Prof. Dr. Işık Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
2024 seçimleri Türkiye siyasetinde uzun zamandır görülmemiş bir seçmen hareketliliğine sahne oldu. Seçmen tercihlerinin seneler boyu kemikleşmiş bir tablo sergilediği ülkemizde, bu kez tüm parti seçmenlerinde dikkat çeken kopuşlar izlendi. Kopanların bir kısmı sandığa gitmezken bir kısmı parti değiştirdi. Hem sandığa gitmeme, hem de parti değiştirme oranı iktidar seçmeninde daha fazla gerçekleşirken, CHP, seçmenini en
AKP’nin otoriter pazarlığı bu krizi de aşar mı? Bu soru geçtiğimiz Cumartesi günü TÜSES, SODEV ve FES’in birlikte düzenlediği “31 Mart Sonrası Yeni Bir Türkiye Mümkün mü?” başlıklı paneldeki konuşma konumdu. Hem soru, hem de otoriter pazarlık kavramının kendisi uzun bir tartışma doğurunca, konuyu biraz daha açmak istedim. En son söyleyeceğimi en başta söyleyecek olursam,
Siyasi ilgimizi 2023 seçimleriyle büyük ölçüde tükettik. 2024 seçimleri, sandık gününe haftalar kala, hala tam olarak seçmenin ilgisini çekemiyor. Mantığın sesi, bu ülkede yerel seçimlerin etkilerinin hiçbir zaman tümüyle “yerel” kalmayacağını, bilhassa İstanbul seçimlerinin genel siyaseti ne denli etkileyeceğini söyleyip dursa da seçmen kalbinde bunu tam da bu önemde hissetmiyor. Seçmenin önemli bir kısmı, 2023
AK Parti İBB adayı Murat Kurum’un “yeniden” kentsel dönüşüm diyen seçim kampanyası 2019 öncesinin rant odaklı ekonomik modelini geri çağırıyor. Bu inşaat nostaljisi Istanbullularin kalplerini ısıtır mı? 2019 öncesine damga vuran inşaat furyasının geri gelmesinden memnun olan çok olur mu? Yoksa İstanbulluların çoğunluğu, öylesi bir daha olmasın mı der? Bunu tahmin etmek belki çok kolay
2023 seçimleri sonrası siyasi atmosferimiz hızla değişti. Belki de en somut değişiklik, siyasi ilginin kaybı olarak gerçekleşti. Katılım oranının yüzde 85 üzerinde gerçekleştiği bir genel seçimin sonrasında siyasete ilgi adeta serbest düşüşe geçti. Demokratik kanalların zaten oldukça kısıtlı olduğu bir ortamda, hele de yeni bir seçime aylar kala bu siyasi ilgisizlik, ya da “apati,” kaygı
2023 seçimleri, muhalif seçmen gruplarının siyasetten parça parça kopmasıyla anılacak bir seçim olarak tarihe geçecek gibi duruyor. Değişim söylemlerine rağmen gidişata “tesir edebilme” duygusunu hızla yitiren muhalif seçmende “apati,” yani siyasi ilgisizlik, her gün artıyor. Muhalefet partileri bu kopuşu durduramazsa 2024 seçimlerine 2019’dan çok daha dezavantajlı bir durumda girecekleri kesin gibi. 2023 seçimlerinin bir kader
Muhalefet seçim yenilgisiyle aldığı darbenin ardından ikinci bir darbeyi bu kez kendine vuruyor. Muhalefette seçim öncesi iktidara yönelen öfke, yaşanan mağlubiyet sonrası kendine yönelmiş durumda. Hemen hemen her gün muhalefet partilerinin birbirleri hatta kendi partileri içindeki isimlerle ilgili yıkıcı sözler sarf etmesini, ayrılık kararları almasını izliyor, okuyoruz. Seçmenler de farklı durumda değil. Belki de sağlıklı
Cumhurbaşkanı adayları belirlendi, milletvekili listeleri kesinleşti, şimdi sıra kampanyalarda. CHP lideri ve Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu “ilk 100 gün” vaatlerini açıklayarak kampanyasına canlılık kazandırabilecek bir adım attı. “İlk 100 gün” çerçevesi dikkat çekici ve etkili olabilecek bir kampanya formatı. Yeni iktidarların “ilk 100 günü,” pek çok ülkede diğer partiler, basın ve STK’lar tarafından
Büyük bir deprem afetiyle sarsıldık. Bu derece büyük afetlerin siyasi sonuçları olması neredeyse kaçınılmaz olur. Afetler, “insanı korumanın en iyi yolu nedir?” sorusunu hatıra getirir çünkü. Öte yandan, ekonomik krizlerin veya savaş, terör gibi güvenlik krizlerinin siyasi sonuçları daha kolay tahmin edilebilirken, afetlerin siyasi etkilerini öngörmek daha zordur. Örneğin, ekonomik şoklar genel olarak iktidarlar açısından