Geçtiğimiz hafta Avrupa Birliği Üyelerinin yeni ve tartışmalı bir göçmen politikası reformu üzerinde anlaşmasının ardından Yunanistan açıklarında kaçak göçmen taşıyan bir teknenin batarak yüzlerce kişinin ölümüne sebep olması Türkiye dahil pek çok ülkede son yıllarda önemli bir sorun haline gelen ve son seçimlere damgasını vuran düzensiz göç problemini tekrar gündeme getirdi.
Peki Avrupa Birliği’nin aldığı yeni reform kararı neleri içeriyor? Yüzlerce kişinin ölümüne sebep olan tekne trajedisinin tekrarlanmaması için neler yapılabilir? Göçmenlerin sığındığı ülkelerde yabancı düşmanlığı ve aşırı sağ akımların politikaya yön verecek derecede yaygınlaşmasının ne gibi sonuçları var?
Ortak Avrupa Göç Sistemi
AB ülkeleri İçişleri Bakanları geçtiğimiz haftalarda toplanarak “Ortak Avrupa Göç Sistemi (Common European Migration System)”ni güncelleyen yeni politikalarda anlaşmaya vardı. Birlik ülkelerine göç etmek isteyen mültecilerin göç süreçleri ve kriterlerde bir ortak tavır geliştirmek için 1999’da işleme konulan sistem, en son 2020 yılında güncellenmişti. Avrupa Birliği’nin sınırını tek bir sınır gibi değerlendiren sistem, bu sınıra ulaşan göçmenlerin göç sürecine dair temel prensiplerden ve Avrupa Birliği İltica Ajansı’ndan (European Union Agency for Asylum) oluşuyor.
Yeni maddeler
Sıkı pazarlıklara konu olan görüşmelerde üzerinde anlaşılan yeni maddeler kabaca şöyle özetlenebilir: Birlik sınırlarına ulaşan göçmenlerin ulaştıkları yerde tutularak başvurularının bulundukları yerde değerlendirilmesi ve red halinde hemen geri gönderilmesi, göçmenlerin geri gönderilebileceği “güvenli ülke”lerin kapsamının genişletilmesi, kabul edilen göçmenlerin birlik ülkelerinin kapasiteleri değerlendirilerek belli bir kota dahilinde ülkeler arasında paylaştırılması, göçmenleri kabul etmek istemeyen ülkelerin göçmenler ile ilgili projelerde kullanılacak bir fona göçmen başına 22.000 Euroluk bedel yatırmaları.
Alman İçişleri Bakanı Nancy Faeser çocuklar ve çocuklu ailelerin sınırda alıkonma konusunda istisnaya tabi tutulmaları konusunda mevkidaşlarını ikna edemezken, geri gönderilecek göçmenlerin nereye ve nasıl gönderilecekleri konusunda tartışmalar yaşandı.
“Güvenli ülke” koşulu
Avrupa Birliği iltica talebi kabul edilmeyen göçmenleri 3. bir “güvenli ülke”ye gönderiyor. Türkiye 2016’da Avrupa Birliği ile vardığı anlaşma sonrasında özellikle Suriye savaşından kaçarak Avrupa’ya ulaşmaya çalışan ve Avrupa Birliği ülkelerinin iltica koşullarını sağlamayan göçmenlerin geri gönderilebileceği bir “güvenli ülke” konumunda.
Yeni düzenleme öncesinde geri gönderim için göçmenlerin bu 3. ülkede bir süre ikamet etmiş olmaları koşulu mevcuttu. İtalya’nın önerisi ile bu koşul esnetilerek göçmenlerin geri gönderileceği 3. ülke ile “bağlantılı” olma koşulu yeterli hale getirildi.
Koşuldaki esneklik ihtiyacının arkasında Yunanistan’ın sert politikaları sebebi ile son birkaç yıldır Akdeniz üzerinden ciddi göç alan İtalya’nın bu göçmenleri Tunus gibi ülkelere yollayabilme isteği yatıyor.
AB geçtiğimiz hafta Tunus’a “daha iyi sınır kontrolü ve insan kaçakçılığını engelleme” amacı ile kullanılmak üzere 1 milyar euro’nun üzerinde yardım teklifinde bulundu. Ancak Tunus Başkanı Saied “başka ülkelerin sınırlarını koruyamayacağını” söyleyerek Türkiye ile 2016’da yapılan antlaşmaya benzeyen bu teklife sıcak bakmadığını belli etti.
Göç politikalarına eleştiriler
Uzmanlar bu yeni uygulamalar ile göçmenlerin adil biçimde değerlendirilmeyeceğinden korkuyor: Sınıra ulaşan göçmenin zaten “güvenli” bir ülkeden geldiği için doğrudan geri gönderilmesi veya sınırdaki merkezlerde başvuruları yeterli değerlendirmeye tabi tutulmaması riskine dikkat çeken uzmanlara göre bazı ülke vatandaşları için başvuruların en fazla 12 hafta sürecek “hızlandırılmış” bir süreçle değerlendirilmesi planlanıyor, bu kısa sürede avukatlara ve sivil toplum örgütlerine erişimleri kısıtlanan başvuru sahiplerinin ise yeterli belgeleri toplaması ve iddialarını kanıtlamaları çok zor.
Avrupa Birliği sınırını tek ve sürekli bir sınır olarak değerlendiren sistemin zayıf bir yönü ise göçmenlerin bu sınırı aşacak yöntemler geliştirmiş olması: Göçmenler kayda girmeden pek çok ülkeyi geçerek Avrupa’nın merkezindeki ülkelere vararak doğrudan iltica talebinde bulunuyor.
Polonya ve Macaristan – İtirazlar
Diğer yandan antlaşma herkesi memnun etmiş görünmüyor. Oylamada red oyu veren iki ülkeden biri olan Polonya’nın Başbakanı Mateusz Morawiecki twitter üzerinden iktidardaki Prawo i Sprawiedliwość (Yasa ve Adalet – PiS) partisinin videosunu paylaşarak “Hükümet @pisorgpl yasadışı göçmenlerin zorunlu iskanına DUR diyor” ifadesini kullanırken parti lideri Jarosław Kaczyński ise referanduma gidilmesini teklif ediyordu.
Red oyu veren diğer ülke olan Macaristan’ın Başkanı Orban ise sözcüsü aracılığı ile Twitter üzerinden yaptığı açıklamada “Brüksel gücünü kötüye kullanıyor. Göçmenleri zorla Macaristan’a yerleştirmek istiyorlar. Bu kabul edilemez, Macaristan’ı zorla bir göçmen ülkesine dönüştürmek istiyorlar,” diyordu.
Olumlu oy kullanmış ülkelerde de sağ eğilimli parti ve gruplardan protesto sesleri yükseliyor: Aşırı–sağ Alman AfD partisi, merkez sağ Çek ANO hareketi ve benzeri pek çok oluşum göçmenleri Avrupa birliği üyeleri arasında dağıtmayı hedefleyen anlaşmaya tepki gösterdiler.
Göçmen düşmanlığı politikada etkin hale geliyor
Son yıllarda şiddetlenen göçmen krizi Türkiye gibi pek çok Avrupa ülkesinde de halk arasında yabancı düşmanı görüşlerin yaygınlaşmasına sebep oldu. Türkiye politikasında muhalefet ittifakının son seçimlere “Suriyelileri geri göndereceğiz” vaadi ile seçime girmesine sebep olacak kadar belirgin bir etki yaratan bu yabancı düşmanı trend sadece bize özgü değil: Batı da bu trend sonucu yükselişe geçen ve politikayı etkisi altına alan aşırı-sağ akımlarla boğuşuyor. Yer yer ırkçılığa varan bu akımlar bir yandan “Batı medeniyeti”nin temel ilkeleri olan humanizm, eşitlik, insan hakları gibi değerleri erozyona uğratırken bir yandan da Rusya gibi ülkelerin destabilizasyon faaliyetlerinde kullanışlı bir araç işlevi görüyor.
Yunanistan’ın “katı ama adil” göç politikası
Mitsotakis’in 4 yıl önce Çipras’ı alt ederek yönetime gelmesinde de göçmenlerin 2015’te yarattığı kriz ve göçmen akımının uyandırdığı yabancı düşmanlığının etkisi belirgin. İktidara geldiğinden beri göçmen politikasını sıkılaştıran pek çok uygulamaya imza atan Mitsotakis geçtiğimiz ay gerçekleşen seçimler öncesinde bu “katı ama adil” politikalar ve sonuçları ile övünerek “Göç konusunda katı ama adil bir politika uyguladık. Ülkemizin sınırlarını hem karada hem de denizde koruduk ve düzensiz gelişleri yüzde 90 oranında azalttık. Denizin de sınırları olduğunu ve bu sınırların korunabileceğini ve korunması gerektiğini kanıtladık.” diyordu.
Yunanistan’ın yüzlerce kişinin öldüğü son trajediden sorumlu tutulmasının ardında yatan sebeplerden birisi de bu sıkı politikalar: Yunan sahil güvenliğinin agresif tutumu sebebi ile göçmenler tekne ile daha uzun ve tehlikeli bir yolculuğu göze alarak İtalya’ya ulaşmaya çalışıyor, bu da kazaları ve hayat kayıplarını arttırıyor.
Uygulamalar eleştiriliyordu
Yunanistan devleti bir süredir Yunanistan’a ulaşmayı başaran göçmenleri hapishaneye benzeyen kapalı mülteci kamplarında kötü şartlarda tuttukları, sınırda yakaladıkları göçmenlere insanlık dışı muamelelerde bulundukları, deniz yolu ile ulaşmaya çalışan göçmenlerin Yunan sahil güvenlik kuvvetleri tarafından (zaman zaman açık denizde göçmenlerin hayatını tehlikeye atacak biçimde) engellendiği gibi iddialarla ciddi eleştirilere maruz kalıyordu.
Geçen ay New York Times’da yayınlanan bir araştırma Yunanistan’a ulaşmayı başarmış 12 göçmenin Yunan sahil güvenliği tarafından bir tekneye bindirilerek açık denize çekilip terkedildiğine dair iddia ve belgeler içeriyordu.
Sadece erkekler kurtuldu
Geçtiğimiz hafta Yunanistan açıklarında batan ve Libya’dan İtalya’ya kaçak göçmen taşıyan tekne iddialara göre yaklaşık 750 kişi taşıyordu. Pazar akşamı itibari ile sadece 104 erkeğin kurtarıldığı tekne kazasından, güvenlikleri için alt güvertede kilitli bir alanda yolculuk yapan kadın ve çocuklardan kurtulan olmadı.
Sahil güvenliğin açıklamasında çelişkiler
Yunan Sahil güvenliği tekneye yapılan yardım taleplerinin teknedekiler tarafından İtalya’ya gitmek istedikleri gerekçesi ile geri çevirildiği, Sahil güvenlik botları güvenli bir mesafede takipte iken tekne güvertesindeki göçmenlerin aniden tek tarafa hareketleri sebebi ile teknenin alabora olduğunu açıklamıştı. Ancak kazadan kurtulanlar teknenin batmadan birkaç gün önce motorunun bozulduğu ve yardım çağrısında bulunduğu, alabora olduğu sırada ise Yunan sahil güvenliğinin tekneyi bir halat yardımı ile çekmekte olduğunu iddia ediliyor.
Sahil güvenliğin tekneyi güvenli bir limana mı, Yunan karasularından uzağa doğru mu çekmeye çalıştığı bilinmiyor.
Milli yas ilan edildi
İçerisinde 750 kişinin olduğu iddia edilen teknenin batmasının ve yüzlerce kişinin ölümünün ardından Yunanistan’ın “katı ama adil” politikaları sorgu altında. Yunanistan’da milli yas ilan edilirken Atina’da hükümetin politikalarını eleştiren ve binlerce kişinin katıldığı protesto gösterileri düzenlendi. Eylemlerde 21 kişi gözaltına alındı.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika savaşlar ve iç karışıklıklar ile çalkalanırken son yıllarda ülkesini terk edip başka bir ülkeye göç eden mültecilerin sayısı on milyonlarla ifade ediliyor. Bu yoğun göç dünyanın dört bir yanında yeni azınlıklar yaratırken toplumlar kendinden farklı olanla karşılaştığında tarihin başından beri verdikleri tepkiyi veriyor: Yabancıya düşmanlık. Sosyal medya ve dezenformasyonun etkisiyle önüne geçilemez bir yükseliş yaşayan bu ilkel dürtü modernist ilkelere sarılmaya çalışan Batı toplumunu ifade özgürlüğü gibi kavramların sınırını çizmeye, eşitlik, laiklik, sosyal adalet gibi kavramları tekrar tanımlamaya zorluyor.
Var olan çerçevenin bizi getirdiği yer insan hayatına ve haysiyetine verilen değerin doğum yerine göre göreceli olduğu bir sosyal mega-hiyerarşi. Bu çerçeveden çıkamadığımız sürece daha pek çok göçmenin hayatını kaybetmesi veya insanlık dışı koşullarda yaşamaya mecbur bırakılması kaçınılmaz. Niemöller’in şiirindeki gibi, “önce Suriyeliler için geldiler”…