Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 9 Mart’ta Brüksel’e Rus devlet televizyonu Rossiya tarafından yayınlanan “Putin iki dakika bekletti” haber ve görüntüsünün kamuoyundaki etkisi altında gitti. Rus televizyonunun 5 Mart’taki bu görüntüleri, üstelik altına kronometre yerleştirerek 8-9 Mart’ta yayınlaması tesadüf değildi. Nitekim muhalefet partileri CHP ve İYİ Parti, eleştirilerini Türk diplomasisinin ne hale düşürdüğü üzerine kurarken MHP Erdoğan’ın arkasında durdu. Erdoğan da dönüş yolunda uçağa davet ettiği gazetecilere, “Türkiye-Rusya ilişkileri böyle medyatik manipülasyonlara kurban edilemez” dedi, manipülasyonu yapanın muhalefet değil, Rus devlet televizyonu olduğuna hiç değinmeden.
Çünkü Erdoğan Brüksel’e Rusya’yı çok ilgilendiren ve elini zayıflatacak iki konuyu görüşmek üzere gidiyordu.
Birincisi, Avrupa Birliği (AB) ile Yunanistan sınırına yığılan mülteciler üzerinden yeni bir anlaşmayı konuşmaktı. Erdoğan’ın talepler listesinde sadece Türkiye-AB ilişkilerini bu vesileyle biraz olsun düzeltmek değil, aynı zamanda ortak Suriye siyaseti önererek, AB’yi tamamen dışında kaldığı Suriye denkleme dahil etmekti. Böyle bir gelişme, Suriye sahnesini tek başına yönetmek isteyen Vladimir Putin’in işine gelen bir senaryo olmazdı.
İkincisi ise, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile NATO’nun Türkiye’ye verdiği Suriye desteğinin somutlaşmasını görüşmekti. Türkiye’nin Suriye sınırına Patriot füzeleri yerleştirilmesi buna dahildi; 28 Şubat’taki NATO toplantısında bunun işaretleri alınmış, hatta sözler alınmaya başlanmıştı. Böyle bir gelişmenin Rusya’nın NATO üyesi Türkiye üzerinden yürüttüğü S-400 hamlesini zayıflatacağı aşikârdı.
İçeride sert tartışmalar
Erdoğan önce “programlar uyuşursa” ihtiyatıyla görüşme talep edilen NATO genel sekreteriyle görüştü. (Erdoğan’ın Brüksel seyahati önceden planlanmış bir program değildi. 4 Mart’ta AB Konsey Başkanı Charles Michel’in Ankara ziyareti sırasındaki daveti ve 5 Mart’ta Putin’le görüşme sonrasında, 6 Mart’ta karar verilmiş bir seyahatti.) NATO genel sekreterinin desteğin devam ettiği, ancak ülkelerin verecekleri destek kararının onlara kalmış olduğu, kendisinin ancak tavsiyede bulunabileceğini söylediğini anlıyoruz.
Bu görüşme sonrası ortak basın toplantısına gönülsüz katılan Erdoğan’ın bir sonraki görüşme, yani Michel ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile görüşmesi sonrası basın toplantısına katılmak istememesinin asıl sebebi de buydu. Yüksek beklentilerle gelinen görüşmelerden elle tutulur bir sonuç çıkmamıştı. Ziyaretin kendisi en önemli gelişmeydi neredeyse; Erdoğan’ın 2017 Mart ayından bu yana ilk Brüksel teması oluyordu.
Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgilere göre, içeride karşılıklı olarak konuşma tonu yükselmiş, sinirler gelişmişti. AB yetkililerinin “Mültecileri sınırdan geri çekin” çıkışına Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ndan “Artık engellemiyoruz, söyleyin Yunanistan alsın” karşılığı geliyor, AB tarafının “Mültecileri kullanmayın biz de yardımı artıralım” sözüne Türk tarafı “Hangi sözünüzde durdunuz ki? Mesele artık para değil” yanıtı veriliyordu. AB yönetimi 18 Mart 2016 anlaşmasının “eksiklikleri tamamlanarak” yenilenmesini isterken, Erdoğan konuyu sadece mülteci anlaşması olmaktan çıkarmaya, AB ile daha geniş işbirliğine çekmeye çalışıyordu.
Brüksel ve Ankara’ya düşen adımlar
Görüşmeden somut bir sonuç alınamamasının tek nedeni görüşmenin gergin bir havada geçmesi değildi. Michel ve Leyen, Türkiye’nin sözlü olarak ilettiği önerilerini not aldıklarını, bunların Konsey ve Komisyon’da ayrı ayrı görüşülüp 27 üye ülkenin onayının alınması gerektiğini söylediler; AB usulü bunu gerektiriyordu. Erdoğan ise bu konunun, yani hem Suriye, mülteciler, hem de Türkiye-AB ilişkilerinin yeni bir raya oturtulmasının bu yıl içinde tamamlanmasını istiyordu. Neticede konunun Çavuşoğlu ve AB Güvenlik ve Dış Politikalar Yüksek Temsilcisi Josep Borrell eşbaşkanlığında oluşacak bir komisyona havale edilmesi kararı çıktı. Bu komisyon 26 Mart’ta Brüksel’de yapılacak AB zirvesine dek ortak bir öneri metni ortaya çıkarılması için çalışacaktı.
Burada birkaç önemli ayrıntı var. Önce görüşmenin şekli. Görüşme dörtlü yapılmış: Türk tarafında Erdoğan ve Çavuşoğlu, AB tarafında Von der Leyen ve Michel. Yani, aşiret düğünü uzunluğundaki masanın etrafında dizilmiş yetkililer yok. Yani, AB tarafı da Türk tarafı da muhatabını biliyor; Çavuşoğlu’nun ve Dışişleri’nin son zamanlarda dış politikanın belirlenmesindeki arttığı gözlenen etkisinin bir işareti de olabilir.
Ankara kriterlerini hatırlama zamanı
İkincisi, AB tarafına düşenler. AB’nin yeni yönetimi jeopolitika ve stratejiye eskisine göre daha çok önem veren bir yapıda. Bu da Türkiye’ye daha az önyargılı bakışı getiriyor. Eğer bu Türkiye’ye sürekli sopa gösteren ama havuç deyince akla yalnızca para vaat eden anlayış bırakılabilirse, bir yere varılabilir. Nitekim, eğer 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi yapılmamış ve Olağanüstü Hal ile temel hak ve özgürlüklerden geri adım atılmamış olsaydı, şu anda Türkiye-AB ilişkileri başka bir yerde olacaktı. Ve her şey tamam olsa bile 2004’te Türkiye’ye ağır haksızlık yapılarak AB’ye alınan Güney Kıbrıs hükümetinin sürekli vetolarını aşmanın bir yolunu bulmalı Brüksel.
Üçüncüsü, Türkiye tarafına düşenler. AB ile ilişkilerin 2016’da ağırlıkla mülteciler için külfet paylaşımına, yani para vaadine indirilmesi baştan yanlıştı ve sonuç da getirmedi. Şimdi Yunanistan sınırında zirve yapan bir sorun ve bu sorunun ortaya çıkardığı yeni bir fırsat var; Erdoğan’ı Brüksel’e taşıyan da bu fırsattı zaten. Ancak Erdoğan’ın şimdi de Türkiye-AB ile ilişkilerini ortak Suriye politikası ve daha çok ticaret erbabı için vize serbestisine sıkıştıran bir yaklaşımı olmamalı. Türkiye’nin AB uyum reformlarını hayata geçirmesi gerekiyor. Sadece AB’ye söz verdiği için değil, Türkiye ve vatandaşları için de. Yargı reformundan terörle mücadele yasasında geri atılan adımların telafisine, siyasetin finansmanının saydamlaşmasına dek bizleri de Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini de rahatlatacak adımlar söz konusu.
Erdoğan bir zamanlar, bu refomların asıl bizler için olduğu vurgusuyla “Onlar Kopenhag Kriterlerinden vaz geçerse, biz Ankara Kriterleri diye devam ederiz” diyordu. Hatırlamanın zamanı gelmedi mi?
Bir son not: 2002-2004 arası inanılmaz bir hızla atılan reform adımları, AK Parti ile CHP’nin işbirliği ve uzlaşmasıyla gerçekleşmişti. Onu da hatırlamanın zamanı geldi bence.