Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Soçi’de Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile görüştüğü sıralarda, Ukrayna’nın Odesa limanından Lübnan’ın Trablus limanına mısır taşıyan Razoni gemisi Marmaris’le Rodos arasından ya geçmiş ya da yeni geçiyor olacak. Ukrayna’dan dünyaya tahıl sevkiyatını fiilen koordine eden Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar 3 tahıl gemisinin daha Ukrayna’dan yola çıkma hazırlığında olduğunu, boş bir geminin de İstanbul’da kontrolleri yapıldıktan sonra Ukrayna’ya yola çıkarılacağını söyledi dün, 4 Ağustos’ta. Sistem şimdilik işliyor.
Putin’in Sözcüsü Dimitri Peskov dün tahıl anlaşması nedeniyle BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsi çabalarını överek “Anlaşma, tüm tarafların çıkarları göz önünde bulundurularak en zor konuların nasıl çözülebileceğinin güzel bir örneğidir” dedi. Soçi’de bu konu birinci sırada olacak. Ancak daha önce Moskova’dan gelen beyanlarda sanki sadece tahıl konuşulacak tonu vardı, Peskov’un buna Erdoğan’ın asıl konuşmak istediği Suriye konusunu da eklediği görülüyor.
Birazdan geleceğiz Suriye konusuna ama önce bir iki soru soralım.
Soçi’de gündemi kim belirleyecek?
Örneğin Erdoğan Soçi’de Rus devlet şirketi Rosatom’un Akkuyu nükleer santralindeki ortağı Türk şirketini ani kararla devre dışı bırakıp yerine Rus şirketini almasını soracak mı? Tam kritik teknolojilere ulaşacakken devre dışı bırakıldığından şikâyet eden Türk şirketi İçtaş, Enerji Bakanlığından alamadığını söylediği desteği Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bulacak mı? Görüşme öncesinde Rosatom Genel Müdürü Akeksey Likaçev’in Içtaş’ı sözleşme ihlaliyle suçlayan bir açıklama yapması durumu daha dikkat çekici hale getiriyor. (*)
Örneğin Rusya ile ortak yangın söndürme uçağı üretme işi Soçi’de bağlanabilecek mi? Ya silah sanayii projeleri? Rusya NATO üyesi Türkiye’nin “sıcak deniz” sahilinde nükleer elektrik santrali kurup hiçbir kritik teknoloji aktarmadığı gibi, NATO üyesi Türkiye’ye s-400 füzeleri satıp orada da hiçbir teknoloji paylaşmıyor. Öte yandan Türkiye’nin kendi teknolojisiyle üretip Ukrayna’ya sattığı (ve Baykar şirketince hibe edilen) Bayraktar TB-2 SİHA’ları Rusya’nın canını yakıyor.
Rus basınını Türk lirasının son dönemdeki aşırı değer kaybı ardından, zamanında Türkiye’nin istediği, ikili ticaretin dolar ya da avro değil, lira ve ruble üzerinden yapılmasının da masaya getirileceğini yazıyor. Ve Rusya Türkiye’ye BRICS’e (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika ticaret birliği) girmeyi önerecek mi?
Suriye’de istenen destek
Rusya’nın açmak istediği konuların neredeyse tamamı Erdoğan’ın -seçime artık 10 ay kadar kalmışken ekonomik kriz- -en azından hafifletmesini sağlayacak ekonomiyle ilgili. Akkuyu nedeniyle ilk aşamada kasaya giren 2 milyar küsur doların dahi Merkez Bankasını rahatlattığı bildiriliyor. Durum o kadar hassas yani.
Erdoğan’ın yine seçime doğru “birlik ve beraberlik ruhunu” canlandırmak amacıyla gündemine aldığı konular arasındaysa Suriye var.
15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sadece 5 hafta sonra başlatılan ilk Suriye harekâtından bu yana Erdoğan ne zaman Suriye harekâtından bahsetse en geç iki gün içinde harekât başlardı. Oysa Erdoğan’ın Suriye’de PKK’ya karşı yeni bir harekât başlatacağını ilk olarak 23 Mayıs’ta söyledi ve üzerinden iki aydan fazla geçti.
Harekatın yapılmasını ABD de Avrupa Birliği de istemiyor ve bunu Ankara’yı rahatsız edecek şekilde sık sık söylüyorlar.
Ancak Erdoğan’ın bu konunun MGK’nın Mayıs ve Temmuz toplantılarında konuşulmasına rağmen düğmeye basmamasının asıl sebebi Rusya’nın karşı çıkması. Ve ihmal etmeyelim, Astana sürecindeki diğer aktör olan İran’ın.
34 şehitten bu yana harekât yapılmadı
İran dini lideri Ali Hamaney’in Erdoğan’a “terörist olarak sade PKK yok” deyip Türkiye’den destek alan bazı cihatçı grupları işaret etmesi ve Erdoğan’a Beşar Esad ile konuşmayı tavsiye etmesi Ankara’nın tadını kaçırdı. Ertdoğan Tahran’dan döner dönmez de Zaho olayı patladı. Ankara kendisini suçlayan İran eğilimli Irak hükümetinin iddialarını reddedip tepki gösterdi, “kışkırtma” dedi ama yokmuş gibi yapılamayacak bir etken daha ortaya çıkmıştı.
Suriye’deki PKK/YPG varlığına karşı yapılan bütün büyük operasyonlar Rusya’nın örtülü desteğiyle mümkün oldu. Bu örtülü destek Putin’in Beşar Esad’a Suriye jetlerinin Türk birliklerine ilişmemesini sağlamak ve hava sahası desteği şeklinde vücut buluyordu. Bu şekilde yapılan son operasyon 2019’daki Barış Pınarı harekâtıydı. Ama Astana sürecinin parçası olan İdlib civarının kontrolünde ortaya çıkan anlaşmazlıkta 27 Şubat 2020’de Rus (ya da Suriye kontrolünde Rus) uçaklarının saldırısı sonucu 34 Türk askerinin şehit edilmesinden sonra kapsamlı hiçbir harekât yapılamadı. MİT’in asker destekli, çoğu SİHA kullanımıyla yaptığı nokta vuruşları büyük harekât kapsamı dışında tutmak gerekiyor.
Yeni bir denge mümkün mü?
Putin, Erdoğan’ın bu sıkıntısını gayet iyi biliyor ve kullanmaya çalışıyor.
Erdoğan da Putin’in sıkıntılarını gayet iyi biliyor ve kullanmaya çalışıyor.
Örneğin NATO üyesi Türkiye, Ukrayna’ya verdiği bütün desteğe rağmen, Yunanistan gibi “dost olmayan ülkeler” kara listesinde değil. İbrahim Kalın’ın deyimiyle “Rusya ile Batı arasında iletişim köprüsü” konumunu sürdürmek istiyor. Hem jeopolitik hem de (enerji gibi) ekonomik nedenlerle Rusya da bunu sürdürmek istiyor. Bunun birtakım bedelleri var elbette. Örneğin Ukrayna’dan dünya pazarlarına gidecek tahılın tamamının Ukrayna’ya mı ait olduğu, yoksa bir kısmının Rusya’ya mı ait olduğu konusuna girmek kimsenin işine gelmiyor. Neticede dünya tahıl borsası ne Moskova ve Kiev’den yönetiliyor; meraklısı için, ABD’den, Şikago’dan yönetiliyor.
Karşılıklı çıkarlar olduğu kadar karşılıklı güvensizlikler üzerine kurulu bir ilişki var Türkiye ve Rusya arasında.
Bu durum Türkiye ile Rusya arasında yeni bir dengenin kurulmasına imkân verebilir. Soçi’de kurulabilecek bu yeni dengenin Türkiye’nin lehine işlemesi önünde bir büyük engel bulunuyor.
Ekonomik kriz engeli
Erdoğan’ın Soçi’de Putin’den ne alabileceğini, ya da ne verebileceğini belirleyecek olan da ne yazık ki büyük oranda yaşadığımız ekonomik çöküntü. Bu ilişkide ibrenin Türkiye aleyhine dönmesine neden olacak devasa etken de aynı; yaşadığımız ağır ekonomik kriz. Erdoğan’ın krizin kendi politikalarından kaynaklandığını kabul etmemesiyse Türkiye’nin de ve aslında kendisinin de en büyük sorunu.
Yine 1970’lerde “70 sente muhtacız” deneyiminden sonra Süleyman Demirel’in 1990’larda söylediğini anıyoruz: “Türkiye bir daha asla siyasi şartlı para arar hale gelmemelidir.” O noktaya geliyoruz sanki.
(*) 5 Ağustos 2022, saat 13.35’te güncellenmiştir.