Türkiye-Mısır diyalogun yeniden başladığının ilk işaretini 3 Mart’ta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “Akdeniz’deki yetki sahalarının” görüşüldüğünü söyleyerek verdi. İki gün önce Mısır, Türkiye’nin BM’ye verdiği yetki sahası anlaşmasını dikkate alarak petrol ve gaz arama ruhsatları vermişti. Onu Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın 6 Mart’ta “Mısır ile faklı gelişmeler olabilir” beyanı izledi.
Hatta İYİ Parti lideri Meral Akşener, 10 Mart’taki grup toplantısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “Yeni bir sayfa açıyorum deyip sıyrılamazsın” diye seslendi; “önce milletten özür dileyeceksin”
Hayır, Akşener’in bu çıkışı üzerine Erdoğan, “Darbeci diktatör” dediği Mısır Cumhurbaşkanı Abül Fettah Sisi’yi kınayan, Sisi gitmedikçe Mısır ile ilişkilerin düzelmeyeceğini tekrarlamadı. Sessiz kaldı.
Nihayet 12 Mart günü Erdoğan “Mısır’la yakınlaşma sürecinin devam ettiğini” söyledi.
Devam mı ediyordu? Ne zaman başlamıştı ki?
Dün de (16 Mart) şöyle söyledi: “Mısır halkı bizimle ters düşmez. Atılan adımlar aslında bir geçici yanlışlığın tezahürü gibi geliyor bana.” Erdoğan adeta kendisini Mısır halkına hoş göstermeye çalışıyordu.
Ne değişmişti?
Madem bu noktaya gelecektiniz…
Seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi devirerek başa gelen Sisi pişmanlıkla istifa etmiş, serbest seçimlere gidileceğini mi ilan etmişti? Mısır’da “terörist” suçlamasıyla aranmaktayken Türkiye’den radyo, televizyon yayını yapan Müslüman Kardeşler (İhvan) örgütü üyelerine af mı çıkarmıştı? Yoksa, Mursi’nin (İhvan) iktidarının devrilmesinin simgesi Rabia’nın katillerini yakalayıp adalet önüne mi çıkarmıştı?
Erdoğan değil miydi, İhvan’ın darbeyi protesto için geliştirdiği havada dört parmaklı “Rabia” işaretini AK Parti’nin resmi işareti yapan? Ya da BM Genel Kuruluna gidişlerinde ABD Başkanının liderlere verdiği yemek davetlerini Sisi de davetli diye protesto eden?
Erdoğan değil miydi, kendisinden önce AK Partiden seçilen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Sisi’ye Türk-Mısır dostluğunu vurgulayan mesaj gönderirken, bir an önce demokrasiye dönmesini telkin ederken Kahire’deki Türk Büyükelçisini çeken?
Akşener’in suçlamaları ağırdı:
• “Böyle devlet yönetilmez. Kişisel ilişkilerinin ve kaprislerinin bedelini bu millete ödetemezsin. Madem bu noktaya gelecektiniz, Türkiye’ye bunca kaybı niye yaşattınız? Hem diplomatik alanda hem askeri alanda hem de ticari anlamda bunun hesabını kim verecek?”
Mısır virajı Mısır ile sınırlı değil
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu 16 Mart’taki konuşmasında, iktidara gelirlerse yapacakları işler arasına, dış politikada “İzlenen kavgacı ve İhvan politikasını tamamen değiştireceğiz” maddesini de koydu.
Türkiye’nin 2011’de Arap Baharının patlamasından itibaren izlediği siyaset İhvan’ın adeta sözcülüğü üzerine inşa edilmişti. Erdoğan, Türkiye’yi Suriye iç savaşına biraz da İhvan aşkına dahil etti. Ankara, Filistin’deki partiler arasında bu nedenle taraf tutup İhvan yanlısı Hamas’ı tercih etti; kaldı ki Hamas bile şu anda İhvan ile arasında mesafe koydu. Kralı ölünce üç gün ulusal yas ilan edip bayrakları yarıya indirdiğimiz Suudi Arabistan ile biraz da İhvan yüzünden hasım oldu Türkiye; Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile de.
Şimdi Çavuşoğlu şunu söylüyor:
• “Suudi Arabistan’la ilişkilerimizin düzelmemesi için sebep yok. Olumlu adım atarsa biz de atarız. Aynı şey BAE için de geçerli.”
Hem de Suudi Arabistan’ın Yunanistan’la Akdeniz’de askeri tatbikata kalkıştığı bir sırada.
Üstelik düzelmeme sebebi var ve sebep öncelikle İhvan.
Gelelim Suriye’deki duruma
Erdoğan Suriye konusunda son tutumunu Amerikan ekonomi kanalı Bloomberg’e açıkladı. AK Parti’ye oy veren milyonlar Bloomberg internet sitesindeki makaleleri takip etmediğine göre, kime hitap etmek istediği belliydi. Şöyle yazdı Suriye politikası konusunda:
• “Bölgede barış ve istikrarın yeniden tesis edilmesinin, Batı’nın Türkiye’yi samimi ve güçlü bir şekilde desteklemesine bağlı olduğuna inanıyorum.”
Yani? Yani, Suriye’de çıkışı artık Rusya-İran işbirliğinden çok Batı’nın desteğinde görüyor Erdoğan. Şöyle yorumlamak mümkün: ABD, YPG’yi desteklemekten vaz geçmese bile, Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki varlığına dokunmadığı müddetçe, Cenevre görüşmeleri sonuçlanana dek durum değişmeyecektir; bunun dolaylı kabulünün beyanıdır ve metni her kim yazdıysa “Batı”da da bu şekilde algılanmasını amaçlamıştır.
Suriye, YPG, ABD ve Rusya ayrı bir yazının konusu olacak önümüzdeki günlerde.
Mısır ile diyalog Libya’da mı başladı
Libya’da Abdülhamid Dibeybe dün (16 Mart) başbakanlığı Fayiz el-Sarrac’tan devraldı. Türkiye, Sarrac’a destek olmasaydı, Rusya, BAE ve Mısır destekli Halife Hafter güçleri çoktan Trablus’u almış ve Libya’ya hâkim olmuştu. Bu Türkiye hanesine yazılmış önemli bir puandı. Öte yandan, Dibeybe hükümeti Türkiye ve Mısır’ın uzlaşmasıyla mümkün oldu.
Zaten Türkiye ve Mısır diyalogunun istihbarat servisleri arasında Libya’da başlamış olması ihtimali yüksek, yakında ortaya çıkar. Hem Ankara hem Kahire, Libya’da Dibeybe’nin başbakanlığında varılan uzlaşmanın kendi eserleri olduğunu, karşı tarafın geri adım attığını yayıyor. Ancak Batılı diplomatik çevrelerde hem Ankara hem de Kahire’nin verdiği uzlaşma tavizleriyle anlaşmanın mümkün olduğundan “takdirle” bahsediliyor.
Ekonomik durum uzlaşmaya zorluyor
O yüzden, Mısır virajı, Mısır’la sınırlı değil. Erdoğan’ın 2011’den bu yana izlediği “Ne diyorsam o” siyasetinin sonuna gelindiğini gösteriyor. Türkiye, özellikle 2016 darbe girişimi sonrasında uyguladığı askeri diplomasiyle Doğu Akdeniz’de, Suriye’de, Karadeniz ve Kafkaslarda avantaj sağladı. Bölgede Türkiye dahil edilmeden oyun kurulamayacağını gösterdi, bu doğru, ama yalnızlaşmanın ağır siyasi ve ekonomik bedeli oldu.
Erdoğan gönüllü olmasa da dış politikasını değiştirmek, yeni bir ayara geçmek zorunda. Bunun başlıca nedeni ekonomik. ABD’deki Joe Biden yönetimi ve AB ile sürekli çatışma yöntemiyle ekonominin toparlanıp sağlıklı bir raya oturtulamayacağı açık. Bu Erdoğan’ın istemeye istemeye “Beni, benim istediğim şekilde kabul edeceksiniz. Ne diyorsam o” üslubunu da bir yana bırakmaya zorluyor.
Şimdi dönüş zamanı. Sırada İsrail’in olması kimseyi şaşırtmamalı.