonları, diğer yandan PKK’nın -ABD’den aldığı eğitim, silah ve maddi desteğe rağmen- Suriye’de insan kaynaklarını, Irak’ta mevzilerini kaybetmesi Kandil’in gücünü zayıflatan unsurlar. Irak Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) bu durumun farkında ve Türkiye’de sadece iktidardaki AK Parti ve HDP değil, artık ana muhalefet CHP ile de irtibat kurmuş halde, gelişmeleri yakından izliyorlar.
Şu anda Kürt sorununa yasal ve meşru siyaset zemininde çözüm imkânını güçlendiren bir unsur daha var. Bunu bir süre önce merkezi Diyarbakır’da bulunan Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin (DİTAM) düzenlediği bir video konferansa katılanlar özellikle vurgulamış, en net ifade edense o sırada güneydoğu turunda bulunan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu olmuştu.
Tanrıkulu’na göre Kürt siyasetçiler de Kürt seçmen de kendilerini sürekli olarak yeni baskı, hapis ve yenilgilere mahkum eden mevcut mücadele çizgisinden hüsrana uğramış, yorulmuştu. Ayrılıkçı çizgi yerine Türkiye’nin yönetiminde pay sahibi olmak istiyorlardı. Tanrıkulu, “Burada bütün muhalefet partilerine iş düşüyor” diyordu.
CHP’nin yeni Kürt sorunu tutumu o nedenle önümüzdeki seçimlere gidişte siyasetin tonunu değiştirmeye aday.