Geçtiğimiz hafta sosyal medya kaynaklı olarak ortaya atılan Sedat Peker’in MİT operasyonu sonucu yakalandığı haberi ortalığı karıştırdı. Haber hiçbir kaynak verilmeye gerek duyulmadan dallandırılıp budaklandırıldı. Senaryo, Diriliş Ertuğrul, Payitaht ve Teşkilat dizilerinin müdavimleri için havada kapılacak türdendi. Özetle, Katar üzerinden yürütülen operasyonla MİT ve Sualtı Taarruz (SAT) ekipleri denizaltıyla Birleşik Arap Emirlikleri’ne sızmış, Peker’i ve ailesini yakalamıştı.
Hemen televizyon ekranlarında saatler süren açık oturumlar düzenlendi. Olay hakkında hiçbir bilgisi olmadığı -çünkü gerçekten de ortada iddiayı doğrulayan bilgi yoktu- daha ağızlarını açtıklarında anlaşılan sözde uzmanlar “olsa olsa” yöntemiyle tezler üretti, koyu tartışmalara girdiler.
Konu Peker’in “yakalanmadım, BAE yetkililerince sorgulandım” mealindeki yayınıyla bir anda söndü. Bu balon haber üzerine hem iktidar hem muhalefet hem de bağımsız medyada ahkam kesen kişiler hiçbir şey olmamış gibi başka alanlarda uzmanlıklarını konuşturmaya devam ettiler.
Aslında kendi başına bir operasyon gibi duran haber, adeta kamuoyunda “Neden MİT bulup getirmiyor?” sorularına cevap gibiydi. Ters köşeden bakılacak olursa, adeta birileri MİT ve Savunma Bakanlığının böyle bir operasyonu pek ala yapabilecekken yapamadığı, hatta yapmadığı mesajını vermek istiyordu. Bu açıdan bakıldığında Ankara’da, yönetim çevrelerinde Sedat Peker’in iddialarının açığa çıkardığı iç çekişmelerin bir ürünü gibi duruyordu.
Akıl ricat edince, ahlak firar edermiş
Sedat Peker’in hem de BAE gibi Türkiye’ye, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a pek de dostane baktığı söylenemeyecek bir ülkeden, çatışma ve kan dökülme ihtimali bulunan askeri bir operasyonla kaçırılmasına kalkışmanın ne anlama geleceği üzerinde durulmamıştı bile. Bu, ne yönetim boşluğu içindeki Suriye, Irak gibi ülkelerdeki PKK operasyonlarına ne de idaresi zayıf ülkelerden Fethullahçı öğretmen, ya da tüccar kaçırmaya benzerdi. Suudi Arabistan’ın üstelik kendi toprağı sayılan İstanbul Başkonsolosluğunda vatandaşı Cemal Kaşıkçı’yı öldürmesini MİT ortaya çıkarmamış mıydı? Rusya’nın muhaliflerini zehirleyerek ortadan kaldırma girişimlerinin ne tür diplomatik sorunlara yol açtığı ortadaydı.
İşin teorik planında Peker’in iddialarının henüz (belki Suriye-silahlar dışında) “devlet güvenliğini tehdit eden” bir yanı yoktu. Tamamen iç konulara etrafındaydı. Bu durumda ancak Cumhurbaşkanının MİT Başkanı Hakan Fidan’a özel olarak Peker’in bulunup getirilmesi talimatı vermesi gerekiyordu. Erdoğan bir yandan Batıyla ve Arap ülkeleriyle arayı yeniden düzeltmeye çalışırken sonuçları açısından çok baş ağrısına yol açabilecek bir talimat vermiş olabilir miydi? Bugüne kadar vermediği anlaşılıyor; en azından bu yönde bir bilgi yok.
Ancak Peker’in MİT-asker işbirliğiyle yakalandığı haberinin yalanlandığı sırada başka haberler öne çıkmaya başladı. Kara para aklama suçlamasıyla hakkında tartışmalı Maliye dosyaları bulunan Sezgin Baran Korkmaz konuşmaya başladı. Peker, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu hedef alarak, Korkmaz’ın yakalanmadan yurtdışına çıkışına göz yumulması ve soruşturmasının kapatılması karşılığında bir yatırımcının (ki İnan Kıraç olduğu öne sürüldü ve yalanlanmadı) 45 Milyon dolar borcunun silinmesinin istendiğini öne sürmüştü. Korkmaz’ın gazeteci Fathih Altaylı’ya onun gibi Habertürk’te çalışan Veyis Ateş’in kendisinden “Ankara’yla arasını bulmak için” 10 milyon avro haraç istediğini söylemesi yeni bir Pandora kutusunun kapağını açtı. Yine Habertürk çalışanı Sevilay Yılman’ın yazısından Korkmaz’ın bant kaydını emanet ettiği “gazeteci ablanın” kendisi olduğunu öğrendik. (Anlaşılan SBK çok sayıda gazeteciyle irtibat kurmuş onları otellerinde ağırlamış, Borajet’e, güncel deyimle “çöktükten” sonra seyahatlere ısmarlamıştı. Bu günlerde bazı meslektaşlarımız ve bazı siyasetçilerin endişesinin arttığını tahmin ediyorum.)
Korkmaz’ın ifşaatıyla siyasi kuliste hedefin Soylu olduğu konuşulmaya başladı. Nasıl Peker’in konuşmaya başlamasında kendisine haksızlık yapıldığı duygusu varsa, SBK da kendisinin oyuna getirildiğini söylemeye başlamıştı. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu 15 Haziran TBMM Grup konuşmasında o 10 milyon avronun kime verilmek üzere istendiğini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bildiğini söyledi, açıklanması ve yargıya taşınmasını istedi. Soylu 16 Haziran öğle saatlerinde TBMM Başkanı Mustafa Şentop’u ziyarete gitti. Bu ziyaret, Şentop’un istediği, Peker’den para alan siyasetçiler konusunda bilgi verilmesine yoruldu. (*)
Peker konuşmayı sürdürecek mi?
Peker bu günlerde Twitter üzerinden varlığını hatırlatmayı sürdürüyor. Ancak Erdoğan-Biden milyonlarca kişiyi bilgisayar, telefon ekranlarına kilitleyen yayınları bir süredir yok. Peker bunu güya Erdoğan’a ABD Başkanı Joe Biden görüşmesi öncesi zarar vermemek için yaptığını söylüyor, adeta bir uluslararası ilişkiler etkeni olmuş gibi davranarak. Gerçek neden farklı olabilir. Akla gelen nedenler arasında el altından belli pazarlıkların başlamış olabileceği da bulunuyor Peker’in yeni bilgilerle cephane yığınağı yaptığı da.
Bu çerçevede Ankara’da yapılan değerlendirmelerde Peker’in zamanında kendi sahip olduğu, bir kısmı kulaktan dolma bilgilerin yanı sıra üç kaynaktan daha bilgi akışıyla beslendiği tahmin ediliyor.
Önem sırasıyla yazmıyorum, ama ilk planda Erdoğan’a “düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığıyla yaklaşan muarızları bulunuyor. Bunlar arasında zamanında Peker’i Ergenekon davasından hapse atan ama şimdi başka kimliklerle -zamanında devlet yapısı içindeyken edindikleri bilgileri aktaran Fethullahçılar dahi olabilir. Yine Peker’in başka kimliklerle tanıdığı yabancı istihbarat servisleri de.
İkinci planda, zamanında Sedat Peker ile irtibat içinde olup ondan belki de gizli kapalı işleri için yardım istemiş olan iş dünyasından isimler var. Peker’in telefon konuşmalarının kaydını tutup açıklamaya başladığı anlaşıldıktan sonra bu isimlerin kendilerinin de ifşa edilmemesi karşılığında kendilerinden istenen bilgileri paylaşma sarmalına girdiği değerlendirmesi yapılıyor.
Üçüncü sırada ise Peker ile siyasi, ticari ve şahsi çıkarları için yakınlaşmış olan siyasetçiler, bürokratlar, yargı üyeleri ve gazeteciler bulunuyor. Hatırlanacak olursa Peker, AK Partili Metin Külünk’e 10 bin doların çok üstünde, defalarca, çanta dolusu para verdiğini ifşa ederken, başka siyasetçiler de olduğunu ama kendisine dokunmayana dokunmayacağını söylemişti. Açığa çıkmak istemeyen bu isimlerin, diyelim Peker’den telefon gelse, kayda gireceğini bile bile, ifşa olmamak korkusuyla açmama şansları da çok düşük. Peker’in bu sayede hatta Soylu’nun yakın çevresinden dahi bilgi sızdırabildiği konuşuluyor.
Yakın zamana kadar vıcık vıcık iç içe olan siyaset-ticaret-devlet-mafya-medya ilişkilerindeki bazı aktörlerin şimdi birbirlerini satarak kendilerini en az hasarla kurtarma çabasına girdiği anlaşılıyor.
Erdoğan ve AK Parti bu furyayı sessiz kalarak geçiştirmeye çalışıyor ama, bu defa o kadar kolay olmayabilir. Balon irtifa kaybediyorsa, genellikle safra atılarak yeniden toparlanıp yola devamı sağlanır.
(*)16 Haziran 2021 saat 16.35’te güncellendi.