Rusya’dan S-400 füzesi alınmasına misilleme olarak ABD, Türkiye’yi ortak üreticisi olduğu F-35 savaş uçağı programından çıkarmış, şu ana dek üretim hattından çıkan 8 uçağına da el koymuştu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile liderden-lidere ilişkiler kurup “dostum” diyen Donald Trump, bununla da yetinmemiş, giderayak Savunma Sanayii Başkanlığına (SSB) ek yaptırımlar uygulamıştı. Erdoğan bunun üzerine Rusya’da Su-57 uçağı almaktan ABD’den paramızı geri istemeye dek seçenekler üzerinde durmuş, İngiltere ile üzerinde çalışılan TF-X uçağının müjdesini vermişti. Ancak bu tutum, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın “F-35 programına dönmek istiyoruz” açıklamasıyla değişmeye başladı. Nitekim Türkiye’nin F-35 konusunda ABD’de lobi yapması için bir şirketle sözleşme imzaladığı ortaya çıktı.
Lobi sözleşmesi ne amaçla imzalandı?
Yabancı lobi faaliyetler üzerine yayın yapan www.foreignlobby.com adlı internet sitesinde 18 Şubat’ta yer alan habere göre, Savunma Sanayii Teknolojileri AŞ (SSTEK), Amerikan lobi şirketi Arnold and Porter ile 1 Şubat’tan geçerli olmak üzere 6 aylığına 750 bin dolarlık bir sözleşme imzaladı. Haberde sözleşmenin “stratejik danışmanlık” ve “ABD’deki ticari taraflara erişebilme” konularını kapsadığı yazıldı.
Savunma kaynakları, YetkinReport’un sorusu üzerine, anlaşmanın Savunma Sanayii Başkanlığı tarafından yapıldığını doğrulayarak “ABD’yi en azından F-35 parçalarının üretimine Türk firmaları tarafından devam edilmesi konusunda ikna etmeye çalışılacak” bilgisini verdi. SSTEK, SSB’ye bağlı bir kuruluş.
Altı aylık lobi faaliyeti karşılığında 750 bin dolar (5 milyon 250 bin lira) bu tür anlaşmalarda çok yüksek bir miktar sayılmıyor. Ancak önemli olan miktardan çok, Türkiye’nin S-400 alımına dek asli ortak olduğu projeden tamamıyla kopmamak için lobi şirketlerine başvurması.
ABD ile sorunlar bitmiyor
S-400’ler halen en gelişmiş hava savunma sistemi, F-35’ler halen en gelişmiş savaş uçağı kabul ediliyor. ABD, hem S-400’ün yapay zekasının F-35 sırlarını çalacağı hem de dünya çapında Pazar kaybetme endişesiyle NATO üyesi Türkiye’nin Rusya’dan stratejik silah alımı karşılığında yaptırım tehdidine devam ediyor.
Yaptırım tehdidi geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ilk görüşmesini yapan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken tarafından da gündeme getirilmişti. Çavuşoğlu da Akar gibi Türkiye’nin S-400’ler konusunu ABD ile görüşmeye hazır olduğunu söylüyorlar.
Blinken’ın telefonu ise Dışişleri Bakanlığının ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield’ı çağırıp ABD Dışişleri Sözcüsü Ned Price’ın Gara operasyonunda 13 Türk rehinenin PKK tarafından öldürüldüğü kesinleştiği takdirde şartlı kınamasından sonra geldi. Price’ın bu telefon sonrasında yaptığı açıklama, Türkiye’de ABD’nin “hatasını düzelttiği” şeklinde duyuruldu. Oysa açıklamada “Türk rehinelerin ölümünden PKK teröristlerinin sorumlu olduğu görüşümüzü teyit ederiz” deniyor, “PKK öldürdü” denmiyordu. Yani ABD Dışişleri güvensizlik ve ihtiyat payını daha usturuplu bir lisanla dile getiriyordu.
ABD Gara operasyonunu canlı izledi
Price’ın 11 yıl CIA geçmişi olan bir diplomat. Trump yönetimiyle çalışmaktansa istifa edecek kadar koyu bir Demokrat Partili. Yani ilk söylediği bir gaf olmaktan çok Washington’un tutumunu yansıtıyordu.
Bakalım arkasında ne var?
Gara harekâtı Irak topraklarında yapıldı. Irak hava sahası, giriş-çıkışlar tamamen ABD kontrolünde. Dolayısıyla Ankara’nın hava kuvvetlerinin kullanıldığı harekâtı Irak’ın yanı sıra ABD’ye bilgi verilmeden yürütmesi mümkün değildi. Nitekim Savunma Akar harekâtın müttefiklerle temas içinde başlatıldığını söylemişti.
Dolayısıyla ABD’nin harekâtı uydular, casus uçakları ve İHA’lar aracılığıyla canlı olarak izlediğini, ayrıca helikopterlerin yerdeki komandolarla konuşması dahil bütün elektronik haberleşmeyi kayda aldığını var sayabiliriz. Dolayısıyla Gara katliamını “eğer” PKK’nın yaptığı anlaşılırsa şartıyla -Türkiye’de haklı tepkiye yol açan- kınaması, rastgele bir bürokratik gaf değil, adeta “biz de kayıtlarımıza bir bakalım” anlamındaki bir güvensizlik belirtisiydi.
Hükümet içeriye sert ama
Bu güvensizlik ortamının daha bir süre devam edeceği anlaşılıyor. Ne ABD ne de stratejik Türkiye kararlarını artık ABD ile alacağını söyleyen AB’den kısa vadede Türkiye ekonomisini sarsacak düzeyde ek yaptırımlar beklenmiyor.
Nitekim 17-18 Şubat toplantısında S-400’ler değil, Türkiye’ye yeni görevler konuşuldu.
Bunun bir amacı da hem ABD hem AB’nin Türkiye’nin NATO üyesi Yunanistan’la Ege ve Akdeniz’de yaşadığı gerginliği yumuşatma yönündeki adımların taktik icabı olup olmadığını görmek istemesi. Bu Yunanistan için de geçerli.
Hem Erdoğan hem de Kriyakos Miçotakis birbirlerine karşı esip gürlüyor. Ancak kamuoyunun dikkatine fazla getirmeden NATO zemininde yeniden birlikte çalışmaya başladılar. Hayır, sadece 2016’den bu yana kesilen İstikşafi Görüşmelerin başlamasından söz etmiyorum. Gaziantep firkateyn’inin, Yunan donanmasının Kountouriotis ve İspanya’nın Cristobal Colon firketeynleriyle birlikte Akdeniz’de ortak NATO devriyesi yaptığını biliyor muydunuz?
Biden nasıl yaptırım tehdidini sürdürse de Türkiye’yle asgari müşterekleri kaybetmek istemeyecekse, Erdoğan da ABD ile asgari müşterekleri kaybetmek istemeyecektir. Bu keskin çıkışlar daha çok iç politika amaçlıdır.