Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) 1957’de Roma Antlaşması ile altı devlet olarak kurulmasından başlayarak, çevresindeki benzeri bölgesel kuruluşları tabir caizse birer ikişer yutarak, kıtada ve ötesinde AB adı altında ve bir bütünleşme süreci hedefiyle devasa bir ekonomik ve siyasi güce erişti. Aynı genişleme dinamiğini, Avrupa’da ve dünyada başka birlikteliklerde de görüyoruz. Bunlar arasında 1949’da ABD ve Kanada’yı da içine alarak yaşama geçen ve bir İttifak olarak yükselen Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) özellikle zikre değer.
Demokrasi, Batının kök hücresi
Batı dünyasında siyasi, ekonomik ve savunma alanlarında benzeri birleşme hareketlerin başarısını sağlayan tayin edici dinamik, bir araya gelen devletlerin sadece ortak siyasi ve ekonomik çıkarları ve ortak stratejik vizyonu paylaşmaları değil, aynı zamanda, bütün yetersizlikleri ve kusurlarıyla birlikte, bir anlamda aynı kök hücreye sahip olmaları. Bu kök hücrenin temel unsuru ise demokrasi. Başka bir deyimle, hukukun üstünlüğü, düşünce, kanaat ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, basın ve haberleşme özgürlüğü gibi insan yaşamının değerini önceleyen, onur ve haysiyetini koruyan değerler manzumesi.
Şangay ve BRICS
Yirmi birinci yüzyılda dev birlikteliklerden kaynaklanan benzeri bir gelişmeyi dünyada, Orta ve Güney Asya ve Alt Kıtaya ve ötesine uzanan coğrafyalara yayılan Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) ve Küresel Güney’in (BRICS) adlarını taşıyan ve küresel dengelere yerleşen iki yeni devasa örgütün sergilediği dinamizmde görüyoruz. Bugün Asya ve ötesini kapsayan, hükümetlerarası işbirliği niteliğini taşıyan bu iki örgüt, aynen Avrupa kıtasında olduğu gibi, uzak ve yakın çevresindeki benzeri örgütleri bir nevi yutarak ilerlemekte ve kendileri dışındaki coğrafyalara da yayılarak inanılmaz büyüklüklerde birer etkili aktör olma iddiasındalar.
Bir farkla ki ŞİÖ ve BRICS, yönetim meşruiyetlerini, çoğunlukla temel hak ve özgürlüklere dayalı olan, yani demokrasiyle yönetilmekte üyelerinin iktidarlarından almıyor. Aksine, anılan iki örgütün yetkileri, büyük çoğunlukla demokratik olmayan rejimlere sahip üyelerinden kaynaklanmakta.
Birbiriyle bağdaşmayan rejimler
Bu önemli. Bir tarafta demokrasiyi ve insanı merkeze alan, AB, NATO, Avrupa Konseyi ve benzeri Batı birleşme hareketlerini, diğer tarafta ise, üyelerinin güç ve tahakkümü merkeze alan ülkelerden oluşan ŞİÖ ve BRICS’i görüyoruz. Dolayısıyla birbiriyle asla bağdaşamayan iki farklı sistemden meydana gelmiş olan gruplara mensup devletlerin birbirlerinin kurdukları bölgesel veya küresel birliklere katılmayı öngören üyelik talepleri ortaya çıktığında, bu taleplerin nasıl gerçekleşebileceği şu sıralarda gizemini koruyor.
Şangay’ın açıklanmayan amacı
İlk yıllarında Şangay Beşlisi olarak anılan ve 2001 yılında Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan’ın oluşturduğu bir örgüte dönüşen ŞİÖ siyasi, ekonomik ve güvenlik dahil geniş bir yelpazede işbirliği amacını taşıyan bir bölgesel örgüt. ŞİÖ Üyeleri halen Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, İran, Hindistan ve Pakistan’dan oluşuyor.
Çin ve Rusya’nın girişimiyle oluşturulan Şangay İşbirliği Örgütünün kuruluşunun açıklanmayan iki amacının bulunduğundan söz edilebilir. Bu amaçlardan biri, bu örgüt sayesinde Çin ve Rusya’nın birbirlerini kontrol etmesi; diğeri ise ABD ve müttefiklerinin ayağının Asya’dan kesilmesi. Bu gözlemin gerçeklere ne derece tekabül ettiği kesinlikle biliniyor olmasa da ŞİÖ’nün kuruluşundan beri bu örgütün tam üyeleri arasında yer alan bir NATO üyesi bulunmuyor.
BRICS veya küresel güney
Başlangıçta ekonomik yatırım olanaklarını değerlendirmek için Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika, daha sonra ise İran, Mısır, Etiyopya ve BAE’nin katılımlarıyla dokuz üyeden oluşan ve hükümetlerarası bir bölgesel kuruluş olarak hayata geçirilen BRICS kısa zamanda kayda değer bir jeopolitik blok haline dönüştü. 2009’dan itibaren politikalarını, içişlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı çıkar temelinde yıllık zirve toplantılarıyla koordine etmeye başladı.
BRICS halen yer yüzü kara sathının yüzde 30’unu kaplamakta ve dünya nüfusunun yüzde 45’ini barındırmakta. 2024 rakamlarıyla dünya ekonomisinde BRICS üyelerinin yüzde 35 olan payı, yüzde 30’a düşen G7 (ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, Kanada, İtalya) ülkeleri toplamını geçti.
BRICS’in kurucuları, Küresel Güneyde bu denli büyük ve güçlü yeni bir dev küresel teşkilat meydana getirebilmeleri ışığında bu durumun kendilerine, halen Batı liderliğindeki çok taraflı rekabet dünyasında Batıyla mücadelelerinde ciddi bir denge unsuruna sahip bulunduklarının bilincinde hareket etmekteler.
Türkiye’nin tutumu
Hatırlanacağı gibi Atlantik İttifakı üyesi ve AB aday ülkesi Türkiye örgüt nezdinde “Diyalog Ortağı Statüsü” statüsü kazanmak üzere 23 Mart 2011’de başvuruda bulunmuş, bu başvurusu 6-7 Haziran 2012 tarihlerinde Pekin’de yapılan ŞİÖ Devlet Başkanları Zirvesi’nde onaylanmıştır. Sözkonusu statü, kurumsal bağın derecesi bakımından “gözlemci ülke” statüsünün altında, “misafir katılımcılar” statüsünün üzerinde yer alıyor. Halen Diyalog Ortağı statüsünde toplam 14 ülke bulunuyor.
Öte yandan, Türkiye BRICS’e olan ilgisini ve üyelik olanaklarını aradığını bir süreden beri çeşitli vesilelerle belli etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’nin BRICS’e olan ilgisi ve bu örgüt ile işbirliğinin ne şekilde geliştirilebileceğine dair birçok demeci oldu. Ancak devletimizin BRICS’e üyelik için resmen müracaat ettiğina dair gayrı resmi bilgi bulunsa da, başvurup vurmadığına ve ne yanıt aldığına dair resmi makamlarca şu ana kadar açıklanmış bir bilgi yok.
Yeni bir dünya
Şu anda dünyada çok taraflı küresel rekabete açık yeni bir uluslararası düzen kuruluyor. Bu yeni düzen eskiden Doğu Bloku diye adlandırılan Komünist Blokun ve Üçüncü Dünya denilen küresel Güney ülkelerinin, Amerika ve AB gibi Batılı ülkelerin hakim olduğu düzene karşı çıkmayı ve bu düzenle rekabet etmeyi öngörüyor.
ŞİÖ ve BRICS ile de bağlantılı olarak tartışma zeminine oturan bu gelişmeleri bir bağlam içine görmeden ve yeni bölgesel ve küresel oluşumlara kendi ülkemizin kuruluş idealleri ve siyasi ve insani vizyonlarını, geçmişin deneyimleri ve gelecek perspektifini göz önünde bulundurmadan, aramızdaki kök hücre uyuşmazlığını göz ardı ederek üye olalım dersek, bu girişimlerimizden hayal kırıklığı ile çıkmamız kaçınılmaz. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde yatan ve Anayasamızın ilk dört maddesinde ifadesini bulan kendi kuruluş ilkelerimiz Cumhuriyetimizin temel vizyonunu oluşturmakta.
Dünyada kurulan her bölgesel veya küresel örgüte katılmayı düşünmeden evvel Türkiye’nin her şeyden önce sağlam bir dünya analizi yapması ve bu analizin sonucunu kendi dış politikasını kuruluş vizyonuna oturması gerekiyor. Bunu hakkıyla gerçekleştirebilirse, ancak o zaman ulusal çıkarlarını gözeterek yeni kurulmakta olan yeni dünya düzeni içindeki onurlu ve güçlü yerini alabilir.
Şangay NATO’ya alternatifi mi?
Aksi takdirde dünyanın neresinde olursa olsun, hangi amaçla olursa olsun, ülkemizin her yeni kurulan uluslararası teşkilata üye olması hem mümkün değil hem kendi çıkarına değil.
Bu arada unutmamak gerekir ki AB veya Amerika, Türkiye Avrupa’nın yasa dışı mültecilerini kabul ettikçe ve Ankara NATO’nun askeri kapasitesine güçlü silahlı kuvvetleriyle destek sağladığı sürece, ülkemizin ŞIO veya BRICS’e de üye olmasını, Atlantik İttifakı veya AB’nin alternatifi gibi görmez
Avrupa Birliği’ni bir hedef olmayı sürdürdüğümüzü ifade ederken, temel hakları uygulamak ve Birliğin birleştirici kurumlarını örnek almak yerine, mevcut olanları etkisiz kılarak kendimizi bölge dışına itecek girişimleri desteklemeyi sürdürürsek, nihai tahlilde böyle bir politika bizi dünyada yalnız bırakır ve sonuçta tüm tuşlara aynı anda basmak isteyen piyanistin akıbetine sürükler.