Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 26 Eylül’de Türkiye aleyhine diğerlerine emsal oluşturabilecek bir karar verdi. 21 Mart 2017 yılında FETÖ üyeliği suçlamasıyla 6 yıl 3 ay hapse mahkûm edilen -ve halen cezaevinde bulunan- Yüksel Yalçınkaya davasında hak ihlali gördü ve Türkiye’nin Yalçınkaya’ya 15 bin avro ödemesi kararına vardı. Geçtiğimiz hafta yayınlanan Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu, ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “yolumuzu ayırırız” çıkışı ve şimdi AİHM kararı Türkiye’nin AB ile siyasi ilişkilerindeki makasın giderek açıldığına, yeni krizlerin ufukta olduğuna işaret ediyor.
AİHM’nin karar gerekçesine ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un tepkisinin ayrıntılarına geçmeden önce yıllarını Türkiye’nin AB ile bütünleşmesi ve üyelik çabalarına vermiş deneyimli bir diplomatın içinde manzaraya bakarak yaptığı değerlendirmeye değinmek istiyorum. Global İlişkiler Forumu Başkanı Selim Yenel’in (ayrıntılarını bu bağlantıdan izleyebileceğiniz YouTube söyleşimizdeki) değerlendirmelerine göre, milyonlarca vatandaşın beklediği Schengen vizesi kolaylıkları da ekonomi için gerekli Gümrük Birliği güncellemesi de yakın geleceğin ufkunda görünmüyor; üyelik ise “olmayacak”.
Ankara: kabul edilemez
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un AİHM kararının Türkiye açısından kabul edilemeyeceğini, çünkü AİHM’nin kanıt inceleme yetkisinin bulunmadığını söyledi. Tunç’un AİHM kararından kısa süre sonra sosyal medya hesabından Fransa ve Ukrayna örneklerini vererek yaptığı ayrıntılı açıklama, Adalet Bakanlığının böyle bir kararın çıkmasına zaten hazırlıklı olduğunu gösteriyor. Tunç “AİHM kendi içtihatlarında defalarca delilleri değerlendirme yetkisi olmadığını belirttiği halde, konu FETÖ yargılamaları olunca delil değerlendirme yoluna gitmiştir” diyor.
“Kanıt değerlendirmesi” suçlaması AİHM’nin kararında Yalçınkaya aleyhine Kayseri Ağır Ceza Mahkemesinde verilen örgüt üyeliği cezasının, Fethullah Gülen örgütünün telefonla gizli haberleşme yöntemi “By-lock kullanması” ve (gizli tanık ihbarıyla) “Bank Asya’da parasının bulunmasına” dayandırılmış olması. AİHM bunun Türk yasalarında açıkça belirtilmemiş bir suça dayanarak, adil olmayan yargılama olduğu sonucuna varmış. Örgüt üyeliğini ise örgütlenme özgürlüğü sınıfında değerlendirmiş. Örgütün ülkede bir askeri darbe girişimine ön ayak olduğu ayrıntı sayılmış herhalde.
Tunç açıklamasını Türkiye’nin “terörle mücadele kararlılığını sürdüreceği” mesajıyla bitirmiş. “Siz ne derseniz deyin, yolumuzdan dönmeyeceğiz” anlamına geliyor.
AİHM kararları AB ile kilit rolde
Tabii bu AK Parti’nin fabrika ayarlarıyla uyumlu bir tutum da değil ama artık o faslı geride bırakmış durumda Türkiye demokratikleşme ve insan hakları bahsinde ne yazık ki.
AB’nin bir anayasası yok. Onun yerine Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyinin kuruluşu olan AİHM kararları esas alınıyor. Erdoğan bunun öneminin farkında; 2003-2004 yıllarında CHP ile işbirliği içinde TBMM oylamalarıyla “AB ile uyum” reformları çerçevesindeki Anayasa değişiklilerinde AİHM kararının çelişme halinde ulusal mevzuata üstünlüğünün (Madde 90) kabul edilmesi bu yüzden kabul edilmişti. AİHM kararları hukuk devletinin kırmızı çizgisi sayılmıştı.
Ancak Erdoğan’ın darbe girişimi saydığı 2013 Gezi Protestolarının elebaşı gördüğü Osman Kavala ve 2014 Kobani olaylarının elebaşı saydığı eski HDP’nin eş başkanı Selahattin Demirtaş davalarında sadece AİHM değil, Anayasa Mahkemesi kararları da kırmızı çizgi olmaktan çıkmıştı.
Elbette şu bir tercihtir: Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği, AB ile entegrasyonu TBMM kararıyla Ulusal Program kabul edilmiş olsa bile hükümet önceliği beka sorunu olarak gördüğü terörle mücadeleye verebilir.
“Yeni fırsatlar” ne demek?
Diğer yandan Türkiye’de özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişim ardından katılaşan terörle mücadele yasaları ve operasyonları AB mevzuatıyla çelişmektedir. Ama Erdoğan’ın önceliği terörle mücadeleye verme siyasetinin 2023 seçimleriyle seçmenin onayını aldığı de bir gerçektir.
Üstelik AB ile ilişkilerin düzeleceği yolunda AB’den de olumlu işaret görünmüyor. Hatta AB’nin demokratikleşme ve insan hakları konularını Kıbrıs engeline bahane yaptığı kanısı Ankara’da yaygın. Selim Yenel, az önce bahsettiğim YouTube söyleşimize, Türkiye’nin her koşulu yerine getirse bile AB üyesi olamayacağı kanısında. Zamanında Necmettin Erbakan’ın “Hristiyan Kulübü” söylemini hatırlattığımda “Maalesef” hak vermesi de önemli, izlemenizi öneririm.
Peki, o zaman Erdoğan “yolumuzu ayırırız” çıkışından bir gün sonra BM’deki temasları sırasında neden AB ile “yeni fırsatlardan” söz etti?
Sanırım tam üyelik dışında sadece Türkiye’nin değil bazı Avrupa üyesi ülkelerin ve Ukrayna gibi, Batı Balkanlar gibi başka “komşuları” da kapsayacak yeni projelerden söz ediyor.
Ama son AİHM kararı da gösteriyor ki AB ile mevcut rotanın sonuna geliniyor ve yeni rotalar Türkiye’deki demokrasinin kalitesi açısından iyimserliği artıracak türden değil.