Anayasa Mahkemesi, Osman Kavala’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ihlal kararına dayanarak yaptığı bireysel tahliye başvurusunu reddetti. Bir oy farkla reddetti. 30 Temmuz 2008’de AK Parti’nin kapatılması için dava da -o zaman- bir oy farkla, 5’e karşı 6 oyla reddedilmişti. AYM 29 Aralık 2020 oturumunda Kavala’nın tahliyesini 7’ye karşı 8 oyla reddetti. Mahkeme, 1155 gündür hakkında hüküm olmadan, hatta beraat edip başka suçlamayla hapiste tutulan Kavala’nın haklarının ihlal edilmediğine hükmetti.
Türkiye’nin mevcut koşullar altında şaşırtıcı olan o 8 oy değil, Kavala’nın hak ihlali ve tahliyesi doğrultusunda kullanılan 7 oydur. Nitekim, Kavala karar ardından yaptığı yazılı açıklamada, “Yargıda en yaygın ve can yakıcı sorun siyasi mesajların ve siyasi ortamın etkisiyle alınan, sağlam gerekçelere dayanmayan ve cezalandırmaya dönüşen tutuklama uygulamalarıdır” dedi. (*)
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AİHM’nin 10 Aralık’ta Kavala’nın tahliye edilmesi gerektiği kararı ardından kararı kabul etmediğini, AİHM’nin Türk Mahkemeleri yerine karar veremeyeceğini söylemişti. Bu doğruydu ama Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde AİHM ve iç hukuk arasında çelişki olursa AİHM’nin esas alınacağı yolundaki hüküm de Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde konmuştu. Dahası, Erdoğan 1999, 2001 ve 2002 yıllarında üç defa haklarını AİHM’de aramıştı.
Kavala bırakılacak AB sayfa açacaktı
Bir dönem Ankara’da iktidar kulislerinden en iyi haber çıkaran meslektaşlar arasında saydığım Abdulkadir Selvi 28 Aralık’ta “Anayasa Mahkemesi’nin Kavala kararı, Erdoğan’ın AB ile açmak istediği beyaz sayfaya yazılmış ilk mesaj olacak” diye yazınca birileri 29 Aralık’ta tahliye beklemeye başladı. Hürriyet’in deneyimli ve gözde siyaset yazarı muhtemelen yargı kulislerinde, AK Parti zirvelerinde nabız tutmuş AYM’nin Kavala kararının Erdoğan’ın AB ile açmak istediği beyaz sayfanın ilk mesajı olacağını yazmıştı. Bu öngörüsünü de Erdoğan’ın geçenlerde AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile yaptığı görüşmede “yeni sayfadan” söz etmiş olmasına bağlıyordu.
Bu müjde dahi AYM’nin Erdoğan’ın siyasi kararları doğrultusunda karar almasını olağan karşılıyordu ama onun üzerinde durulacak zaman değildi. Keza bu bakışın, dışarıda Kavala’nın ve Selahattin Demirtaş’ın yılları bulan tutukluluk hallerinin “siyasi rehin” olmalarına bağlayan iddiaları akla getirmesi üzerinde de durulmadı. Televizyonların tartışma programlarında teoriler üretildi. İşte Erdoğan reform demişti, reformlar gelecek, Kavala ile birlikte AB beyaz sayfa açacak, Türkiye’ye yabancı yatırımcı hücumu başlayacaktı.
Bu ortamda mı yapılacak yargı reformu?
Selvi’nin öngörüsü AYM’nin tahliye kararı vereceği üzerine kuruluydu. Demek ki bilgi kaynaklarının beklentisi buydu. Yoksa AYM’nin Kavala’nın hapisliğine devam kararı vermesinin AB ile beyaz bir sayfa açması beklenemezdi.
AİHM Kavala hakkında o kararı vermeden bir süre önce Demirtaş ve Kavala hakkında ılımlı konuşan AK Parti emektarı Bülent Arınç’ın başına gelenlere bakılsa belki bu kadar pembe bir tablo çizilmezdi. Arınç önce MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Meclis konuşmasında hakaretine maruz kalmış, ardından Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu’ndan istifa etmek zorunda kalmıştı.
AB ile işler düzelecekse bunun sadece Kavala’nın ya da Demirtaş’ın -velev ki bırakılsalar bile- serbest bırakılmalarıyla düzelmeyeceği açık. Türkiye 2002-2004 arasında AK Parti-CHP iş birliğiyle AB uyum reformları çerçevesinde attığı demokratikleşme adımlarının gerisine düşüyor hızla. Yargı reformu sadece yabancı sermaye çekmek için değil, bizler için lazım. Bizi AB siyasi kriterlerine yaklaştıracak olan da derdi sadece sermaye çekmek değil, Türkiye’de hak ve özgürlüklerin kalitesini yükseltmek olan yargı reformudur. Yargının yakasının rahat bırakılmasıdır.
Kavala bırakılacak, AB ile beyaz bir sayfa açılacaktı, öyle mi? Daha çok bekleriz anlayış bu oldukça.
(*) 30 Aralık 2020 saat 07.52’de güncellenmiştir.