Dünyada örnekleri görülen yeni bir aşırı sağ taktiği, dikta heveslilerinin seçimi kaybedince orduyu darbeye çağırmak dahil iktidarı ellerinden bırakmamak için her kirli taktiğe başvurabileceklerini gösteriyor.
Bundan tam iki sene önce, seçimi kaybeden ABD Başkanı Donald Trump’ın görevi Joe Biden’a devretmesine günler kala 6 Ocak 2021’da Kongre binası, Trump yanlısı aşırı sağcı milislerce basılmış, Trump’ın seçim sonucuna “boyun eğmeyeceğini” bildiren konuşması ayaklanmayı tırmandırmıştı. Seçimle gelen, seçimle gitmek istemiyor, dahası halkı ve orduyu yanına çağırıyordu. Ordu birliklerinin yeni hükümete işe başlamadan darbe çağrılarına katılmaması üzerine asker Beyaz Saray’a değil, Kongre’ye girmiş, Biden görevine eşi, görülmemiş askeri koruma altında başlayabilmişti.
ABD ardından Brezilya
İki sene sonra benzeri bir faşizan yaklaşıma Brezilya’da tanık oluyoruz. Brezilya’da başkanlık seçimi 30 Ekim 2022’deki ikinci tura kalmış ve İşçi Partisi adayı Lula da Silva seçimi kazanmıştı. Seçimi kaybeden sağ-popülist Sosyal Liberal Partili Cumhurbaşkanı Jair Bolsanaro, 1 Ocak’ta görevi devretmesi gerekirken “yakında döneceğini” söyleyerek ABD’ye kaçmıştı. Trump gibi o da görevi devretmeyi reddetmişti. Seçim sloganı “Tanrı, vatan, aile” olan Bolsanaro taraftarları 8 Ocak 2023’te Parlamento, Başkanlık ve Anayasa Mahkemesi dahil devlet binalarına baskın düzenledi, orduyu göreve çağırdı.
Türkiye de pek çok ülke gibi Dışişleri Bakanlığı kanalıyla baskını kınadı, seçim sonuçlarına saygı istedi.
Daha önce 2003-2010 yıllarında Devlet Başkanlığı yapmış olan Silva, görevden ayrıldıktan sonra 1,2 milyon lira değerinde bir apartman dairesini rüşvet olarak aldığı suçlamasıyla (Türkiye standartlarına göre hayli mütevazı bir iddia) 2 yıl hapse mahkûm edilmiş ve yatmıştı. Bolsanaro’nun yolsuzluk ve rüşvetten yargılanacağı vaadiyle seçimi kazanmıştı.
O arada Bolsanaro’nun kaçmadan önce imzaladığı son kararnamelerden birinin de 5 üst düzey devlet görevlisinin ABD’ye gidiş izni olduğu ortaya çıktı; belli ki kendisine eşlik edecek ekibinin kılıfını hazırlamıştı.
Seçimi kaybeden orduya başvuruyor
Brezilya’daki ayaklanma ordu ve polisin tahrip edilen binaları boşaltmasıyla şimdilik yatışmış görünüyor. Ama Lula’nın ülkeyi “komünizme teslim edeceğini” iddia eden Bolsanaro’nun ABD’den “cumhuriyet ve vatan için” halkı kışkırtma çağrıları devam ediyor. Lula, Bolsanaroyu bu “faşizan” kalkışmanın arkasında olmakla suçluyor.
Bu arada bir ayrıntıyı gözden kaçırmamak gerekiyor. ABD Başkanı Biden gibi Lula da görevine ordunun tutumunu seçimi kazanandan yana koymasının gölgesi altında başlıyor.
ABD’nin Biden dönemi politikalarında, önceki ABD başkanlarından Dwight Eisenhower’in görevi devrederken John Kennedy’ye sakınmasını tavsiye ettiği “askerî-endüstriyel kompleks” etkisine bakılınca bu daha açık görülebilir.
Bu arada, seçimi kaybedince orduyu darbeye çağırmak dahil yer türlü demokrasi dışı yola başvurmaktan çekinmeyen dikta heveslilerinin seçimi kazanana kadar devletin siyaset üzerindeki etkisinden şikayetle halka devletten özgürleşme vaat ettiğini da görmek gerekiyor. Faşizan oportünizm sınır tanımıyor.
Şimdi milyonluk bir soruya daha geliyoruz: ABD ve Brezilya örnekleri başka ülkelere de örnek olur mu?
Türkiye’nin kritik 2023 seçimi
Dünyada -belki Batı Avrupa hariç- her seçimi artık gölgesine alan bir sorudur bu. Brezilya gibi geçmişinde darbelerden çekmiş Türkiye ve Yunanistan’daki 2023 seçimleri bunun dışında sayılmamalı. Her iki ülkede de iktidarın şu anda en çok tutunduğu dalın, örneğin ekonomik başarıları değil, askerî alandaki etkinliği olduğu söylenebilir.
Dahası var.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan liderliğinde 20 küsur yıldır tek başına iktidarda olan AK Parti çevrelerinin 2019 yerel seçimlerine dek el altından yaydığı iki mesaj vardı:
1- AK Parti’nin rakibi yok, yenilmez,
2- Erdoğan kaybedeceği seçime girmez.
AK Partililerin özellikle yabancı yatırımcılar ve diplomatik çevrelere verdiği bu mesaj, özellikle medyada etkin liberal çevrelerden başlayarak muhalif seçmende “Kaybetse de vermez” türü bir yılgınlığa yol açıyordu.
“Kaybetse de vermez” propagandası
2019 İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimini CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun almasıyla bu propaganda söylemi eyleme dönüştü. Erdoğan ve müttefiki MHP lideri Devlet Bahçeli’nin talebiyle Yüksek Seçim Kurumu (YSK) seçimi yenileme kararı aldığında “Erdoğan kaybedeceği seçime girmez” söylemi bir daha canlandırıldı. Ama olmadı CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener’in kurduğu muhalefet cephesi ve halkın tepkisi İmamoğlu’nun açık arayla seçimi yeniden kazanıp Erdoğan’ı alt etmesi sonucunu doğurdu.
ABD’de Trump ve Brezilya’da Bolsanaro’dan önce, Türkiye’de Erdoğan da muhalefetin şikayetçi olduğu, kendi getirdiği seçim sisteminde “hiçbir şey olmasa da bir şey olduğu” iddiasıyla seçim sonucunu kabul etmek istememişti.
Erdoğan kaybetmiş, gerçekten vermemeye çalışmış ama seçmenin gücü baskın gelmişti. Bunun zoraki bir kabulleniş olduğu, şimdi İstanbul’a İmamoğlu’na verilen haksız ve tartışmalı yargı kararlarıyla el koyma çabalarından anlaşılıyor.
Seçimle gelen, seçimle gitmeli
Seçimle gelenin, seçimle gitmesi çoğulcu demokrasinin en temel kuralı.
Sadece seçimle gelmek yetmez, gidişin de seçimle olması lazım. Yoksa seçimle gitmiş ama seçimle gitmemek için rejimi değiştirmiş Almanya’da Hitler Nazizmi, İtalya’da Mussolini Faşizmi gibi örnekler var dünya siyasi tarihinde.
Herkesin ABD’de ve Brezilya’da yaşananın Türkiye’de de yaşanmayacağından emin olması gerekiyor.
Erdoğan defalarca “seçimle gelenin seçimle gitmesi” gerektiğini söyledi. Bu kuralın 2023 seçimlerinde de aynen geçerliliğini koruyacağından herkesin emin olması gerekiyor. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ardından 2018 ve 2019 seçimlerinde verilen sınavın 2023 seçimlerinde de verilmesi gerekiyor. Burada sadece siyaset kurumuna değil, yargı kurumuna, parlamentoya, diğer devlet kurumlarına ve öncelikle seçmene sorumluluk düşüyor.
Erdoğan’ın adaylığı tartışması
Erdoğan’ın üçüncü kez aday olamayacağı, özellikle de kendisine avantaj sağlamak için 18 Haziran’dan erkene aldırmak için Meclis’i feshederse aday olamayacağı yolunda Anayasa merkezli bir tartışma devam ediyor.
Anayasa’ya göre mümkün olmadığını düşündükleri halde Kılıçdaroğlu ve Akşener bu konuya girmiyor, bunu da Erdoğan’ın “seçimle gitmesini sağlamaya” bağlıyorlar. Bu, Anayasal olmasa da demokratça bir tutumdur.
Erdoğan’ın bu tartışmalara rağmen aday olma isteği ve seçim kurallarını, şimdi de tarihini değiştirerek iktidarda kalma kararlılığı sergilemesi, daha önceki “kazansa da bırakmaz” söylentilerini körüklüyor. Seçimle iş başına gelen bir iktidar da Türkiye de bu ağır suçlamaya muhatap olmamalı.
Cumhuriyetin 100’üncü yılında yapılacak bu seçimde Türkiye’nin önündeki bir sınav da bu olacak.