Almanya Başbakanı Olaf Scholz 14 Mart’ta ilk Türkiye ziyareti için Ankara’daydı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile iki ülke arasında gerçekten yakın ve karmaşık ilişkileri görüştüler ama asıl konu Ukrayna kriziydi. Ondan bir gün önce 13 Mart’ta Yunanistan Başbakanı Kriyakos Miçotakis ile İstanbul’da görüşmüştü. 11 Mart’ta Antalya Diplomasi Forumuna gelen NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg; konu Rusya’nın Ukrayna’yı istila harekâtıyla başlayan krizdi. 9 Mart’ta İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog Ankara’daydı; o görüşme de Ukrayna krizi gölgesinde enerji projeleri odağında geçti. Rusya’ya karşı safları sıklaştırma çabası mı?
Biraz yakından bakalım.
Bu temasların bir ortak noktası, muhataplarının Erdoğan’a gelmiş olmasıydı. Bir ay kadar önce Erdoğan’ın 14 Şubat’ta Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) ziyareti var ama o durumda da ilk adımı atan 24 Kasım 2021’deki seyahatiyle BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed olmuştu. Bu ortak nokta bizi bir yere götürür mü? Pek götürmez.
Ancak göz hekimin yaptığı gibi merceği değiştirirsek harfleri daha net seçebilir, bir anlam verebiliriz.
ABD-NATO eksenli yoğun diplomasi
Aradığımız merceği ABD Başkanı Joe Biden’ın 10 Mart’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla aradıktan sonra yaptırdığı açıklamada bulabiliriz.
Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada iki unsura atıf var. Birincisi Türkiye’nin Rusya ve Ukrayna dışişleri bakanları Sergey Lavrov ve Dimitro Kuleba’yı istila harekatının başlangıcından bu yana ilk siyasi temas için 9 Mart’ta Antalya’da bir araya getirebilmiş olması. Bunu açıklamadaki “çatışmanın diplomatik çözümünü desteklemeye yönelik çabalar” ifadesinden anlayabiliyoruz.
Devamındaki ifadede ise Biden, Erdoğan’a “barış ve istikrarın sağlanmasına katkı sunmak için bölge liderleriyle yakın bir zamanda kurduğu temaslar” nedeniyle de “takdir” ettiğini söylüyor. Ankara’daki ABD Büyükelçiliği Beyaz Saray açıklamasının öncesinde -pek alışılmadık şekilde- Erdoğan’ın bir başka liderle, Herzog ile görüşmesini övüyordu. Yine 10 Mart günü ABD Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Erika Olson ile İstanbul Başkonsolosu Daria Darnell Rum Ortodoks Patriği Birinci Bartolomeo’yu ziyarete gitmişti. Türkiye’deki din özgürlüğünü konuşmuşlar ve Rusya’nın Ukrayna’ya “sebepsiz saldırısını beraberce kınamışlardı”.
Sorunlu müttefikleri yakınlaştırma
Miçotakis’in 13 Mart’ta Bartolomeo’nun yönettiği Pazar ayinine katılmak için 13 Mart’ta İstanbul’a gelip o arada Erdoğan’la görüşeceğinin 8 Mart’ta, Antalya toplantısı ve Herzog ziyaretinden bir gün önce duyurulduğunu da hatırlatalım. Scholz’un 14 Mart Türkiye ziyareti ise 11 Mart’ta, Erdoğan’ın NATO Genel Sekreteriyle görüştüğü gün duyurulmuş.
Tesadüf olup olmadığını size bırakıyorum ama ABD-NATO ekseninde yoğun diplomasi yapılıyor.
Konuşmak, savaşmaktan iyidir elbette.
Türkiye’nin son ay içindeki temaslarını dış politikasında sorun yaşadığı ülkelerle yakınlaşma çabası olarak okumak mümkün. ABD açısından ise Rusya ile tırmanan sertleşme çerçevesinde aralarında sorun olan müttefiklerini birbiriyle yakınlaştırma siyaseti olarak okuyabiliriz.
Adeta mahallenin abisi tavrıyla “Şimdi beni aranızdaki sorunlarla uğraştırmayın, öpüşün barışın, kavga karşı mahalleyle” der gibi. Yanlış anlaşılmasın, bunu ABD Türkiye’ye baskı yaptı da böyle oldu demiyorum; ABD, BAE’den, İsrail’e, Türkiye’den Almanya’ya, Yunanistan’a dek Rusya’ya karşı birlik istediği müttefiklerinin tamamına “Şimdi aranızda kavga zamanı değil” diyor gibi.
TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski’nin deyişiyle “Batı safları sıklaştırıyor”.
Safları sıklaştırma: yeni Soğuk Savaş
Yunanistan’da günün konusu Miçotakis’in Erdoğan’la görüşmesinden Atina’ya dönüşünde korona pozitif çıkmış olması. Hemen öncesinde Patrikhane’de kalabalık bir ayine de katılmış olan Miçotakis’in acaba Covid-19 virüsünü yakın zaman önce hastalığı atlatan Erdoğan’dan kapıp kapmadığı tartışılıyor. Bir tahminde bulunayım: bir süre hem Yunan hem Türk hükümetinden eskisi kadar sık “Ege’de ihlal” çıkışları duymayabiliriz.
Türkiye ve Yunanistan 1947’de aslında Nazi döneminde harap olan Avrupa’yı canlandırmak amacıyla oluşturulan Truman Doktrini ve Marshall Planı yardımı kapsamına o dönem Sovyet iktidarındaki Moskova’nın Akdeniz ve Orta Doğu’ya inme hevesini engellemek için alınmıştı. 1952’de NATO’ya birlikte kabullerinin gerekçesi de aynıydı.
Türkiye, ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaşın cephe ülkesiydi; 1962’de atom başlıklarının konuşulduğu Füzeler Krizi bunun somut örneğiydi.
Almanya-Türkiye ilişkileri Almanya’nın kalkınması için gerekli iş gücünün 1961’den itibaren Türkiye’den işçi göçünün başlamasıyla canlandı. Almanya o dönem NATO üyesi olmamasına rağmen (İtalya’yla birlikte) Türkiye’ye “Sovyet tehdidine karşı” ABD kaynaklı silah sağladı. Bugün Türkiye’nin en büyük ticari partnerdir.
Demokrasi safları da sıklaştırılmalı
Şimdi yeni bir Soğuk Savaş var. Vaşington dağılmaya yüz tutan safları yine ve yeniden Moskova’ya karşı sıklaştırıyor. Safları sıklaştırma gerekçesinin Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in Ukrayna seferi olması derin bir çelişkidir. “Tuzağa çekildi” türünden tezler bu nedenle ortaya atılıyor.
Soğuk Savaşta asıl olan atom silahlarının da kullanılabileceği Üçüncü Dünya Savaşından kaçınmaktır. Bu perde altında müttefik ülkelerin aralarındaki çelişkiler de ülkelerin içinde yaşanan demokrasi, hak ve özgürlükler sorunları da ne yazık ki ayrıntılara dönüşebilir.
Türkiye’deki üç askeri darbe ve sonrasında yaşanan ağır insan hakları ihlalleri de Soğuk Savaşın perdelemesi altında yaşandı.
O nedenle Türkiye’deki demokrasi, hak ve özgürlüklerden yana olanların da kendi aralarında safları sıklaştırması gereği ortaya çıkıyor.