Yetkin Report’ta yazdığım “Gençler neden yurtdışına gitmek istiyor” başlıklı yazı çok ilgi çekti. BBC Türkçe aynı konuda yaptığı röportajın adını “Beyin Göçü” koydu. Gitmeyi düşünen Boğaziçi, İTÜ ve ODTÜ bilgisayar mühendisliği öğrencileriyle röportajlar Oksijen gazetesinde yayınladı: Anket yapılan 165 öğrencinin 152’si gitmek istiyor. İçlerinden 130’u ise dönmeyi düşünmüyor! Gençlerle yapılan röportajlarda gitme sebepleri anlatılıyor: Refah, özgürlük, yüksek yaşam kalitesi beklentisi. Ve bir de liyakat sorunu.
Sorunun adını koymadan çözemezsiniz. Nitelikli, eğitimli gençler gidiyor. Bu beyin göçüdür; çok büyük bir kayıptır. Neden gidiyorlar? Çünkü geçerli meslekleri var; iş bulabiliyorlar. Gemi su almaya başladı; epeyce de yana yattı. Yüzmeyi bilenler gidiyor. Tamiri mümkün mü? Tamir edebilmek için nereden su aldığımızı iyi teşhis etmek lazım.
Gençlere anlattığımız üniversite vizyonu
Senelerce gençlere üniversite tanıtımı yaptık.
Onlara sunduğumuz vizyon şuydu: Şiddet ve ayrımcılık içermeyen her fikrin özgürce tartışılabildiği özgür bir akademik ortam. Her kesimden, her coğrafyadan öğrencinin akademik yeterlik ilkesi bazında eşit olarak eğitime erişimi. Üniversitede etnik kimlik, din ve inanç, dil, cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim, yaşam tarzı, ekonomik durum ve engellilik hali nedeniyle dışlamayan bir ortam; buna uygun destek ve kaynaklar. Etik esaslar ve insan haklarına saygı temelinde uygulamalar. Dünyaya açık, uluslararası düzeyde geçerli nitelikli eğitim. Sadece seçtikleri akademik disiplinlerinde değil, sosyal, kültürel, sportif, her alanda kendilerini geliştirmelerini sağlayabilen canlı bir kampüs ortamı. Ailelerinden ilk defa ayrılan gençlerin arkadaşlık kurarak, eğlenerek kendilerini keşfetmelerini, hayattan ne istediklerini belirlemeleri için bir özgürlük ortamı.
Üniversite zaten budur. Gençler bunun için üniversitemizi ve benzer vizyon sunan üniversiteleri tercih ediyorlardı.
Liyakat değil sadakat; liyakat değil referans
Üniversitelerin asli görevi, ülkenin nitelikli insan kaynağını, geleceğin yöneticilerini yetiştirmektir. Ülkenin elitlerinden bahsetmek, politik doğruculuk olmasa da, hiç bir ülke, elitler olmadan kalkınamaz. Önemli olan bu payenin, aileden ya da bazı imtiyazlı gruplara üyelik yoluyla değil, yukarıda andığım gibi, akademik yeterlik, çok çalışma, ve kazanılan yetkinlikler ve başarılar bazında edinilmesidir. Örneğin, üniversite sınavında alınan derece, hem akademik kapasite, hem de yoğunlaşabilme, çok çalışma, azim ve sebat göstergesidir. Alınan akademik dereceler, kazanılan başarılar da öyle. Bunu liyakat kavramı ile ifade ediyoruz.
Türkiye’de artık liyakat değil sadakat geçerli.
KPSS sınavının birincisi olmak yeterli değil. Uygun yerlere sadakatiniz, ve sızan belgelerde görüldüğü gibi referansınız yoksa, sözlüde eleniyorsunuz. Örnekleri çarşaf çarşaf göz önüne döküldükçe, gençlere verdiğimiz mesaj belli: Liyakat beş para etmez. Onlardan bazıları da mesajı alıp, liyakatin işe yaradığı bir yerde kendilerine bir yaşam kurmaya gidiyorlar.
Özgürlüğün, liyakatın olmadığı yerde üniversite geriler
Üniversite sıralamalarına bakarak “Üniversitelerimiz niye geriliyor” demek, gözü kapalı fili tarif etmeye benziyor: Evet, kuyruğu var ince uzun ama en önemli özelliği o değil; fil altı tonluk çok büyük bir hayvan.
Üniversite de öyle; evet araştırma yapması, atıf alması gerekiyor; bu da onu sıralamalarda yukarı taşıyor ama aslen, üniversite ülkenin elitlerini yetiştiren bir kurum: Yukarıda anlattığım gibi, özgür olması, gençlerin çok yönlü düşünme, araştırma, tartışma, uzlaşma pratiklerini yapması için ortam sağlaması gerek. Bu, ülkeye en değerli katkısı. Bu nitelikli insan kaynağının yaptığı araştırmaya dayalı inovasyon katma değerli ekonomik katkılara dönüşerek ülkelerin zenginliğini oluşturuyor.
Bu vizyona sahip, liyakat bazında oluşmuş bir öğretim üyesi kadrosu, bu vizyonu ortaya çıkaracak yönetim kadrosu ve vizyonu gerçekleştirecek kaynakları varsa, üniversite yükseliyor; hem manevi anlamda yükseliyor; hem de her türlü sıralamada yükseliyor. 2015 yılında Boğaziçi Üniversitesi böyle bir yönetime sahipti ve THE sıralamasında 139. sıradaydı. 2016’dan beri, diğer Türk üniversiteleri ile birlikte düşmeye başladı.
Gençlere anlattığımız üniversite hayali ve gerçekler
2016’da ne oldu? Gözü kapalı fil tarif etmeye gerek yok: Senelerdir herkesin bildiği, gördüğü, uyarmaya çalıştığı bir yapılanma, 15 Temmuz’da kanlı bir darbe teşebbüsü yaptı. Olağanüstü hal ilan edildi. Ülke boğucu bir karanlığa gömüldü. Yüz binlerce kişi işten çıkarıldı; kim suçlu kim suçsuz pek bakılmadan. Olağanüstü hal koşullarında referanduma gidildi; ülkenin yönetim sistemi yıkılıp yerine derme çatma bir düzen kuruldu.
O seneden sonra ülkemiz tepetaklak aşağı doğru gidiyor; gemi su aldı demek hafif kalır.
Üniversiteye, bize etkisi ne oldu? 2016 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nden bir öğretim üyesi bir kamuoyu duyurusu nedeniyle tutuklandı; aylarca tutuklu kaldı. (Beraatı sonrası açtığı dava ile tazminat almaya hak kazandı). 80 civarı öğretim elemanı hakkında aynı iddia ile dava açıldı. Eski rektörümüz baskılara direndi; üniversiteden ihraç edilmediler; ama tutuklu yargılanma endişesi ile pek çoğu yurt dışına gitti. Orada iş buldular; çocukları yeni okullara başladı; yıllar geçti. Beraat kararı geldiğinde, artık geri dönebilecek durumda değillerdi.
Üniversitemizin en üretken, en parlak öğretim üyelerini bu şekilde kaybettik.
Son bir senede baskılar, yeni bir seviyeye yükseldi. Öğretim üyeleri işten çıkarıldı; soruşturmalar açıldı. Öğrencilerimiz, aşağılandı, hedef gösterildi; yüzlercesi dövüldü, taciz edildi; tutuklandı; nezarette kaldı. İki öğrencimizin tutukluluğu üç ay sürdü; protesto yaptıkları için 14 öğrenci hakkında 32 yıla kadar hapis cezası isteniyor. 500 öğrenci hakkında disiplin soruşturması açıldı: Bu öğrencilerin eğitim hakları ellerinden alınmaya çalışılıyor. Öğrenciler mesajı alıyor: “Bize liyakat değil itaat ve sadakat lazım.” Onlar da gidiyorlar.