Avrupa Komisyonu’nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim tarihinde yayınlandı. Bunlar arasında hala Türkiye de var. Zaten ülkemizle ilgili raporun hemen başında Türkiye’nin üyeliğe aday olduğu belirtiliyor. Bununla birlikte Türkiye’ye bir aday gözüyle bakılmıyor. Komisyon Başkanı Ursula Von der Linden genişlemeyle ilgili her açıklamasında sadece dokuz ülkeden bahsetmekte, Türkiye’yi ise hep ıska geçmektedir. Bu dokuz ülkeden altısı Balkanlarda (Arnavutluk, Bosna Hersek, Karadağ, Kosova, Kuzey Makedonya ve Sırbistan) üçü ise Rusya’nın ya işgali ya da etkisi altında (Gürcistan, Moldova ve Ukrayna) bulunuyor.
Esasında AB’nin genişleme politikası da durdu. En son 2013 yılında Hırvatistan’ın üye olmasından sonra başka üye alınmadı. Verilen sözler ve adaylarla yapılan toplantılara rağmen hiçbirine üyelikle ilgili olası bir tarih dahi verilmedi. Bu da başta Sırbistan olmak üzere bir bıkkınlığa yol açtı. Üyeliğe en hazır ülke olan Karadağ bilinçli olarak bekletiliyor. Diğer taraftan Gürcistan’daki son seçimlerde AB karşıtı ve Rus yanlısı parti kazandı. Moldova’daki referandumda da AB yanlısı parti kıl payı ile muhalifleri geçti.
Brüksel’den gelen haberler herhangi bir genişlemenin önümüzdeki ay başlayacak yeni Komisyon’un görev süresince gerçekleşmeyeceği yönünde. Beş yıllık bir süre boyunca görev yapacak olan Komisyon bakımından bu 2030’a yeni üye alınmayacağı demektir. Bu da AB’nin en önemli çekim ve etkileme gücü olan genişleme sürecinin cazibesini kaybetmesine yol açacak olması demektir.
CEPS Raporu arka planı
Brüksel’de merkezi bulunan Avrupa İçin Politikalar Merkezi (CEPS) Ekim ayında “AB’nin 2030’a Giden Yolu” başlıklı bir çalışma yaptı. Bunların arasında “AB Güvenliğini ve Küresel Rekabet Gücünü Nasıl Geliştirebilir ve Geliştirmelidir” bir bölüm var. Bu çalışmada katılım sürecinde bir canlanma olmazsa, sonuçlarının büyük olasılıkla siyasi olarak istikrarsızlaştırıcı ve son derece zarar verici olacağı, Rusya ve Çin kesinlikle zemin kazanacağı ve Avrupa değerlerinin kaybolacağı ileri sürülüyor. Türkiye aday olarak görülmüyor ve hatta rakip olarak ele alınıyor. Örneğin “Çin ve Türkiye’nin son zamanlarda Afrika’ya yönelmesi AB’nin rolünü zayıflatıyor” deniyor. Bir başka yerde “AB, ekonomik ve güvenlik kaygıları arasında bocalarken, Çin, Rusya ve Türkiye devreye girerek AB’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki etkisini baltalamakla kalmayıp, Sahra altı Afrika’da AB’ye meydan okuyor” yazılıyor. Raporun ekindeki tabloda üyelerle birlikte adayların temel haklara yönelik kriterleri ne kadar karşıladıkları yer alıyor. Ancak Türkiye listede yok.
Bu rapora neden bu kadar yer verdim diye soracak olursanız, CEPS AB’nin geleceği ile ilgili bir çok başka alanı da kapsayan bu çalışmayı yaparken, AB Komisyonundan aldığı yönlendirme ve talebi doğrultusunda hazırladığını öğrendim. Bir başka vesileyle Brüksel’de iken metni yazanlardan aldığım bilgi Komisyonun gerçekte Türkiye’yi artık bir aday değil, en hafif deyimiyle bir rakip olarak gördüğü anlaşılıyor.
Avrupa Komisyonun raporundaki kriterler
Komisyonun raporuna dönecek olursak Türkiye ile Avrupa Brliği arasında son bir yılda beş kez üst düzey temas yapılmış. Bunlar Göç ve Güvenlik; Tarım; Sağlık; Bilim, Araştırma, Teknoloji ve Yenilik; Ticaret konularında gerçekleşmiş.
İçeriklerine bakıldığında bunların Ankara’nın ilgisini çekecek konulardan ziyade AB’nin gündemine uygun başlıklar olduğu görülecektir. Bir tek ticaret başlığı istisna gibi duruyor. Son zamanlarda Gümrük Birliği’nin güncellenmesine ilişkin canlandırma çabalarının olduğu duyulmaktadır. AB bunun için daha önce iki koşul öne sürmüştü: Kıbrıs konusunda Türkiye’nin adım atması ve hukukun üstünlüğü ile ifade özgürlüğü gibi konularda ilerleme olması. Belki de artık bu koşulları müzakerelere başlanılmasından ziyade görüşmelerin sonuna bırakılması kararını aldı. Zaten öncelikle 2015’de Gümrük Birliğinin güncellenmesi için belirlenen yol haritasının (tarım, hizmetler ve kamu ihaleleri başlıkları) yeniden gözden geçirilmesi ve yeni başlıkların eklenmesi gerekecektir. Müzakerelere başlansa dahi yıllar süreceği ve ondan sonra da yine uzun bir onay sürecine tabi olacağını bilmek gerekir.
Komisyonun raporunda üyelik için gerekli müzakere başlıklarında ilerleme kriterleri belirlenmiş. Bunlar “geriye gitme”den “çok iyi bir ilerleme”ye kadar sıralanmış. Hiç geriye gitme olmadığı, 53 başlıkta ilerlemenin olmadığı, 12 başlıkta sınırlı ilerleme gerçekleştiği, 22 konuda bazı ilerlemelerin olduğu, 4 başlıkta iyi ilerleme olduğu ama hiç bir konuda çok iyi bir ilerleme olmadığı saptaması bulunuyor. Herhalde bazı alanlarda daha fazla geriye gidilemeyeceği için geriye gitme olmadığı belirtilmiş.
Rapora tepki
Daha önceki raporlarda geriye gitme ifadesinin (backsliding) yer almaması için çok çalışırdık. 2015 yılında göç krizi çıktığında AB Türkiye’ye ihtiyaç duymuş ve üyelik müzakerelerinde ilerleme, gümrük birliğinin güncellenmesi, vize muafiyeti ve diyalogun artırılması ile birlikte maddi destek konularında vaate bulunurken tarafımızdan istenen tek husus yıllık raporun 1 Kasım’da yapılacak erken seçimlerden sonra yayınlanması ve olumsuz ifadelerin asgariye indirilmesiydi. O sırada Daimi Temsilci olarak Brüksel’de görev yaptığımda bir çok ifadeyi hem değiştirdiğimizi ve azalttığımızı hatırlıyorum. Bu da AB’nin kendi çıkarları söz konusu olduğunda kriterleri nasıl esnetebileceğini göstermişti.
Ayrıca raporlar yayınlanır yayınlanmaz Dışişleri Bakanlığı hemen açıklama yapardı. Zira raporların içeriğini daha önce öğrenirdik. Zaten son yıllarda ifadeler pek değişmiyordu. Bu kez Bakanlık bir gün gecikmeyle yanıt verdi ve bilinen hususlara değindi. Bir umursamazlık havası seziliyor Basınımızda ise son yıllarda görüldüğü gibi fazla bir yansıması olmadı. Halbuki geçmişte raporun taslakları ve ilk yazılım şekilleri basında yer alır, manşetlere konu olurdu.
İlişkiler canlandırılabilir mi?
Kısacası hem Avrupa Birliği hem Türkiye bu ilişkilerden fazla bir şey beklemiyor. Üyelik süreci durduğu gibi canlandırılması için en ufak bir gayret yok. Esasında bu gerçeği yansıtan bir durum zira AB’nin Türkiye’yi üye yapma niyeti yok. Gümrük Birliği’nin geleceği ise belirsiz. Buna rağmen Türkiye AB’nin beşinci büyük ticaret ortağı.
Vatandaşlarımız için en önemli somut konu olan vize muafiyetinde ise Ankara herhangi bir adım atmıyor. Geçenlerde sadece altı başlık kaldı haberi vardı. Ancak bu altı kriter 2016’dan beri yerine getirilmiyor. Diyalog ise yukarıda belirttiğimiz gibi sınırlı alanlarda cereyan ediyor. AB’nin Türkiye’ye ihtiyaç duyacağı dış politika konularında bile ancak yıllar sonra Dışişleri Bakanımız AB karşıtlarıyla gayri remi bir toplantıda bir araya geldi.
İlişkilere neredeyse toprağı bol olsun diyeceğiz ama sonuçta düzgün işleyen ve sürdürülebilir bir ilişkiye ihtiyaç var. Yakında göreve başlayacak yeni Komisyon bir umut olabilir mi? Komisyon Başkanının bilinen tutumu ortada olduğuna göre pek olasılık yok. Kanımca AB ülkeleriyle ilişkiler yine ikili temelde devam edecek ve görüntüde bazı temaslar olacak.
Anlaşılan o ki taraflar bu durumdan çok da rahatsız değil. Ancak dünya hızlı bir değişim yaşıyor ve Türkiye de arayış içinde. AB küresel bir güç olma çabasında ama üyeler arasında görüş birliği sağlanamıyor. Haftaya ABD’de yapılacak başkanlık seçimlerinde eski Başkan Trump’un kazanması halinde AB’nin şapkayı önüne koyup geleceğini daha ciddi bir şeklide değerlendirmesi gerekecek. AB ve Türkiye komşu oldukları sürece birbirlerine ihtiyaçları olacak. Ortak çıkarlara yönelik hareket etme zamanı geldi de geçti bile.