Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) güçlü ismi, Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid el Nahyan birkaç ay öncesine dek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yönetiminin Türkiye’ye karşı her hamlenin arkasında gördüğü kişiydi. Hisler karşılıklıydı. Uluslararası siyasette isminin baş harfleriyle MBZ olarak anılan Prens de Erdoğan’ı, terörist örgüt saydığı Müslüman Kardeşlerin (Katar’la birlikte) en önemli destekçisi görüyordu.
Erdoğan’a göre Mısır’ın Müslüman kardeşler üyesi Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin 2013’te askeri darbeyle devrilmesi arkasında MBZ vardı. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde Fethullah Gülen örgütüne maddi destek veren de oydu. Libya’da Türkiye’nin desteklediği Libya hükümet güçlerine karşı, Rusya ve Mısır ile birlikte BAE vardı.
MBZ 24 Kasım’da Ankara’ya geldi, Erdoğan tarafından askeri törenle karşılandı. İmzaladıkları anlaşmalara göre BAE, son iki ay içinde Türk lirasının değer kaybı nedeniyle yüzde 30 ucuzlayan Türkiye’nin ekonomik varlıklarının kontrolü altına alan Varlık Fonu üzerinden ciddi dış kaynak sıkıntısı çeken Türkiye’ye 10 milyar dolar aktaracaktı.
Müslüman Kardeşler ihtilafının yerini paranın kardeşliği alıyordu.
BAE ile rüzgâr nasıl döndü?
BAE, Orta Doğu’da ABD ve İsrail’e en yakın Arap ülkesi. MBZ, 13 Ağustos 2020’de Washington’da ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile “İbrahim Anlaşması” imzalamıştı. Erdoğan o zaman, bu anlaşmayı Filistin halkına ihanet sayarak kınamıştı. Bugün ne Trump ne Netahyahu iktidarda ama MBZ Ankara’da Erdoğan ile tokalaşıyor.
Bu değişim nasıl oldu?
2021 başından itibaren Türkiye-BAE ilişkilerinde bir de Sedat Peker etkeni ortaya çıktı. YouTube üzerinden Erdoğan’ın AK Parti hükümetini, özellikle de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu ve hedef alan suç örgütü lideri Peker yayınlarını BAE’de yapıyordu. Bu nedenle son yakınlaşmanın sadece Türkiye’nin Müslüman Kardeşlere (İhvan-ı Müslimin, kısaca İhvan) verdiği desteği kesmesine karşılık Abu Dabi’nin de Peker’i susturması ekseninde geliştiği düşünüldü.
Doğrusu yakınlaşmada bunun da payı oldu. İstanbul’dan Arap dünyasına yapılan İhvan yayınlarını kısıtlaması ardından BAE yönetimi de Peker’in YouTube yayınlarını kısıtladı, Twitter’da da Erdoğan’ı hedef almamasını sağladı.
Ama rüzgâr önce Libya’da dönmeye başladı.
Libya, Doğu Akdeniz, İran
Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip Türkiye’yi sahil şeridine hapsetme hamlesine karşı Türkiye, Libya’nın BM tarafından tanınan hükümetiyle Kasım 2019’da yeni bir deniz sınırı anlaşması imzaladı. Böylece Libya’daki iç savaşa hükümet safında taraf oldu. Türkiye’nin askeri desteğiyle Libya hükümeti kesin yenilgiden kurtuldu. Almanya ve İtalya’nın devreye girmesiyle ateşkes sağlandı. Libya hükümetine karşı Rusya ve Mısır’a maddi destek olan BAE, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz projeleri dahil, kendisine kârdan çok zarar getiren girişimlerden çekildi.
Covid-19 salgınıyla birlikte BAE, Katar gibi Basra Körfezi ülkelerinin Avrupa ile tedarik zinciri Süveyş Kanalına bağımlı hale geldi. BAE bu bağımlılığı Türkiye- ve İran üzerinden kara yoluyla Basra Körfezine kamyon hattı kurarak kırmak, böylelikle 18-20 gün süren taşımayı 3-4 güne indirmek istiyor. ABD’de Joe Biden Yönetiminin İran ile yeniden nükleer görüşmelere başlama niyeti, İsrail’de işbaşına gelen Naftali Benet hükümetinin daha esnek tutumu, BAE’nin tedarik zincirini Türkiye-İran hattına kaydırmasını mümkün kılıyor; tabii Türkiye’nin onayıyla.
Ama sadece bu da değil.
“Ekonomik Kurtuluş Savaşı” BAE ile mi kazanılacak?
Erdoğan’ın kendisini devirmek dahil her türlü Türkiye-karşıtı hamlenin arkasında gördüğü Şeyh Muhammed bin Zayid’i sadece İran üzerinden ticaret rotası açmak için Beştepe’ye davet edip en üst düzeyde ağırladığını düşünmek saflık olur.
Öncelikle MBZ’nin Türkiye’ye geleceği haberlerinin çıktığı sıralarda, 18 Kasım’da Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Yitzak Herzog ve ardından Başbakan Naftali ile telefonda dostluk görüşmeleri yaptığını hatırlamak lazım. Acaba İsrail birdenbire Filistin halkına iyi davranmaya başlayıp Erdoğan’ın gönlünü mü kazandı? Yoksa birileri Erdoğan’ı İsrail’le aradaki buzları eritmeden ABD ile yakınlaşmanın zor olacağına mı ikna etti?
Şu anda Erdoğan’ın tek gerçeği 2023 seçimlerinde iktidarı korumak. Bu amaçla ekonomiyi toparlaması, seçmenin cebine para koyması gerekiyor. Döviz kurunu düşük tutmak için Merkez Bankası üzerinden döviz satma fikri fiyaskoyla sonuçlandı. Şimdi de Türk lirasını serbest düşmeye bırakıp, ihracattan döviz sağlama yolunu deniyor. Halkın, en azından kendi seçmeninin tepkisini azaltmak amacıyla da yeni bir psikolojik propaganda operasyonuyla buna “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” diyor.
Ama şu anda travma geçiren ekonomiye can suyu vermek için dış kaynak yok. Çin’den, Katar’dan Azerbaycan’dan alınan destekler çoktan yerini buldu. O yerin geçim sıkıntısındaki halkın cebi olmadığı ortada. Oysa ne doğru dürüst doğrudan dış yatırım geliyor, ne de Merkez Bankasını yeni swap işlemleriyle rahatlatacak bir dış kaynak bulunabiliyor.
İşte bu aşamada BAE’nin Beştepe’nin radar ekranına takıldığı anlaşılıyor.
İmzalanan anlaşmalardaki kilit isim
Erdoğan “Ekonomik Kurtuluş Savaşını” düne kadar baş düşmanları arasında saydığı Şeyh MBZ ile vermeye karar vermiş görünüyor.
24 Kasım’da imzalanan on anlaşma içinde bazıları uzun dönemli uygulamaya yönelik. Çevre yatırımları, enerji yatırımları gibi. Bazılarıysa mali operasyonlara açık. Bunlar arasında Varlık Fonu, İstanbul Borsası ve Merkez Bankası anlaşmalarını sayabiliriz.
Son döviz kriziyle ucuzlayan sadece Türk lirasının değeri olmadı. Türkiye’nin üretim ve istihdam üslerinin değeri ucuzladı. Elindeki doların, avronun, sterlinin değeri Türk lirasına göre artmış yabancılar tarafından daha kolay satın alınabilecek hale geldi. Türkiye’nin elindeki kamu varlıklarının çoğu Varlık Fonunun elinde. Varlık Fonunun Başkan Vekili ve (Başkanı Erdoğan olduğuna göre) fiilen yöneticisi Erişah Arıcan. Arıcan aynı zamanda Borsa İstanbul’un da başında. Marmara Üniversitesinde doktora tezi danışmanlığını yaptığı isimler arasında Erdoğan’ın bir önceki Hazine ve Maliye bakanı olan damadı Berat Albayrak ile, halen Merkez Bankası Başkanı olan Şahap Kavcıoğlu da var. Arıcan aynı zamanda BDDK’nın yetkilendirdiği tek kredi değerlendirme kuruluşu olan JCR Avrasya’nın da Yönetim Kurulu Başkanı.
Dolayısıyla yakında Türkiye’nin ekonomik değerlerinde BAE ortaklığı, belki de kontrolü görmemiz şaşırtıcı olmayacak; işin operasyonel kısmı neredeyse tek elden, hızla yürütülebilecek.
Peker, Müslüman Kardeşler, Hamas ve Kavala
Madem önümüzdeki süreçten söz ediyoruz, biraz daha yakın tarihli sorular soralım.
Örneğin 26 Kasım’da, yarın, Osman Kavala’nın duruşması var. Kavala, on Batılı Ankara büyükelçisinin kendisinin serbest bırakılmasını isteyen mektubuyla patlayan “persona non grata” krizi sırasında artık duruşmalara çıkmayacağını söylemişti.
Birileri Erdoğan’ı BAE ile arayı düzeltmenin ekonomiye can suyu sağlayacağına, İsrail’le ilişkilerin gelişmesinin ABD ile ilişkilerin yumuşamasına yarayacağına ikna etmişse, Kavala’nın serbest kalmasının da Avrupa Birliği (AB) ile ilişkileri rahatlatacağına ikna etmiş olabilir.
Daha önce Donald Trump’ın 2018’de Twitter’den bir tek mesajıyla yaşanan kur krizi, Rahip Andrew Brunson’un serbest bırakılmasıyla aşılabilmişti. Almanya ile yaşanan mali-siyasi sorun da Türk-Alman gazeteci Deniz Yücel’in serbest bırakılmasıyla. Bakalım bağımsız Türk yargısının -zaten yok yere, bir inat için hapiste tutulan- Kavala’yı serbest bırakması AB’nin Erdoğan ile ilişkilerini nasıl etkileyecek? Belki bu, belki gelecek duruşmada.
Sedat Peker’in Müslüman Kardeşler’in sesinin kısılmasıyla susturulduğunu biliyoruz. BAE ile yapılan anlaşmalarla İhvan’a desteğini daha da azaltacağını söylemek kehanet olmaz.
Ama halkayı tamamlamamız için bir ayrıntı daha var. BAE ile anlaşma, İsrail’le yakınlaşma gibi gelişmeler, Erdoğan hükümetinin Filistin’de Hamas’a verdiği açık desteği de etkileyebilir. İngiltere’nin Türkiye’yi Hamas faaliyetleri nedeniyle ve İsrail’in talebiyle “kara listeye” alması pratikte bir önem taşımasa da siyasi anlam taşıyordu. Özetle BAE ile varılan anlaşmalar, Türkiye’nin Hamas’a verdiği desteği de azaltacak gibi görünüyor.
Müslüman Kardeşlerden paranın kardeşliğine derken bütün bunlardan söz ediyoruz.