ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından Atlantic Council 30 Nisan’da sadece ABD ile ilişkiler bakımından değil, Türkiye’deki ekonomik gidişi bakımından da dikkat çekici bir video toplantı düzenledi. Toplantı dikkat çekiciydi çünkü hükümetin ekonomiye döviz girişini rahatlatmak için ABD’nin SWAP (takas) kolaylığı sağlanacak ülkeler listesine girmek istediği de biliniyordu, ABD’nin Türkiye’yi Rusya yaptırımlarının dışında tutmak ve F-35 programında tutmak için S-400 füzelerini hizmete almamasını istediği de.
Toplantıya katılanlar arasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Güvenlik ve Dış Politikalar Baş Danışmanı ve Sözcüsü İbrahim Kalın, ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield ve ABD Dışişlerinin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey de vardı. Kalın video-konferansa 40 dakika kadar geç katılınca konuşmalar daha çok Jeffrey’nin Suriye’deki durum açıklamaları üzerinde dönüp dolaşmaya başladı. Notlarıma göre burada söylediklerinden arasında öne çıkan üç konu vardı:
1- Jeffrey ABD’nin Suriye’den de Ortadoğu’dan da bütünüyle çekilme niyeti olmadığını söylemesiydi. Çünkü, Jeffrey’e göre, burası ABD için temel rekabet alanlarından birisiydi; Rusya, İran ve Çin etkisi vardı. Ve ABD’nin NATO müttefiki Türkiye ile ABD’nin uzun zamandır ortağı İsrail bu bölgedeydi.
2- Jeffrey (PKK’nın Suriye kolu olan PYD ve YPG’nin oluşturduğu) Suriye Demokratik Güçleriyle (SDG), IŞİD’e karşı mücadele dışında hiçbir anlaşmaları olmadığını söylemesiydi. 17 Ekim’de ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile Erdoğan arasında Ankara’da varılan anlaşmaya atıfta bulundu ve SDG ile ilgili her konuda (dağıtılan silahların da dahil olduğunu var sayıyoruz) Türkiye’nin bilgilendirildiğini söyledi.
3- Astana Süreci sorulduğunda, Jeffrey’nin yanıtı, bu sürecin tek iyi yanının, “ABD’nin müttefiki Türkiye’nin” içinde bulunması olduğuydu. Bu ilginçti, çünkü hem Batı’da hem Türkiye’de şimdiye dek oluşturulan kamuoyu algısı, Türkiye’nin Astana Sürecine ABD’ye rağmen katıldığıydı.
SWAP, S-400 ve netameli konular
Toplantının bu minvalde giden akışı, Türkiye’nin SWAP anlaşması talebiyle ilgili sorulan bir soruyla değişti. Soru, Türkiye’nin (20 Nisan’da Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump ile telefon görüşmesi ardından) S-400 füzelerini hizmete almayı ertelediğine ve Covid-19 salgını nedeniyle ABD’ye gönderilen maske, önlük gibi tıbbi malzeme yardımlara atfen, SWAP anlaşması talebinin ne durumda olduğuydu. Bu soruya Satterfield yanıt verdi. Ankara Büyükelçiliğine atanmadan önce Astana Sürecindeki ABD Gözlemcisi olan Orta Doğu uzmanı Satterfield şunları söyledi:
“Pek çok ülke gibi Türkiye’de Federal Reserve (ABD Merkez Bankası) ile temasta. Koşullara uygunluk için Fed’in Açık Piyasalar komitesi tarafından belirlenen gereksinimler bulunuyor. Bunlar mali, parasal gereksinim ve koşullar, siyasi bağlantılı değil.”
Büyükelçi diplomatik bir dille, siyasi planda ne yapılırsa yapılsın, bunun Türkiye’nin SWAP talebine etkisi olmaz diyordu. Gerçekten öyle midir? ABD yönetimleri her zaman bu kadar ilkeli mi davranmıştır? Siyasi ya da ekonomik çıkarlar için kuralları hiç mi değiştirmemiştir? Bu ayrı konu. Ama Büyükelçinin söylediği sanki “Mali ve parasal koşullar sağlanmazsa, siyaseten ne yapılırsa yapılsın etkisi olmaz” gibi bir şeydi.
Satterfield’in S-400 konusunda da söyleyecekleri vardı ve hayli köşeliydi. “Kararımızı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve üst düzey Türk yetkililere olanca açıklığıyla anlattık ve bu da S-400’lerin çalıştırılmasının Türkiye’nin F-35 alım programına katılımıyla uyumlu olmadığıdır. Ve bu da Türkiye’yi hem CAATSA hem de bekleyen diğer Kongre yaptırımlarına ciddi biçimde açık hale getirir. Türk hükümetinden bu endişeleri yatıştırmak için güvenceleri almış değiliz.”
İşte aşağı yukarı bu aşamada Kalın’ın diğer işleri bitti ve video toplantıya katılabildi.
Suriye’de Türk-ABD ortak inşaatları mı?
Kalın Suriye’nin Doğusunda ayrı, Batısında ayrı ittifaklarla yol almaya çalışmanın getirdiği karmaşık tabloyu anlattı. Türkiye’nin ABD ile PYD/YPG konusunda, Rusya ile de Beşar Esad rejimine destek konusunda görüş ayrılığı yaşanıyordu. Yine de Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 5 Mart anlaşmasından sonra İdlib civarında ateşkese genel olarak uyulduğunu söyledi.
ABD Patriot füzesini “Türkiye’nin koşullarıyla” satmaya yanaşmayınca Erdoğan’ın alternatif aradığını, insanların bunu blöf sandığını, ama blöf olmadığının görüldüğünü söyledi. “Hem” dedi Kalın, “CAATSA biz Ruslarla S-400 anlaşmasını imzaladıktan sonra yasallaştı. Bunları ön şartsız konuşmak lazım.”
İşte o sırada beklenmedik bir soru geldi. Soruyu soran bir gazeteci değildi, bir diplomattı. ABD Dışişlerinde ve Ulusal Güvenlik Dairesinde çalışmış, Türkiye’nin Bakü-Tiflis-Ceyhan projesinin gerçekleştirilmesinde payı olmuş, resmî görevlerinden ayrıldıktan sonra da uluslararası ilişkiler ağında kalan Matt Bryza idi soruyu soran. Acaba Türk ve Amerikan müteahhitlik şirketleri Suriye’nin kuzeyinde ortak inşaat projeleri üstlenemezler miydi? AK Parti döneminin yıldız sektörü olan inşaat müteahhitliğine cazip bir gönderme gibiydi adeta soru.
Hem Kalın, hem de 17 Ekim’de Erdoğan-Pence anlaşmasına varılmasında kendisiyle birlikte kilit rolü oynayan Jeffrey’nin yüzünde bir anda aynı ifadenin belirip silindiğini görmek ilginçti. Kalın “Tabii ki” dedi; Türkiye ilke olarak dostlarıyla ortak projeler yapmak isterdi. Ancak Suriye’de BM Güvenlik Konseyinin 2254 sayılı kararına göre siyasi çözüm sağlanmadan olmazdı; “Milyonlarca dolar yatırıp Esad rejiminin gelip yıkmasını da istemeyiz tabii” diye ekledi. Jeffrey de söz aldı ve Kalın’a katıldığını, önceliğin siyasi çözümün sağlanması olduğunu söyledi.
Suriye’de siyasi çözüm henüz sağlanmasa da, sağlanma ihtimaline karşı altyapı yatırımlarının konuşulmaya başlandığını da böylece öğrenmiş olduk.
Bir şeyi daha öğrendik: Satterfield’in bir süredir Kalın ile görüşemediğini. “Sizinle görüştüğüme çok memnun oldum” diye sitem etti Satterfield herkesin ortasında; “Tabii yüz yüze görüşmek gibi olmuyor.” Kalın hafif mahcup gülümsedi; “Ben de görüşmek isterim” dedi, “Ankara, İstanbul, ya Türkiye’de herhangi bir yerde. Şu işi bir atlatalım da…” Covid-19 salgınından söz ediyordu muhtemelen, ya da ben öyle algıladım.