2005 yılından bu yana siyasi işgal altında bulunan Gazze’nin yönetimini elinde bulunduran Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e ani saldırısının ardından gelişmeler, her iki tarafta da büyük can ve mal kayıplarına yol açarak bölgesel ve küresel, siyasi ve stratejik dengeleri alt üst etmekte. Bu maddi ve manevi yıkım Gazze halkı için inanılmaz acılar ve maddi zararlar yaratırken, İsrail ise, kurulduğu 1948 yılından bu yana beklemediği ölçüde can kayıpları, maddi zarar, rehine krizi ve bilhassa dünyanın kolektif vicdanlarında uğramaya başladığı yalnızlıkla, tarihinin belki en büyük güvenlik şokunu ve moral çöküntüsünü yaşamakta.
Bölgeye ve dünyaya yayılma riski her geçen gün tehlikeli şekilde artan uzun ve zahmetli bir sürecin henüz başındayız. Olayların ve gelişmelerin önümüzdeki haftalarda, hatta aylarda, belki de yıllarda alacağı yönü bugünden kestirmek tabi ki mümkün değil. Bu nedenle bu aşamada savasın gidişatı hakkında ileriye yönelik tahminlerde bulunmak anlam taşımayacağı cihetle savaşın ve savaşa etki eden başlıca aktörlerinin tutumları üzerinden bazı değerlendirmelerimizi aşağıda sunuyoruz
İran’ın özel konumu
Orta Doğu’da oluşan hiçbir siyasi, stratejik ve güvenlik krizi İran’ın politikaları anlaşılamadan değerlendirilemez. İran sıradan bir Orta Doğu ülkesi değil. Çok gerilerden bu günlere uzanan bir kültür derinliğine sahip. İslam dünyasında Şiiliğin 1400 yıldan beri tartışmasız lideri. Zengin petrol ve doğal gaz yatakları enerjide bağımsızlığını sağlıyor.
Büyük nüfusu, güçlü ordusu, modern silahlanma ve yüksek teknoloji kapasitesi olan ve nükleer güç olma eşiğinde bulunan bir devlet. Denizlerde, Basra Körfezi’ni tamamen ve Umman Denizi’ni kısmen kontrol eden kritik bir stratejik konumda. Bölgede devlet dışı bir kısım silahlı gruplar ve İran’ın bir nevi vekil örgütleri (1) üzerindeki hakimiyeti, diplomatik alanda mahir dış politika uygulamaları kendisine, komşularının iç ve dış siyaseti ve güvenlik politikaları üzerinde etkili olabilme kapasitesi sağlıyor.
Ancak İran’ın bu kapasitesini nasıl kullandığı sorusu önem taşımakta. İran’da Devlet Yönetimi, Siyasi İslam’ın yetkisinde. Siyasi, askeri, güvenlik, sosyal ve kültürel konularda karar yetkisi Şii İslam’ın Ruhban sınıfında. Mollalar bu yetkileri kullanıyor. Nihai karar mercii ise Kum şehrinde ikamet eden dini lider Ayatullah Al Khamenei. 15 yüzyıllık bir model olan bu yönetim tarzı günümüz koşullarına oturtulamıyor. Mollaların zaman ve mekan dışı dünyası ülkeyi Ortaçağ değerlerine sabitleyerek İran’ın devlet yönetiminde modern yaşamın ortak değerleriyle uyumlu değişimler gerçekleştirmesine imkan vermiyor.
Filistin, Kudüs ve İran
Bugün Batı Şeria ve Hamas olarak iki otonom siyasi yapıya ayrılan Filistin, Kudüs dolayısıyla tüm İslam alemi için mukaddes anlam ifade ediyor. Filistin’in başkenti Kudüs’te Mescid’i Aksa ve Harem-i Şerif camileri var. İran, Sünni-Şii ayırımı yapmaksızın Kudüs’ün himayesinin sorumluluğunu yükleniyor. Bu sorumluluğu kendi iç siyasi meşruiyetinin bir nevi gerekçesi olarak kabul ediyor. Aynı zamanda Orta Doğu’da, hatta dünyadaki nüfuzunun simgesi halinde görüyor. Her yıl tüm İslam ülkelerinde Kudüs günleri düzenlenmesine önayak oluyor.
Türkiye’ye gelince, 1918’e kadar Osmanlı İmparatorluğuna dahil olan bu mukaddes topraklar Türk halkı için hem dini hem tarihi anlam taşıyor. Bu nedenle Türkiye, Kudüs’ün himayesi ve bu mukaddes emanetin üç büyük dinin müminleri arasında çatışma yaşanmadan ve sırf Arapların değil, tüm Müslümanların serbestçe ibadetlerine açık kalmasını sağlamak için öteden beri diplomatik çaba harcıyor. Bu çerçevede 1979 yılında İslam Konferansı Örgütünün kurdurulmasında etken oldu. Bu çabalarını bugün de uluslararasında alanda yoğunlukla sürdürüyor.
İran bölgede topyekûn bir savaş istemiyor
İran’ın, her şeye rağmen bölgede sağlamış olduğu hatırı sayılır bir ekonomik, siyasi ve askeri potansiyeli var. Gerek Ruhban yönetimi gerek siyasiler, ülkelerinin nükleer güç statüsüne erişmeden, bu yaşamsal avantajlarını riske atacak küresel veya bölgesel bir savaştan uzak duruyor. Bu nedenle İran’ın Lübnan’daki silahlı vekil örgütü Hizbullah’ın başı Nasrallah’ın İsrail’e karşı 4 Kasım’da, merak ve endişe ile beklenen büyük mitinginde savaş istemediğini açıklaması herkesi rahatlattı. Fakat şaşırtıcı olmadı. Nasrallah, Lübnan’ın halen yerle bir olmuş durumda bulunduğunu ve Suudi Arabistan yardımlarıyla yaşadığının bilincinde. İran aslında ateşle oynuyor. Fakat kendisini yakacak yangını çıkarmıyor. (2) Buna rağmen ABD İran’ın İsrail’e karşı savaşa bir şekilde methaldar olmaya kalkışmaması için her ihtimale karşı iki uçak gemisi (3) dahil bazı savaş gemilerini bir yıldırıcı güç olarak Akdeniz’de Gazze kıyılarına göndermiş bulunuyor.
İsrail’in acelesi var
İsrail Ordusu ABD ve AB’den ve genel olarak Batı dünyasından aldığı cesaretle asker, sivil kadın, çocuk, hastane, okul, cami ve kilise dinlemeden savaş suçları işleme pahasına Gazze’de toprak kazanmaya devam ediyor. Halen Gazze’yi, ortasından Kuzey ve Güney olmak üzere ikiye bölmeyi başardı. Amacı Hamas Merkez Komutasını felce uğratmak ve şeridin Kuzeyinde ve Güneyinde kümelenen Gazze’lileri ayrı ayrı hedef alarak şeridin tamamının işgalini daha çabuk sağlamak.
İsrail’in acelesi olduğu açık. Çünkü savaş uzarsa veya bölgeye yayılacak olursa Hamas’ı Gazze’den tamamen silme şansı düşecek. Netanyahu’nun, dünyada her yerden yükselmeye başlayan ateşkes çağırılarına kulak tıkamasının temel sebebi muhtemelen bu endişe. Savaş yaygınlaşır ve uzarsa zora düşecek olan İsrail’in Amerika’nın yardımına ihtiyaç duyabileceği muhakkak. Fakat Amerika’nın savaş alanında asker konuşlandırması mevcut koşullarda mümkün görünmüyor. Amerikalılar savaşa girmenin kolay, ama çıkmanın zor olduğunu öğrenmiş bulunuyor. İhtiyaç hasıl olursa Washington’un İsrail’i havadan ve denizden desteklemekte tereddüt etmeyeceği muhakkak ise de hava desteğinin ancak ordular arası savaşlarında anlamlı bir etki bir sağlayacağı açık.
Bu savaşta İsrail, Hamas, ABD ve İran’ın hedefleri
İsrail’in bu savaşla güttüğü üç temel hedefin: Gazze’yi Filistinlilerden boşaltmak; askeri üstünlüğünü korumak ve boşalan toprakları kendi sınırları içine katmak olduğunu söylemek mümkün. İsrail’in bu hedeflerine kısmen de olsa ulaşması Batı Şeria, Ürdün Lübnan ve Suriye’nin, hatta Mısır’ın daha da istikrarsızlaşmasına, bu istikrarsızlıkların Körfez monarşileri ve Suudi Arabistan’ı da rahat bırakmayacağına muhakkak gözüyle bakılabilir. Bu gelişmeler İbrahim anlaşmalarının akıbetini de belirsizliğe sürükleyici nitelik taşıyor.
Bu kötümser senaryonun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği şimdilik cayi sual olsa da bozulan statükonun düzene kavuşmadan yarım kalması İsrail’in güvenliğini takviye etmeyecek. Kaldı ki çatışmaların başka bölgelere yayılması savaşı uzatacak, Hamas’a zaman kazandıracak ve rehinelerin kurtarılmasını zorlaştıracak. Tüm bu nedenler, İsrail üzerinde zaman baskısını arttırıyor ve Netanyahu’nun savaşı, her ne pahasına olursa olsun, mümkün olduğu kadar çabuk bitirme kararlılığını kamçılıyor. Bu durum ise şu sırada çok daha fazla kan dökülmesine sebep oluyor. Ancak çocuk ve sivil ölümlerinin ve mesken, hastane okul ve cami yıkımlarının tahammül sınırlarını aşan seviyelere ulaşmasıyla, Batı dünyasında da İsrail’i koşulsuz destekleyen çevrelerin tutumlarını değiştirme eğilimi içine girdikleri görülüyor. Nitekim Fransa başta olmak üzere Avrupa’da ve Okyanus ötesinde, büyük şehirlerde İsrail ve savaş karşıtı büyük kalabalıklarla yoğun gösteriler yapılmakta ve Yahudi aleyhtarı olaylar çoğalmakta. (4)
Amerika Çin ile ilgili planlarını ertelemek zorunda kalıyor
Hamas’ın temel hedeflerinin ise, İsrail’in 2015’te Gazze Şeridi’nden çekildikten sonra bu toprak üzerinde kurduğu siyasi, insani ve moral işgalden kurtulmak; Bu amaçla İsrail tarafından gündemden düşürülmüş olan “İki Devletli Çözüm” önerisini canlandırmak; İbrahim Anlaşmalarını işlevsizleştirmek; İsrail’in kan dökmesini teşhir ederek Yahudi devletini dünyada itibarsızlaştırmak olduğu söylenebilir.
Amerika’nın bu aşamadaki temel hedefleri ise İran’ın doğrudan veya dolaylı savaşa katılmasını önlemek ve çatışmaları bölgesel tutmak; İsrail ve Filistinlerin barış ve işbirliği içinde yaşayabilmelerine imkân verecek siyasi çözüm için çalışmalara şimdiden başlamak olarak sıralanabilir. Ayrıca Amerika, dünya güçler mücadelesinde yıllardan beri tek rakibi olarak gördüğü Çin’e odaklanmak istediği halde geçmiş yıllarda Irak, Afganistan daha sonra, Rusya Ukrayna savaşı ve şimdi de İsrail-Hamas çatışması nedeniyle Avrupa ve Orta Doğu’dan yakasını sıyıramadığından Çin ile ilgili planlarını muhtemelen yine ertelemek zorunda kalıyor.
İran etkilenmeden çıkacak tek ülke olabilir
İran’a gelince tüm bu karmaşadan belki etkilenmeden çıkacak tek ülkenin İran olacağı söylenebilir. (5) İran bölgede sahip olduğu siyasi nüfuz ve gücünü korumayı ve rakipleri, bölgedeki savaştan kaynaklanan sorunlarla zayıfladığı ölçüde nüfuzunu arttırmayı hedefliyor. Ayrıca bölgedeki karmaşanın kendi nükleer çalışmalarını daha rahat sürdürmesine imkân vermesini gözetmek; bu nedenlerle de bu ateşin kendisini bölgede topyekun bir savaşa sürüklememesine itina etmek; diplomasisini de Amerika’nın bölgeyi terk etmesi yönünde yoğunlaştırmak İran’ın hedefleri arasında sayılabilir.
Türkiye’nin hedeflerinin ise, dış politikasının en yalın tarifi olan ekonomik, siyasi ve stratejik çıkarlarını korumak ilkesi çerçevesinde bölgedeki istikrarsızlık ve güvensizliklerin topraklarımıza sirayet etmemesini sağlamak; İsrail Hamas savaşının Türkiye’nin terörle mücadelesini zayıflatmasına izin vermemek; Gazze halkını himaye için yoğun diplomatik ve insani çaba harcamak; “İki Devletli Çözümü” savunmayı sürdürmek ve nihayet savaşın bitiminde kurulacak Barış Masasında yerimizi almak olduğunu düşünebiliriz.
Bir temenni
Ancak bir temenni niteliğinde de olsa, dış politikamızın oluşturulmasında ve uygulanmasında yüz yıl önce benimsediğimiz Barış Vizyonu’nun bize daima rehberlik etmesini, bu savaşın yaratacağı sakıncalarla baş edilebilmesi için savaşın tüm aktörleriyle ve özellikle İsrail, Amerika ve AB ülkeleriyle hasmane ve gergin ilişkilere itibar edilmemesini; Müslüman çoğunluklu bir NATO üyesi ve bölge ülkesi sıfatıyla Batı dünyasında İsrail Filistin sorununa çözüm bulmak için erkenden başlaması muhtemel çalışmaların dışında kalınmamasını; topraklarımıza yeni mülteci kabul edilmesinde ihtiyatlı davranılmasını ve dış politikamızda U dönüşleri uygulamalarına son verilmesinin faydalı olacağını düşündüğümüzü ifade etmek isteriz.
(1) Lübnan’da Hizbullah; Irak’ta Haşdi Şabi; Filistin’de Hamas; Yemen’de Husiler; Suriye’de Şam Yönetimi ve rejim yanlısı Şii küçük milis gruplar
(2) “To light the fire but stand back from the flames”; Suzanne Maloney; Brookings Institute; “The End of America’s Exit Strategy in the Middle East”, Foreign Affairs
(3) USS Gerald Ford ve USS Eisenhower
(4) 7 Ekim’den bu yana Fransa’da Antisemitik olayların sayısı 1040’lara ulaşmış
(5) Ülkemizin de yeni bir mülteci akınına uğraması ihtimal dışı değil.