Türkiye’de yeni uygulamaya konulan ekonomik programın “Çin modeli” olarak adlandırılmasının ne derece uygun olacağı tartışılırken, Hong Kong dramatik bir seçim süreci yaşadı. 19 Aralık’ta yapılan Yasama Kurulu seçimlerinde Pekin yanlısı adaylar ezici çoğunlukla yönetimi ele geçirdi. Ancak bu zaferin arkasında kent halkının desteğinden ziyade seçim sisteminde yapılan değişiklik ve muhaliflere uygulanan ağır baskı vardı.
Bundan iki yıl önce, 2019 yazında, demokrasi yanlısı öğrencilerin protestolarıyla sarsılan Hong Kong haftalarca uluslararası medyanın manşetlerinde yer almış, sahip olduğu yarı özerk statüyü korumak için otoriter anavatanı Çin’e karşı verdiği mücadele büyük ilgi uyandırmıştı. Bugün kent bambaşka bir noktada: Yorgun ve yılgın.
Bir zamanlar finans merkezi konumuyla dünyanın önde gelen küresel kentleri arasında sayılan, güçlü kültür endüstrisi ve dinamik kent hayatıyla uluslararası cazibe merkezi olan Hong Kong’un bugün geldiği nokta kuşku yok ki “Çin modeli”nin bir diğer veçhesini ortaya koyuyor.
Salgın ve Demokrasi Kaybı
Covid-19 salgını nedeniyle gündelik hayatın akışının sekteye uğraması ve ortaya çıkan olağanüstü durum, dünyanın farklı yerlerinde otokratik yönetimlerin demokratik hakların kullanımına sınırlama getirerek kendi etkinlik alanlarını keyfi şekilde genişletmesine olanak sağladı. Hong Kong’da 19 Aralık Pazar günü gerçekleşen Yasama Kurulu seçimlerinin yapılması gereken asıl tarih Eylül 2020, yani bundan 15 ay öncesiydi. Kovit-19 salgını seçimlerin ertelenmesine neden oldu. Yasama Kurulu seçimleri, önce salgın ardından seçim sisteminde yapılacak yeni düzenleme gerekçe gösterilerek olması gerekenden 15 ay sonra gerçekleşti.
Pekin yönetiminin seçim sistemini değiştirme ihtiyacı hissetmesinin nedenlerinden biri olarak 2019 yazı protestolarının hemen ardından yapılan mahalli bölge temsilcileri seçimlerinde ortaya çıkan sonuç gösteriliyor. 2019 Kasım’ında yapılan mahalli seçimlerde demokrasi yanlısı adaylar oyların yüzde doksanına yakınını alarak büyük bir başarıya imza attı. Gözlemciler, 2019 yazı protestolarında yükselen demokrasi talebine açık bir toplumsal destek ifade eden bu sonucun Pekin’i zor durumda bıraktığını söylüyor.
Demokrasi “marjinal grupların” talebi mi?
Mahalli seçimlerde halkın demokrasi yanlısı adaylara desteği, demokrasi talebinin Pekin yönetiminin iddia ettiği gibi yalnızca marjinal gruplar tarafından sahiplenilmediğinin bariz bir kanıtıydı. Protestoların hemen ertesine denk gelen mahalli seçimde Hong Kong toplumu istikrarı önceleyen faydacı bir pragmatizmle hareket etmemiş, kentin yarı-özerk statüsü çerçevesinde sahip olduğu demokratik hak ve özgürlüklere sahip çıkmıştı. Yönetimi seçim sisteminde değişiklik yapmaya yönelten, aynı sonucun bir daha tekrarlanmamasını garanti altına alma ihtiyacı oldu.
Covid-19 salgını tam da bu noktada Carrie Lam liderliğindeki Pekin destekli kent yönetiminin imdadına yetişti, salgının yarattığı olağanüstü koşullar yönetime sistemde gerekli gördüğü değişiklikleri yapacak zamanı kazandırdı. Arada geçen 15 aylık sürede seçim sistemi değiştirilirken (Yasama Kurulunda halkın oylarıyla seçilen vekillerin oranı düşürüldü) muhaliflere her düzeyde büyük baskı uygulandı. Protestolara katılan öğrenciler, demokrasi yanlısı vekiller, muhalif sivil toplum temsilcileri, hukukçular, gazeteciler, iş insanları tutuklanarak hapse atıldı.
Seçim sistemiyle oynayarak kazanmak
Böylelikle seçmene oylarının hiçbir koşulda işe yaramayacağı, muhalif seslerin her durumda susturulacağı mesajı net şekilde verilmiş oldu.
Salgın dönemi bu müdahalelerin zamanlaması açısından uygun zemin yaratmış, kent halkı için sağlık ve ekonomi öncelikli gündem haline gelirken siyaset geri plana itilmişti.
Sonuç olarak, 15 ay gecikmeyle 19 Aralık’ta yapılan seçimlerden “Hong Kong’u vatanseverler yönetecek” sloganıyla kampanya yürüten Pekin destekli adaylar büyük zaferle, Yasama Kurulu’nda koltukların tamamına yakınını ele geçirerek çıktı.
Öte yandan Yasama Kurulu seçimleri rekor seviyede düşük katılımla gerçekleşti. 19 Aralık günü kentte oy verme hakkına sahip seçmenlerin yalnızca yüzde 30’u sandığa gitti. 2019 mahalli seçimlerinde bu oran yüzde 70 idi. Seçmen katılımının iki yıl içinden yarıdan fazla azaldığı anlaşılıyor. Bu tabloda bugün çoğu farklı ülkelerde sürgünde yaşayan muhaliflerin seçim öncesi yaptığı boykot çağrısı kadar, Hong Kong toplumunda artan yılgınlığın da payı olduğu söyleniyor.
Tiananmen’i Anma Yasağı
Yasama Kurulu seçimlerinde kendilerini “vatansever” olarak tanımlayan Pekin destekli adayların ezici çoğunluğu ele geçirmesinin hemen ardından, Çin yönetimi Hong Kong’un yarı-özerk statüsünü tanımayacağını açık eder nitelikte sembolik önemi büyük bir diğer adım attı.
22 Aralık gece yarısından sonra Hong Kong Üniversitesi’ne giren bir grup güvenlik görevlisi ve teknik personel, 1989 Tiananmen katliamında ölenleri anmak amacıyla yaratılmış “Utanç Anıtı” adlı 8 metre yüksekliğindeki dev heykeli saatler süren bir çalışmayla kesip parçaladı. Danimarkalı sanatçı Jens Galschiot’ya ait heykelin parçaları konteynerlere yüklenerek bilinmeyen bir yere götürüldü. İzleyen günlerde kentin diğer üniversitelerinde bulunan Tiananmen kurbanları anısına yapılmış daha mütevazı ölçekteki heykeller de üniversitelerin yetkili kurullarının aldığı kararlarla tek tek sökülerek götürüldü.
Hong Kong, Çin’de Tiananmen katliamının kitlesel olarak anılmasına göz yumulan yegâne yer olarak bilinmekteydi. 1989’daki katliamın ardından kentte her yıl on binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen anma etkinliği geçtiğimiz iki yıldır salgın ve güvenlik gerekçesiyle yasaklanmıştı. Kentin simgelerinden olan Utanç Anıtı’nın sökülerek götürülmesiyle kentin yarı-özerk statüsünün altının oyulması anlamında kritik bir eşiğin daha aşıldığı, Tiananmen katliamının bundan böyle Hong Kong’ta da tartışılamayan bir tabu haline getirileceği anlaşılıyor.
Zemin Kazanan “Çin Modeli”
19 Aralık seçimleri sonrası İngiltere, ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zellanda’dan Hong Kong’ta demokratik unsurların tahrip edilmesi ve kentin uluslararası anlaşmalarla garanti edilmiş yarı-özerk statüsü konusunda kaygı açıklamaları geldi. Ancak göstermelik nitelikteki bu diplomatik jest, Hong Kong’un büyük oranda kaderine terk edilmiş olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
On dokuzuncu yüzyılın ortasında Birleşik Krallık tarafında sömürgeleştirilen Hong Kong’un, 1984’te İngiltere ve Çin arasında imzalanan anlaşma uyarınca 1997’de Çin yönetimine devredilmesinin ardından Özel Yönetim Bölgesi statüsüyle elli yıl boyunca sahip olacağı taahhüt edilen yarı-özerk konumu muhafaza etmesi artık mümkün görünmüyor. Gerçekçi olmak gerekirse Hong Kong bugün tamamen gündemden düşmüş vaziyette.
Şimdi herkesin merak ettiği, Çin ile ABD arasındaki küresel rekabette Xi Jinping’in daha cüretkâr bir hamleyle Tayvan’ı ilhak edip etmeyeceği, bunun gerçekleşmesi halinde ABD’nin Tayvan için Çin’le savaşmayı göze alıp almayacağı.
2021 yılını geride bırakırken değişen küresel dengeler içinde “Çin modeli”nin otoriterleşme eğilimi taşıyan yönetimler açısından cazibesini giderek arttırdığı anlaşılıyor.
Çin modeli: modern ama otoriter
Zira bugün küresel bir güç olarak dünyanın her yerinde ağırlığını hissettiren Çin, ileri modernliğin otoriterlikle bir arada var olabileceğini ortaya koyan alternatif bir modernleşeme rotasına işaret ediyor.
Hong Kong bu bağlamda “Çin modeli”nin nasıl çalıştığına dair ilginç bir laboratuvara dönüştü. Artık kentin, Pekin destekli adayların başarılı olacağı sonuçların garanti edildiği şekilde düzenlenmiş yeni bir seçim sistemi bulunuyor. Aynı zamanda her türden muhalif sesin, yabancı güçlerle işbirliği ve vatana ihanet suçlamasıyla ömür boyu hapis cezasıyla yargılanabilmesine olanak tanıyan yeni Milli Güvenlik Yasası ve Pekin’de rahatsızlık uyandıran her unsurun bir gecede ortadan kaldırılmasına onay veren görüntüde özerk kurumları var. Demokrasi ve özgürlük isteyen eğitimli, nitelikli genç nüfusun büyük bölümü bu şartlar altında ya başka ülkelere göç etmiş durumda ya da göç edebilme hayali kuruyor.
Bir zamanlar dünyanın önde gelen küresel kentleri arasında sayılan Hong Kong’un bugün canlılığını, yaratıcılığını, ışıltısını, kendine has kimliğini büyük oranda kaybetmekte olduğuna tanıklık ediyoruz.
Kentin geçirdiği dramatik dönüşüme yakından bakmak, ekonomi bağlamında tartışılan “Çin modeli”nin siyasi boyutuna ilişkin fikir vermesi açısından önem taşıyor.