Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan 23 Kasım’da TBMM Grubuna hitabında Türkiye’nin güvenlik stratejisini tek cümlede özetledi: tehditleri sınırların ötesinde karşılama ve yok etme. Bu güvenlik stratejisi sadece Erdoğan’ın vurguladığı gibi Türk Silahlı Kuvvetlerini değil, Dışişleri Bakanlığı, Millî İstihbarat Teşkilâtı ve İçişleri Bakanlığını da kapsama alanına alan yeni bir yaklaşım. Artıları ve eksileriyle hâlâ geliştirilme sürecinde olduğu anlaşılan bu yeni güvenlik stratejisi için dönüm noktasının 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi olduğu geriye bakınca daha iyi görülebiliyor.
Bunun en önemli göstergesi Türkiye’nin Suriye topraklarındaki ilk kapsamlı kara harekâtına, 15 Temmuz’dan sadece beş hafta sonra, 24 Ağustos’ta başlatmış olmasıdır. Fırat Kalkanı adı verilen harekâtın görünür hedefi Karkamış ilçesinin Suriye tarafındaki ikizi Cerablus ilçesiydi. Harekât bölge hakimiyeti için çatışan ama her ikisi de Türkiye’ye saldıran PKK’nın Suriye kolu YPG ve IŞİD’e karşı yapılmıştı.
Ama asıl mesaj ABD’ye idi. 15 Temmuz kalkışmasının ardında Fethullahçılar üzerinden ABD’yi gören Erdoğan adeta “Yıkılmadık, ayaktayız” diyordu.
2016-2019 dönemi
Ankara artık saldırı oldukça karşılık vermek stratejisi yerine saldırı olmadan kaynağına saldırıp yok etme stratejisi adımları atmaya başlamıştı. Fırat Kalkanı harekâtında 2500’den fazla IŞİD militanının öldürülüp IŞİD için önemli ideoloji merkezi sayılan El Bab’ın ele alınması o dönem örgüte ciddi darbe vurmuştu. Aynı dönemde, 910 kilometrelik Türkiye-Suriye sınırına -Hatay’dan başlayarak beton duvar örülmeye başladı. Bu da askeri eylemlerin yavaş yavaş sınır ötesinde ağırlık kazanacağının göstergesiydi.
Nitekim ikinci büyük harekât 8 Ekim 2017’de Hatay’a sınır komşusu İdlib iline doğru başlatıldı. Amaç hem sınırdaki IŞİD ve PKK faaliyetini engellemek hem de Türkiye’ye yeni bir göç dalgasını önleyici tampon bölge kurmak olarak açıklandı.
Bunu 20 Ocak 2018’de Zeytin Dalı harekâtı izledi. Amaç Hatay, Kilis ve Gaziantep sınırlarını güvence altına almak ve tam karşılarında, PKK/YPG kontrolünde, Amerikalılara göre kendi kurdurdukları SDG kontrolündeki Afrin şehrine girmekti; nitekim girildi de.
Savunma Bakanlığı işlev değiştiriyor
Bu süreçte Türkiye’nin güvenlik stratejisi önemli bir idari değişiklik de geçirdi. Bu operasyonların tamamını Genelkurmay Başkanı olarak yöneten Orgeneral Hulusi Akar 2018 seçimleriyle yendiren Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan tarafından Savunma Bakanlığına atandı. Kuvvet komutanları da artık Genelkurmay Başkanına değil, doğrudan Savunma Bakanına bağlıydı.
Bu askeriyenin devlet sistemi içinde 27 Mayıs 1960 darbesinden itibaren yarı-özerk bir nitelik kazanan yapısına son vermek demekti ve 15 Temmuz’dan itibaren idari planda yeniden yapılanma çalışmaları devam ediyordu.
Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler ile Hulusi Akar’ın uzun yıllara dayanan ekip arkadaşlığı bu geçiş sürecine yardımcı oldu. Akar bundan sonraki operasyona artık Savunma Bakanı olarak, doğrudan Beştepe’nin iradesini yansıtarak devam edecekti.
ABD ile çatışma derinleşiyor
Türkiye’nin Ekim 2019’da Barış Pınarı adı altında başlattığı harekâtın asıl amacı, Suruç ilçe Ayn el Arab, yani Kürtlerin Kobani olarak andığı Arap Pınarı dahil sınır boyunca güvenli bölge oluşumunu tamamlamaktı. Kobani hadisesi 2014’te Erdoğan ile ABD Başkanı Barack Obama’nın çatışmasına yol açan ve ABD’nin IŞİD’e karşı mücadelede NATO müttefiki Türkiye yerine PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’yi tercih etmesine yol açmıştı. Bu harekât hem ABD hem Rusya’nın dengelerini bozdu. ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence’in 17 Ekim’de Ankara’ya gelip Erdoğan ile güvenli bölge anlaşması imzalamasından bir gün sonra harekât Tel Abyad ve Resulayn’ı içine alacak, ama Kobani’yi bırakacak şekilde sona erdi.
Ancak aynı süreçte ABD ile çatışma eksenleri artıyor, derinleşiyordu. ABD Başkanı Donald Trump, Erdoğan’ın Rusya’dan S400 füzesi alma kararı üzerine Türkiye’yi ortak üreticisi olduğu F-35 projesinden çıkarttı. Twitter mesajlarıyla dolar kuruna müdahale etmeye, Türk lirası ve mali sistemine darbeler vurmaya başlamıştı.
Yeni güvenlik stratejisi ekonomi ve maliye boyutunu da hesaba katmalıydı.
Rusya’yla çatışma ve Libya
Türkiye o dönemde ABD’yle olduğu gibi Rusya ile de ortak askeri devriyeler temelinde güvenli bölgeler anlaşması imzalamıştı. Ancak (hala Suriye’ye mi Rusya’ya mı ait olduğu açıklanmayan) Rus jetleri anlaşmayı ihlal ettikleri gerekçesiyle 27 Şubat 2020’de İdlib yakınlarında 34 Türk askerini öldürdü; 34 şehit olayı Türkiye’yi sarstı. Aynı gün Türkiye Bahar Kalkanı harekâtını başlattı. Erdoğan Moskova’ya gidip Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin ile görüştü ve bu Türkiye’nin (şimdi yeniden konuşulmaya başlanana dek) Suriye’ye son kara harekâtı oldu.
Artı ve eksiler derken sadece mali değil, sahadaki fiziki güç ve koşulların da daha iyi değerlendirilmesi gereği ortadaydı.
Türkiye’nin yine 2019’da başlayan Libya sürecini de yine bu güvenlik stratejisi içinde değerlendirmek gerekiyor. Yunanistan ve Mısır yakınlaşması ile Doğu Akdeniz’de sıkıştırılmak istendiğini gören Türkiye, sorunun kaynağını Libya’da Rusya’nın da desteğiyle yıkılmak üzere olan meşru Libya hükümetine destek vermekte görmüştü. Türkiye’nin TB-2 gibi yeni silah sistemleriyle Libya resmine girişi dengeyi değiştirdi ve uzlaşma hükümetinin yolunu açtı.
Irak, Pençe harekâtları ve MİT
Ankara, Mayıs 2019’da PKK’ya karşı Irak’ta Pençe Serisi Operasyonları başlatmıştı. ABD’nin burada “SDG, YPG başka, PKK başka” gerekçesi yoktu ve “terörist örgüt” sayıp şeflerinin başına ödül koyduğu PKK’ya karşı harekâtı durdurmaya kalkmadı. Zaten Kürdistan demokratik Partisi de PKK’ya karşı Türkiye’ye yardım ediyordu. Özellikle Sincar bölgesindeki operasyonlarla PKK’nın Irak ve Suriye arasındaki ikmal hatlarına darbe vuruldu.
Ancak bu operasyonlar Irak hükümetiyle diplomatik koordinasyon kurulmadan yapılamazdı; bu da yeni güvenlik stratejisi ile diplomasinin kol kola gitmesini gerekli kılıyordu. Tıpkı Libya’da olduğu gibi.
ABD ile Suriye anlaşmasını imzalamadan bir süre önce Irak’taki bir saldırı MİT’in yeni güvenlik stratejisi uyarınca hareket hattını stratejik savunmadan stratejik saldırı düzeyine kaydırmasına ve buna göre yeniden yapılanmasına neden oldu. Bu dönüm noktası PKK’nın 17 Temmuz’da böylelikle Pençe harekâtını durduracağı beklentisiyle Erbil’deki MİT görevlisine düzenlediği suikast oldu.
MİT-TSK-Dışişleri-İçişleri ilişkileri
MİT böylelikle hem Irak hem Suriye topraklarında TSK ile koordinasyon içinde PKK’nın ara kademe elemanlarını bulup öldürerek ya da tutuklayarak Kandil merkez ile sahadaki militanlar arasındaki bağı koparma çabasına girişti. Yeni geliştirilen silah ve cephane ile yürütülen nokta atışlar, üst düzey bir koordinasyonu da gerektiriyordu.
Bu koordinasyon işlediğinde -yine sorunun kaynağına gitme örneği olan- Azerbaycan’a topraklarının Ermenistan işgalinden geri alınmasına destek olma gibi operasyonlar başarıya ulaşıyordu.
Bu koordinasyonun işlememesi nedeniyle yaşanan 2021 Gara Operasyonu hezimeti sonrasında yurtdışı operasyonları istihbarat ve planlamasının kurumlararası rekabete meydan verilmemesi amacıyla birleştirilmesi yoluna gidildi.
Bunun sağlanıp sağlanamadığı hâlâ önemli bir sorun. Özellikle dış bağlantılı iç operasyonlarda TSK-MİT-İçişleri arasında kurumsal rekabet örneklerine hâlâ rastlanıyor. İstiklal Caddesi saldırısı sonrasında gözlendiği üzere, kamuoyunda ön almak için yapılan erken açıklamalar sonradan soruna dönüşebiliyor. Ya da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bazı dış politika çıkışlarının Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile çeliştiği görülüyor.
PKK’nın geriletilmesi ve Kürt sorunu
PKK’nın geriletilmesi, aldığı uluslararası desteğin budanması ve eylem gücünün dağıtılması Türkiye’deki terör eylemlerini de, sadece PKK’dan kaynaklanmadığı, IŞİD, El Kaide ve diğer silahlı örgütlerden de kaynaklandığı unutulmadan- geriletecektir.
Ancak “daha çok güvenlik sizi daha güvenli kılmaz” sözü akıldan çıkarılmamalı.
Daha etkili bir güvenlik stratejisinin ülkenin ve halkın fiziki güvenliğini güçlendireceği doğru ama PKK sorununu ve ondan ayrı olarak Kürt sorununu ortadan kaldıracağını düşünmek doğru değil.
Kürt sorunu PKK’dan önce de vardı bu topraklarda, gerekli adımlar atılmadıkça PKK’nın gücünü kaybetmesi sonrasında da var olacaktır.
AK Parti iktidarında 2008-2010 ve 2012-2015 diyalog süreçlerinin sonuç getirmediği, sürecin meclis iradesini dışlayan bir tür pazarlığa dönüşmeye başladığı ve bu pazarlık sürecinin daha fazla kan dökülmesiyle sonuçlandığı görüldü.
Dolayısıyla yeni güvenlik stratejisi çoğulcu demokrasi, hukuk devleti ile (eğitim ve kültür alanı dahil) hak ve özgürlüklerin güçlendirilip genişletilmesiyle bütünleştirilmedikçe bugün bu noktada bastırılan sorun, yarın başka yerden patlak verebilir.
NATO ve millileştirilmiş Amerikan stratejisi
Yeni güvenlik stratejisi Türkiye’nin NATO ile ilişkilerinde de kendisini gösteriyor. 15 Temmuz’dan bu yana Türkiye’nin NATO’yla ilişkisi “stratejik özerklik” olarak tanımlanabilir. Ankara darbe girişimine karşı olması gereken desteği alamadığı NATO’ya temel sorumlulukların yerine getirildiği ancak bunun kendi güvenlik önceliklerini perdelemesine izin vermediği bir hatta geçti.
Rusya-Ukrayna savaşının patlaması ardından NATO üyesi olmak isteyen İsveç ve Finlandiya’nın önüne “PKK ve FETÖ’yle etkin mücadele” koşulunu dayatmış olması, artık ABD’nin NATO’ya dair her talebinin yerine getirilmediğinin göstergesi.
Aslında Cumhurbaşkanının “tehditleri sınırların ötesinde karşılama ve yok etme” diye özetlediği yeni güvenlik stratejisi, ABD’nin 11 Eylül 2001 El Kaide saldırılarından sonra geliştirdiği terörle mücadele stratejisi ile uyum içinde; daha doğrusu onun küresel değil bölgesel ölçekte millileştirilmiş, uyarlanmış hali. Hedefin saldırmasını beklemeden önleyici saldırıya geçme, savaşı kendi coğrafyası dışına taşıma gibi yaklaşımlar Afganistan, Irak ve şimdi de Suriye’de görülüyor. Afganistan ABD’nin ayrılmasından sonra eskisinden çok daha kötü, Irak da öyle ama neticede ABD oradaki sorunun kendi topraklarına taşınmasını önleme amacıyla hareket ediyor.
Bir başka açıdan bakınca
Bir başka açıdan baktığınızda dünyadaki en tehlikeli cihatçı militanların IŞİD’in İslam devleti çağrısına inanarak Suriye’de toplandığını ve orada yine ABD’nin terörist saydığı PKK bağlantılı gruplara öldürtüldüğünü de görebilirsiniz. ABD Meksika’yla arasında duvar örüyor, Türkiye de Suriye’yle.
Bu güvenlik stratejisi artılar kadar eksiler de barındırıyor elbette. Örneğin güçlü bir komşunuz varsa, ya da askeri kaynaklarınızı ayakta tutacak şiddette mali sıkıntılara girildiğinde ya da kurumlar arasında koordinasyon aksadığında bu strateji işlemeyebilir.
Yeni güvenlik stratejisi böyle bir çerçeveye oturuyor.