24 Mart Kongresi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 2001’de AK Parti’nin kuruluşundan bu yana katıldığı en zor kongresi. Sadece Kongreye birkaç gün kala -çok şey beklenen Merkez Bankası Başkanını görevden alarak mali yapının bir darbe daha almasına neden olduğu için değil. İstanbul Sözleşmesini iptal ederek AK Partili kadınların bir kısmını dahi kendisinden soğuttuğu için de değil. Sadece HDP’ye açılan kapatma davasıyla içeriye ve dışarıya verilen demokratikleşme vaatlerine gölge düştüğü için de değil. Erdoğan bu Kongre öncesi ciddi bir sıkışmaya da dış politikada maruz kalıyor.
Erdoğan Kongre’de, son haftalarda yükselen beklentilerin aksine sıradan bir konuşma yaparken, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu NATO Zirvesi için bulunduğu Brüksel’de ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile görüşüyordu. Sonrasında Amerikan tarafı Çavuşoğlu’nun Suriye, YPG gibi konuları açtığından bahsetmiyor, Türk tarafı da Blinken’ın demokrasi, insan hakları konularını açtığından. Konuşmuşlar ama birbirlerini dinlememişler. En önemli konu olan S-400 konusunda bir anlaşma yok, özeti bu.
Ankara’da AB zirvesi bekleyişi
Ankara, kendisini ekonomi silahıyla tehdit eden Batının dış politika baskısı altında.
22-24 Mart NATO zirvesi ardından 25-26 Mart’ta AB liderler zirvesi yapılıyor. 22 Mart akşamı Çavuşoğlu ile buluşan AB Güvenlik ve Dış Politikalar Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Türkiye’deki gelişmeleri “yaz aylarına dek” izleyeceklerini söyledi. Bu, Covid-19 salgının yeniden tırmanmasına rağmen hâlâ Avrupa’dan nakit döviz bırakacak turist akını bekleyen Erdoğan kabinesi için kötü haber. Ama sadece onun için değil. Önümüzde ABD Başkanı Joe Biden’ın 24 Nisan’ı Ermeni soykırımı anma günü ilan edip etmeyeceği meselesi var bir de.
Üstelik baskı artık sadece Batı’dan değil; doğudan da başladı başladı. Çin Dışişleri bakanı Wang Yi’nin 24-26 Mart Ankara ziyareti bunun işareti. Çin, TBMM onayı için bekleyen suçluların iadesi anlaşmasının TBMM onayında takılmasından rahatsız. Birkaç yıl öncesine dek Uygur Türklerinin uluslararası avukatlarından olan hükümet, şimdi Çin’in terörist saydığı Uygurları Çin’e gönderme çelişkisi yaşıyor. Erdoğan’ın Çin’den beklentisi sadece aşı değil.
Çin ve Rusya ittifakta, Türkiye nerede?
Wang Yi, Türkiye’ye gelmeden önce “Artık Çin’in içişlerine müdahale devri bitti” dedi Uygur Türklerinin yaşadığı Sincan bölgesini anarak. Bu açıklamayı Çin’in Gullin şehrinde, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la 22 Mart’taki ortak basın toplantısında yaptı. Yani NATO toplantısının başladığı gün ve Türkiye seyahatinden iki gün önce.
Toplantıda Lavrov, “ABD, Avrupa ve Batının kendi kurallarını empoze etmesine karşı” Çin ile birlikte duracaklarını söyledi.
Rus Dışişleri bakanının bu sözleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir süredir benimsediği dış politika söylemiyle hemen hemen aynı. Tek farkı Erdoğan’ın aynı zamanda Türkiye’nin NATO’ya bağlılığını da sık sık tazelemesi. Ya da ABD ve Avrupa Birliğine hatırlatması da denebilir.
Zaten Lavrov, yanında Wang ile bu çıkışı yaptığı sırada, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Brüksel’de NATO Dışişleri Bakanlarının “Rusya’nın saldırgan eylemleri, Avrupa-Atlantik güvenliğine tehdit oluşturuyor” diyen ortak açıklamasına imza atıyordu.
Çavuşoğlu’nun Brüksel çıkartmasının Erdoğan’ın beklentilerine ne kadar çare olacağını önümüzdeki haftalar gösterecek. Ama Türkiye’nin dış politikasında asıl sıkışma Batıyla yaşanıyor ve günbegün artıyor.
Batı ‘Türkiye ayrı, Erdoğan ayrı’ diyor
Batıyla sorunlar zincirine bir de Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “Türk hükümeti seçimlerimize müdahaleye hazırlanıyor” iddiası eklendi. Oysa bir süredir ilişkiler mektup ve telefon muhabbetiyle normale döner gibiydi. Macron’un Türkiye’den çok Erdoğan’ı hedef aldığı açık.
Bu “Türkiye ayrı, Erdoğan ayrı” söylemi Batılı siyasetçiler arasında giderek yayılmaya başladı. Son olarak -Türkiye’ye insan hakları ve demokrasi eleştirilerinde bulunan- ABD Dışişleri Bakanı Blinken, 23 Mart’ta Brüksel’de Türkiye’nin NATO için öneminden söz etti. Bir NATO genel sekreterinin üye bir ülkenin demokrasi karnesine yönelik ilk eleştirisini Türkiye’ye yönelten Jens Stoltenberg, diğer yandan Türkiye’nin Avrupa savunması bakımından önemine övgüler düzdü. Keza Blinken’dan Türkiye’ye Rusya’dan S-400 füzesi aldığı ve “demokrasiyi gerilettiği” için daha çok yaptırım talep eden Temsilciler meclisi üyeleri, Türkiye-ABD ilişkilerinin bozulmasından Erdoğan’ı sorumlu tutuyordu.
Bu söylemi ilk başlatan 2017’de Erdoğan’a “Birlikte inşa ettiğimiz her şeyi tehlikeye atmayın” diye hitap eden Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier olmuştu.
“Türkiye bir yana” söylemi Erdoğan’ı çok rahatsız ediyor.
İçe kapanan ekonomi, siyaset ve diplomasi
Erdoğan iktidarını korumak istiyor. Mehmet Yılmaz T24’te, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ın Hürriyet’e “19 yıl hazırlandık, daha yeni başlıyoruz” sözlerini “gizli ajanda itirafı” olarak yorumladı. Bana kalırsa, daha “demokrasi tramvayından istediğimiz durakta ineriz” söyleminden itibaren gizli değildi ajanda.
Ama Erdoğan’ın 24 Mart Kongresiyle birlikte iktidarı artık bırakmamak için her yola başvuracağı açık. Müttefiki MHP’yi memnun etmek için HDP’ye dava, müstakbel müttefiki Saadet ve İslami cemaatleri memnun etmek için İstanbul Sözleşmesini iptal, ekonomideki müttefiklerini memnun etmek için MB Başkanını görevden alma, kaybettiği belediyeleri çökertme çabası gibi eylemler bunu gösteriyor.
Dış politikada son dönemde gelen ve kazanım sayılan bütün adımlar, askeri diplomasi sayesindedir; Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanımı yoluyladır. Diplomasi devlet politikasını değil AK Parti politikası çizgisinde belirlendiği oranda askeri hamlelere bağımlı hale geliyor. Burada yapılacak en küçük hatanın sistemde yol açabileceği hasar ihtimali büyüyor.
Erdoğan ortaklarının etkisiyle sadece ekonomi ve siyasette değil, diplomaside de içe kapanmaya başladı. Oyun sertleşiyor.