Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 18 Ekim’de Cidde’de toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) İcra Komitesi toplantısında yaptığı konuşmada İsrail’e yönelik belki de mevcut koşullarda dostane dahi sayılabilecek bir cümle kullandı: “İsrail, Filistinlilerle barış yapmadan daha geniş bölgesel planların kendisine arzu ettiği güvenliği getirmediğini ve getirmeyeceğini anlamalıdır.”
Bu cümledeki “daha geniş bölgesel planlar” ifadesi önemli. İsrail’in son dönemde ABD desteğiyle Suudi Arabistan’la yakınlaşmasından son G20 zirvesinde gündeme gelen Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomi Koridoruna dek bölgesel planlara atıfta bulunuyor. Gerçi Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e başlattığı baskın niteliğinde başlattığı saldırı ve İsrail’in buna sivil hedef ayrımı yapmadan verdiği karşılık bu tür planları şimdilik rafa kaldırmış görünüyor. Nitekim, Hamas roketlerinin en çok vurduğu İsrail şehirleri arasında bu projenin Avrupa’ya çıkış limanı olarak planlanan Aşkelon vardı.
Kısır döngüyü kırmak
Belki de o yüzden, Fidan konuşmasında sadece İsrail ve ona kayıtsız şartsız destek veren ABD’ye sert eleştiriler yöneltmekle kalmadı. Aynı zamanda İsrail her defa Filistinli sivilleri vurduğunda kınamak dışında bir şey yapmadığı eleştirisiyle Müslüman ülkeleri ve İİT’yi de hedef aldı.
“Şu ana kadar acil meselelerde buluştuk, kınadık ve dağıldık” diye hitap etti Türk Dışişleri Bakanı İslam ülkeleri temsilcilerine: “Bu sefer burada bırakmamalıyız. İsrail ve diğerleri Filistinlilerle barışı ertelemenin bir bedeli olacağını anlamalıdır. ‘İsrail’in vahşet işlemesi’, ‘bizden sert eleştiriler alması’ ve ‘başka bir vahşet işleyerek dünyaya bunu unutturması’ yönündeki kısır döngüyü kırmak zorundayız”.
Peki, bu mümkün mü? Örneğin, devasa ABD askeri üslerine ev sahipliği yapan, toplu silah alımlarıyla Amerikan askeri sanayi kompleksinin ayakta kalmasına katkıda bulunan ve ABD’yle iyi ilişkilerinin devamının artık İsrail’den geçtiğine inanan Suudi Arabistan, BAE, Katar, Kuveyt, İsrail’e Filistinlilerle barışma koşulu önerebilirler mi?
Fidan’ın söz ettiği kısır döngüyü kırmanın yolu bu soruya bulunacak yanıttan geçiyor.
Araplar Filistinlilerle barışır mı?
Petrol zengini Arap ülkelerinin hem Filistin hem de İsraillilerin hayrına olacak bu gelişmeyi dayatacak anlayışa gelmeleri için önce kendilerinin Filistinlilerle barışması gerekmiyor mu? Filistinlileri bir yandan İran destekli Hamas radikalizmine, diğer yandan Hamas radikalizmine diğer yandan İsrail’in Hamas eylemlerini gerekçe yaparak sivil ayrımı gözetmeden askeri operasyonlarına ve yerleşimci kuşatmasıyla kendi topraklarını terke zorlamasına maruz bırakanlar aslında Filistinlileri yalnız bırakan petrol zengini Arap otokrasileri değil mi?
O kısır döngü aslında Arap otokrasilerinin Filistin Kurtuluş Örgütü gibi İslamcı olmayan Arap siyasi hareketlerinin kendi halklarına örnek oluşturmasından duydukları korkudan kaynaklanıyor. Bu nedenle dönem dönem Müslüman Kardeşlerden Hamas’a, İslami Cihad’a dek Sünni radikalizmini biraz da siyasi İslamcı olmayan Filistinlileri hizaya sokmak amacını taşımıyor muydu? Şimdi o hareketlerden korkup terörist sayıyorlar ama olan ılımlı Filistinlilerle kanı dökülen sivil halka oluyor.
Burada Türkiye’nin de Hamas 2006’da Gazze’de seçimleri kazandıktan sonra onunla ilişki kurarken siyasi İslamcı olmayan Fetih hükümetini ikinci plana bırakmasının payı oldu; o da yanlıştı.
ABD desteksiz İsrail yaşayamaz
Yazının başında Fidan’ın İsrail’e “Filistinlilerle barışmak en başta kendi güvenliğin için” uyarısının mevcut koşullarda “dostane” sayılabileceğini söylemiştim.
Hamas saldırısı sonrası kan gövdeyi götürürken ABD Başkanı Joe Biden ve öncesinde “Buraya bir Yahudi olarak geldim” diyen Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in destek ziyaretleri önemli bir Orta Doğu gerçeğinin bir kez daha altını çizdi: İsrail’in sadece ülke olarak değil devlet yapısı ve işleyişi açısından da devamı ABD’nin sürekli ve güçlü desteğine bağlı ve bağımlıdır. İsrail’in ABD’nin siyasi, askeri ve mali desteği olmaksızın devamı mevcut koşullarda imkânsıza yakındır. Fidan konuşmasında ABD’nin göstermesi gereken “duyarlı ve bilge” liderliğin “İsrail’in hastaneleri bombalamasını izlemekten başka bir amaca hizmet etmeyen devasa savaş gemilerini bölgemize göndermek” olmadığını söyledi. Oysa başka bakış açısıyla ABD aslında İsrail’in kendileri açısından ABD’nin 50 eyaletinden farklı olmadığını da göstermek istiyordu.
İran’a yönelik hamleler ayrı bir konu ama orada da Çin’in beklenmedik müdahalesi ve Gazze savaşının Suudi Arabistan-İran diyalogunu kopartmamış olduğu gerçeği var.
ABD’nin elindeki anahtar
Dolayısıyla İsrail’in kendi güvenliği için de Filistinlilerle, saldırmazlık paktını da içeren kalıcı barışı sağlamasının yolu aslında bölgedeki Müslüman ülkeler kadar ABD’nin de bu bakışa ikna olmasından geçiyor. Lafızda herkesin kabul ettiği “İki devletli çözümün” hayata geçirilmesinin yolu da öyle. Burada zengin Arap ülkeleri yönetimlerine en az ABD’nin olduğu kadar sorumluluk düşüyor.
ABD elinde bulunan anahtarı şimdiye dek çözüm kilidini kapalı tutmak için kullandı. Sonuç hep daha fazla çatışma, kan, gözyaşı ve ölüm oldu. Şimdi kilidi açmak için kullanabilir mi? Orta Doğu’daki kanlı siyaset oyununda hayallere pek yer yok. Ancak anahtarın elinde asıl tutanın ABD olduğunu saptamamız gerekiyor.
Ankara’nın daha önce ortaya attığı “garantörlük” önerisinin belki de ateşkes sürecinde başlatılması gerekiyor. Fidan’ın Cidde konuşmasından bu konuda Türkiye ve Mısır’ın birlikte çalışabileceği izlenimini de almak mümkün. Bu vahim krizi bir barış fırsatına çevirmenin bir yolunu bulmak gerekiyor.