Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 104’üncü yılını kutluyoruz. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, Meclisin nice yılları, daha gelişkin demokratik, laik, sosyal hukuk devleti düzeylerinde idrak etmesi dileğiyle kutlu olsun.
İkili niteliği olan Kurtuluş Savaşını, oylarıyla kendi başa getirdiği Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kazanıp Cumhuriyeti kuran bu Meclistir. Savaşın ikili niteliğinden biri işgalci güçlere karşı verilen anti-emperyalist yönü diğeri de koltuğunu korumak için işgalci güçlerle işbirliği yapan yöneticilere karşı verilen iç savaş yönüdür.
Meclisin 104’üncü yılında demokratik işleyişin geleceği bakımından önem taşıyan gelişmelere tanık oluyoruz. Bu gelişmelerin de ikili niteliği bulunuyor.
Gelişmeler ve Meclisin rolü
Bir yanda, Türkiye’de vatandaşların koşullar ne olursa olsun sandıktan vaz geçmediği 31 Mart yerel seçimleriyle kanıtlandı. Türkiye’de halk tepkisini nadiren sokaklarda, meydanlarda gösteriyor. Bunda demokratik tepkileri, hatta kutlamaları için sokağa çıkanların polisin sert müdahalesini, tutuklanmayı, teröristlikle suçlanmayı göze almasının payı var. Bu durumda son sığınak sandık kalıyor. Çoğu ülkenin yanına yaklaşamadığı yüzde 80 gibi bir katılım oranı, ülkemizde katılımın düşmesi olarak algılanıyor.
Diğer yanda, Meclisin yönetimdeki rolünün 2010 ve 2017 Anayasa değişiklikleriyle giderek kısıtlandığına tanık oluyoruz. 2010 değişikliği, AK Parti iktidarının müttefik olarak gördüğü siyasi İslamcı Fethullah Gülen örgütlenmesi tarafından kontrol altına alınmış yargı erkinin lehineymiş gibi göründü. Bu grubun 2016 askeri darbe girişimi ardından 2017’deki Anayasa değişikliğindeyse yürütme erki Cumhurbaşkanında toplanmakla kalmadı, aynı zamanda Cumhurbaşkanının Meclisin çoğunluk grubu üzerinden yasama ve yüksek yargı üyelerinin seçimi üzerinden yargı erklerine doğrudan müdahalesinin önü açıldı.
Bütçe yapma yetkisi, denetim yetkisi kısıtlanmış ve güvensizlik oyu yetkisi elinden alınmış bir TBMM var 104’üncü yılında.
Parlamento ve belediye meclisleri
Meclisin ülke yönetimindeki rolü böylece azalır, güç seçilmişlerden çok oligarşik oluşumlara kapı açarak atanmışların eline geçerken yerel yönetimlerin önem kazanmasına da tanık oluyoruz. Üstelik yirmi küsur yıllık AK Parti iktidarı döneminde, özellikle de 2019 yerel seçimlerinde İstanbul ve Ankara başta olmak üzere büyükşehir belediye başkanlıklarının CHP’ye geçmesi ardından belediyelerin gelirleri ve yetkilerinin tırpanlanmasına rağmen belediye ve il genel meclislerine rağbet arttı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, özellikle İstanbul ve Ankara’da belediye meclislerinin AK Parti ve MHP çoğunluğuna işaret ederek “hizmet istiyorsanız başkanlığı bize verin” demesi ters tepki; seçmenler yerel meclislerdeki çoğunluğu da CHP’ye verdi.
Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş, -hem de atık su arıtma gibi halk sağlığını ilgilendiren bir konuda- yerel meclisin desteğini alalmasının, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ilk defa AK Parti’nin, Belediye Başkanının etkisini sınırlayacak bir önergesinin reddedilmesinin tadını çıkardı.
Su akacak yolunu buluyor bir şekilde.
Anayasa değişikliği ne getirecek?
Ancak 31 Mart bir yerel seçim, iktidarı yıprattı ama değiştirmedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli bir Anayasa değişikliğini daha zorlama niyetlerinden vaz geçmiş görünmüyor. Bu konuda TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş özel bir görev üstlenmiş görünüyor. Üstelik bu defa Meclisin bir daha kendi partilerinden seçilme ihtimallerinin kalmadığı 31 Mart seçim sonuçlarıyla görülen çok sayıda üyesi bulunuyor.
Anayasa değişikliğin, belki milletvekili transferlerine de başvurularak, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yatırımcılara “dört yıl seçim yok” taahhüdünü doğrulayacak şekilde, halkoylamasına gerek kalmadan TBMM çatısı altında yapılması ihtimali yasal zeminde mevcut görünüyor.
Meclisin yetkilerinin yürütme lehine daha da kısıtlanması, özellikle iktidar cephesinin güç kaybının artık görünür hale geldiği aşamada Türkiye’nin demokratik geleceği açısından parlak bir fikir olmayacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisini çıkar pazarlıklarına da açacak bu yol yerine, “Oturup konuşalım” diyen CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e kulak vermesi demokratik bir çıkış yolu gibi görünüyor. Meclisin 104’üncü yılında toplumsal uzlaşmaya daha uygun bir yol…