“Eğer orada olmasaydık, örgütün sınırlarımıza yönelik saldırıları, daha önce olduğu gibi devam edecekti ve kendi şehirlerimizde daha büyük bedeller ödeyecektik.” Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 12 Ocak’ta 9 askerin şehit olduğu PKK saldırısı üzerine 16 Ocak’ta TBMM Genel Kurulu’nu bilgilendirmeleri aslında Güler’in konuşmasındaki bu cümle ile özetlenebilir.
Ama söyledikleri sadece bu değildi ve her iki bakanın konuşmalarındaki intikam temalı tepkisel ifadeleri ayıklayınca geride kalanlar Türkiye’nin -sadece PKK bakımından değil- yeni dış ve güvenlik politikasını anlatıyordu.
Bu bakımdan Savunma Bakanı Güler’in konuşmasını bu güvenlik stratejisinin geçmişi ve bugünü, Fidan’ın konuşmasını ise bugünü ve geleceği odaklı olarak okumak mümkün.
“Suriye, Irak ayrımını kaldırdık”
Güler konuşmasında Türkiye’nin sınır ötesi harekatlara 1990’larda başladığına vurgu yapıyor ve aradaki farkı “sınırlı hedefli ve süreli” askeri harekatların yerini 2016’dan itibaren “sürekli ve kapsamlı” harekatların almasıyla açıklıyor. Bu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da sık sık söylediği “tehdidi kaynağında yok etme” hedefinin başka türlü ifadesi gibi duruyor.
Fidan’ın konuşmasında vurguladığı üzere, PKK’nın güney sınırlarında etkinliğini artırmasına yarayan Suriye ve Irak’taki “güç boşluğu ve siyasi bölünmüşlük” 2016’dan itibaren Türkiye’nin de kendi yararına kullandığı bir imkâna dönüştürülmüş. “Suriye ve Irak ayrımını ortadan kaldırdık” diyor önceki MİT Başkanı, şimdi Dışişleri Bakanı Fidan; “Saldırı nereden gelirse gelsin her iki alanda da aynı anda hedef alıyoruz.”
Bu sözler Güler’in konuşmasındaki Iraklı yetkililerle işbirliği içinde olunduğu ama Irak “beklentileri karşılamasa da” operasyonların devam edeceği ifadesini tamamlıyor.
PKK geçit noktalarına yükleniyor
Savunma Bakanı, PKK’nın 22 Aralık 2023 ve 16 Ocak 2024 saldırılarının tahlilini TBMM’ye “teröristlerin kalbi olan Zap’a ulaşmamız, örgütün son dirençlerini ciddi şekilde Pençe-Kilit sahasında ortaya koymasına da sebep oldu” sözleriyle aktardı. Türkiye’ye geçiş yollarının kapatılmasına direniyorlardı. Türk Silahlı Kuvvetleri ve MİT’in ortak operasyonlarıyla “ülke içine terörist silah ve mühimmat aktarımları bitme noktasına getirilmiş, yurt içindeki eylemler asgari düzeye indirilmişti”. Güler’e göre bu yüzden de Pençe-Kilit alanındaki geçitleri tutan uç noktalara, üs bölgelerine saldırıyorlardı.
Güler aynı zamanda, bu saldırılarla eş zamanlı olarak “birçok üs bölgesine” saldırı düzenlendiğini ancak diğerlerinin engellendiğini söyledi. Bu “üs bölgeleri stratejisi sayesinde, Sinat-Haftani’nden Hakurk’a kadar uzanan yaklaşık 300 kilometrelik Türkiye-Irak sınır şeridinde, ortalama 15 ile 30 kilometre derinlikte güvenli hat” oluşturulmuştu.
Dikkatler Gazze’ye çevrilince
Fidan, “Faaliyetlerini ağırlıklı olarak sınır ötesine taşımak zorunda kalan” PKK “artık Türkiye’den daha çok Suriye ve Irak’ın millî güvenlik tehdidi haline gelmiştir” dedi. Fidan’a göre “Son kullanma tarihi” dolan PKK “uluslararası kamuoyunun dikkatinin Gazze’ye odaklandığı bir ortamda” bu eylemlerle kendisini hatırlatıyordu. Dışişleri Bakanının Meclis’i bilgilendirme öncesinde, Orta Doğu’da Yemen ve Kızıldeniz’den İran’ın Irak’a saldırısına dek gerilim tırmanışına işaret ederek “Gazze’daki savaş sarmalının girdaba dönüşme” tehlikesinden söz ettiğini hatırlatalım.
Neden 2016?
Hem Güler hem de Fidan Türkiye’nin PKK’ya karşı mücadele stratejisinde dönüm noktasının 2016 olduğunu söylüyorlar ama 2016 olmasındaki asıl etkenin her ikisinin de gayet iyi bildiği 15 Temmuz 2016 darbe girişimi olduğunu söylemiyorlar. Strateji değişikliğinin başlangıcı 24 Ağustos 2016’da Suriye’de Cerablus merkezli başlatılan Fırat Kalkanı harekatıdır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bölünmüş görüntü sergilediği darbe girişiminden sadece beş hafta sonradır. Türkiye’nin 15 Temmuz’un arkasında gördüğü ABD’ye rağmen kendi güvenliğini sağlama kararını alması anlamına gelir. Öncesinde 2014 sonbaharında ABD Başkanı Barack Obama’nın Suriye’de IŞİD’e karşı PKK’nın Suriye koluyla işbirliği kararı, 6-8 Ekim olayları ve 2015’te AK Parti hükümetiyle MİT (yani Fidan) ve HDP üzerinden yürütülen diyalogun kopması ardından yaşanan şiddet ortamı bulunmaktadır. Ankara ve İstanbul’da IŞİD ve PKK saldırılarında çok kan dökülmüştür ve bunun izleri Güler’in konuşmasında var.
Dönüm noktası olarak 2016’nın gösterilmesine rağmen 15 Temmuz bahsinin açılmaması bir yandan PKK’nın arkasında ABD olduğunu “sobelerken” diğer yandan ABD ile kritik bir dönemeçte diplomatik bakımdan konuyu tırmandırmama çabası gibi duruyor.
Gazze, PKK, NATO
Kaldı ki Fidan konuşmasında Rusya’nın da Fırat’ın Batısında örgüte “örgüte teknoloji ve askeri teçhizat desteği” verdiğini belirtiyor. Fidan’ın son dönemde İsveç’in de olumlu tutumundan söz etmesi dikkat çekici.
Hem savunma hem dışişleri bakanlarının ifadeleri, “tehdidi kaynağında bertaraf etme” stratejisinin yeni boyutlar eklenerek devam edeceğini gösteriyor. Bunda sadece PKK’nın son saldırıları değil, kuzeyde Rusya’nın Ukrayna’ya savaşı gibi Gazze Krizinin de -yayılma tehlikesiyle birlikte- kısa sürede sona ermeyeceği saptamasının rol oynadığı anlaşılıyor.
Bu durumda Erdoğan’ın İsveç’in NATO’ya üyelik kararını yakın zamanda Meclis’te onaylatarak ABD Başkanı Joe Biden’ın F-16 sözünü yerine getirme riskini alma ihtimali yükseliyor. Erdoğan ve kabinesi böyle bir kararın 31 Mart yerel seçimleri seçim öncesi; iç siyasette yükü biraz arttırsa da diplomasi cephesinde yükünü azaltacağını hesaplıyor olabilir.