AK Partinin kendi ağırlığını taşıyamaz hale gelerek çökme sürecine girmesi ihtimalinin hem siyasi, hem ekonomik, hem de toplumsal hareketlilik bakımdan hesaba katılması gereken bir ortamdayız. Son örneğini 41 kişinin ölümüne 1607 kişinin yaralanmasına neden olan 24 Ocak Elazığ depreminde gördüğümüz gibi, bazı binalar, bitişik binalarda ağır hasar görülmediği halde yerle bir olabiliyor. Bazen hatalı malzeme kullanımı buna yol açıyor, bazen taşıyıcı kolonların kesilerek mekân kazanılmaya çalışılması; bina artık kendi ağırlığını taşıyamaz hale geliyor ve komşuda hafif hasara yol açan zemin hareketi, o binayı yıkabiliyor.
Fizikte ani yıkımların iki kaynağı var: patlama dışa, çökme içe doğru oluyor. Siyasette ilkine ihtilal, devrim deniyor, ikincisi birden gelişmeler üzerinde kontrolü kaybetme, dağılma şeklinde görülüyor. Bu ikincisine örnek olarak 1999’da kurulmuş DSP-MHP-ANAP koalisyonunun 2001 ekonomik krizi sonrasında hızlı gelişmeler üzerindeki kontrol ve etkisini yitirmesini, parçalanmasını gösterebiliriz. Neyse ki hükümeti çöküşe götüren süreç, 2002 seçimleri sonucunda yönetimin demokratik yoldan el değiştirmesiyle sonuçlandı, AK Parti ve CHP’den oluşan yeni bir Meclis kuruldu, ülkede toparlanma süreci başladı. Partiler ve hükümetin çöküşünün, hilesiz hurdasız gidilen seçimle devlet ve toplum hayatında aynı etkiye yol açması önlenmiş oldu.
AK Parti üzerinde artan yükler
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan depremzedeleri teselli ederken meseleyi kaza ve kadere inanmaya bağladı, yoksa devlet hemen yardıma koşuyordu. Türkiye’nin dört bir yanından yardım yağdı. Ama o koşullarda aklı başka yerde olanlar da vardı. Örneğin Elazığ Valisi Çetin Oktay Kaldırım’ın hemşerisi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya “Kamuoyunda algı çok iyi şu anda” dediği mikrofonlara yansıdı. İnsanlar enkaz altındayken neyin algısı iyiydi? Hükümetin mi?
Depremi yine imansızlığa bağlayan da çıktı. Barış bildirisine imza attığı için 27 öğretim üyesini kapının önüne koyan Yıldız Teknik Üniversitesi profesörlerinden Bedri Gencer, depremi “Allah’ın helal kıldığı yaşta evliliği tecavüz sayarak, mutlu yuvaları bozma” gayretine bağladı. Ezilen kadınların ve çocukların âhı kötü çıkar. Sonradan sildiği mesajını da “Az kaldı?” diye bitirmişti, kim bilir kimin tensip buyurmasıyla üniversitede yer işgal eden bu “İnsan ve Toplum Bilimleri” hocası.
Neye az kaldı acaba? Bundan birkaç yıl önce, 2015’te AK Parti milletvekili Tülay Babuşçu, Cumhuriyeti, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğuna verilen 90 yıllık reklam arasında benzetmişti, muhtemelen acemilik nedeniyle dilini tutamamış olmasından. Onu anımsattı hâlâ utanmadan üniversitede ders verdirilen bu zamane profesörünün söylediği… Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’üncü yılına üç, saltanat ve hilafetin kaldırılışının 100’üncü yılına dört yıl kalmışken.
Kalıcı hale getirildiği 2003 yılından 2019’a dek 60 milyon liraya ulaşan Deprem Vergisinin belli müteahhitlere verilen TOKİ’ler dışında neye harcandığı Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın daha sallantılar devam ederken vatandaştan para istemesi sayesinde tartışılmaya başlandı.
Hayat pahalılığı ve işsizlik
Daha geçen hafta üniversite öğrencisi ve dar gelirlilerin kullandığı tren abonman biletlerine yapılan yüzde 300 zam büyük tepkiye neden oldu ve alay eder gibi yüzde 15’lik indirimin geri alındığı şeklinde açıklandı. Elektrik üretimi fazlası olduğu halde Avrupa’nın elektriği, doğalgazı Türkiye’de… Kimsenin inanmadığı ama Cumhurbaşkanının damadı Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın aylar öncesinden isabetle tahmin ettiği yüzde 12’nin, hatta biraz da altında hesaplanan enflasyon oranına karşı 2019’da yüzde 30 küsur zam geldi doğalgaza. Dar gelirliler, günde birkaç saat evin soğuğunu kırmak için kullandıkları doğalgaz faturaları karşısında tepkilerini artık televizyonların sokak röportajlarında dile getirmeye çekinmiyor. Yüzde 8 maaş artışı teklifinin fazlasını isteyen 100 bin metal işçisi 19 Ocak’ta otomotiv sanayiinin kalbi Bursa’da meydana çıktı. Türk-İş’in grev kararına işveren sendikası MESS lokavtla, toplu işten çıkarma tehdidiyle cevap verdi. Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, Erdoğan hükümetinin 5 Şubat’taki grevi yine “Milli Güvenlik” gerekçesiyle yasaklamamasını istiyor; işçileri 5 Şubat’ta İzmit’te mitinge çağırıyor.
Hükümet ve işverenler, çalışanların yüzde 40 küsurunun 2340 lira asgari ücret aldığı Türkiye’de emekçileri işsizlikle tehdit ediyor. Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası (TTSİS) Başkanı Ahmet Hamdi Topbaş, 2 milyon tekstil işçisinin yarısının yasal güvencesi olmadığını, yani kaçak çalıştırıldığını söylediği ortamdayız. Genç işsizliği resmî rakamlarla yüzde 25; İspanya’nın, Yunanistan’ın 2008’deki büyük krizde iflasın eşiğinden döndüğü oran bu. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin 293 kişi için açtığı sınava, hemen hepsi üniversite mezunu 25 bin kadar başvuran olmuş.
Ateş düştüğü yeri yakıyor ve itfaiye neredeyse yangını söndürmek için de ayrıca para isteyecek.
Taşıyıcı kolonlar kesilince
AK Partinin kurucu kadroları, İslamcı siyasetin de milliyetçi siyasetin de sevdiği tanımla “davanın” içinden gelen, kendi çaplarında acısını yaşamış, davayı az ya da çok oranda temsil eden kişilerdi. Bugün AK Parti yönetiminde kuruluş günlerinden kalanlar artık azınlıkta. Yerlerini, kuruluş günlerinde AK Parti’ye ve Erdoğan’a şiddetli eleştiri yöneten isimler aldı. Örneğin, bugün AK Parti’de Erdoğan’ın iki numarası, eski Has Parti Genel Başkanı Numan Kurtulmuş. Kabinede durum farklı değil. Adalet bakanı Abdülhamit Gül de Kurtulmuş ile birlikte AK Parti’ye geçen HAS Parti yöneticilerinden. Şu anda AK Parti tabanında belki de en popüler bakan olan İçişleri Bakanı Soylu’nun önce DYP içinde, sonra Demokrat Parti Genel Başkanı olarak Erdoğan ve AK Parti aleyhinde söyledikleri hâlâ kayıtlarda.
AK Parti kuruluş kadrosundan bugün hâlâ üst düzey devlet görevinde bulunan iki kişi kaldı: Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu. TBMM Başkanlığından istemeyerek ayrılarak aday yapıldığı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını (23 Haziran seçim tekrarında) CHP’li Ekrem İmamoğlu’na açık farkla kaybeden zor gün dostu Binali Yıldırım, Erdoğan’dan bir makam bekliyor hâlâ.
Oysa AK Parti’yi AK Parti yapan pek çok isim artık yok. Kuruluştaki üç taşıyıcı kolondan birisi olan önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yeniden parti üyesi olmak yerine, istifasını verip ayrı parti kurma hazırlığındaki Ali Babacan’ı destekliyor; Babacan yakın zamana dek AK Parti’nin dışarıdaki ekonomi ve diplomasi çevrelerindeki gülümseyen çehresiydi. Diğer taşıyıcı kolon Bülent Arınç, oğlunu milletvekili listesine koyabildi ama kendisi, ağzını her açtığında oğlu yaşındaki yeni yöneticiler tarafından paylanarak ne işe yaradığını kimsenin tam anlamadığı bir Yüksek İstişare Kurulunda gün geçiriyor. Erdoğan’ın bir zamanlar kendi yerine bırakacak kadar güvendiği Ahmet Davutoğlu çoktan Gelecek Partisini kurdu, AK Parti iktidarından şahsi pay alamayanların/almayanların oluşturduğu görülen yoluna koyuldu.
Ama AK Partiyi taşıyan başka kolonlar da vardı. Örneğin muhafazakâr Kürt oyları… 23 Haziran’da İstanbul’da, artık MHP lideri Devlet Bahçeli’yle müttefik değil, ortak görünümü verdiği için Erdoğan’ı cezalandıranlar arasında onlar yok muydu? Artık davaya değil, kendisine bağlılık istediği belli olan Erdoğan’ı, yüzde 50+1 formülüyle kendisine adeta ayağından zincirleyen Bahçeli’nin ortaklığında Erdoğan’ın Kürt seçmene çekici gelmesi artık hangi koşullarda mümkün olabilir?
Bir zamanlar Atatürkçülüğü, onu kendisine bahane yapan askeriye içindeki maceracılar nedeniyle demokrasi önünde tek engel zannederek AK Partiye destek olan pişman liberalleri hiç saymıyorum.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener’in belediye seçimlerinde başarılı olan ittifak politikasının AK Parti-MHP cephesi karşısında bir denge oluşturma çabasını ise hesaba katmak, AK parti üzerinde artan yüklerden saymak gerekiyor. Ve HDP’nin sessizce oy sandığının kurulmasını bekleyişini.
Ama mevcut tablo, Erdoğan taşıyıcı kolonları, payandaları kendisine alan açmak için kesip ortadan kaldırdıkça –dış görüntü aynı kalsa da içeriden- zayıflayan, ama üzerindeki yük giderek artan AK Partide giderek kendi ağırlığı altında kalma ihtimalinin arttığını göstermiyor mu?