Hamas militanları 7 Ekim sabahı İsrail’e kanlı bir saldırı eylemi gerçekleştirdi. Ardından, İsrail Gazze’yi havadan vurmaya başladı. İsrail jetleri 12 Ekim günü Suriye havaalanlarını bombaladılar. Lübnan zaten olayın başlangıcından beri İsrail’in ateşi altında. Gazze’ye İsrail kara birliklerinin de girmesi bekleniyor. Her iki taraftan çok sayıda can kaybı var. Ne yazık ki kayıplar her geçen gün artıyor. Orta Doğu’da kaotik bir ortam var.
Bu ortamın, uzun sürmesi halinde, azımsanmayacak bir süre rasyonel (akla uygun) olmayan ekonomi politikası uygulaması nedeniyle, ödemeler dengesi krizinin eşiğine gelmiş, seçimden sonra rasyonele döndüğünü açıklayarak ayağının üzerine kalkmaya çalışan Türkiye’ye olumsuz etkileri olacak. İki ana etki kanalı söz konusu.
Petrol ve finansman
Birincisi, enerji maliyetleri. Ham petrol -Brent varil- fiyatı Mayıs sonunda 72 dolar düzeyindeydi. Eylül sonunda 94 dolara kadar yükseldi. Hamas saldırısı öncesinde 84 dolara düşmüştü. 12 Ekim akşamı itibariyle 86 doların biraz üzerindeydi; henüz belirgin bir etki yok. Ama zaten yüksek düzeylerdeyken biraz daha artması halinde, cari işlemler açığını yükselterek, finansman açısından rahatlamak isteyen Türkiye’nin işini zorlaştırır.
İkincisi, finansman kanalı. Türkiye, 2023’ün ilk sekiz ayında 43,1 milyar dolar cari işlemler açığı verdi. Bu açığın (finansman ihtiyacının) ancak 21,6 milyar dolarlık kısmını normal sermaye girişleri -doğrudan yabancı sermaye yatırımı, portföy girişleri ve krediler- ile finanse edebildi. Kalan kısmın finansmanı TCMB rezervlerinden (18,6 milyar dolar) ve kaynağı belirsiz finansmanı da içeren net hata noksan hesabından (3,1 milyar dolar) gerçekleşti. 2022’de de benzer bir tablo vardı. Zaten az önce belirttiğim ‘ödemeler dengesi krizinin eşiğine gelmek’ bu olguyla ilgili. Rasyonele dönüş programının çözmek zorunda olduğu ana sorun bu.
Orta Doğu kaosu ve IMF
Oysa, Hamas saldırısı sonrası Orta Doğu’da oluşan ortamın iyice kaotik hale gelmesi ve bir de uzaması halinde, normal kanallardan Türkiye’ye sermaye girişi, uluslararası risk alma iştahının düşmesi nedeniyle azalabilir. Buna ek olarak, Türkiye’nin pozisyonuna bağlı olarak, daha önce Körfez ülkeleriyle yaptığı ikili anlaşmalar çerçevesinde beklediği can suyu azalır mı? Sorunun yanıtını işin uzmanlarına bırakıp, Hamas saldırısı öncesinde neden bu finansman sağlama işinin dar ve engebeli bir yoldan -hem de bir miktar patinaj yaparak- geçmekte olduğu üzerinde durayım.
6 Ekim’de IMF Türkiye’ye ilişkin kısa bir değerlendirme notu yayınladı. Notun yazılış biçiminden, Türkiye’de uygulanmakta olan ‘rasyonele dönüş’ programına destek verilmek istenildiği açık biçimde anlaşılıyor. Ancak bir yandan ‘doğru yönde’ kararlar alınması nedeniyle desteğini belirtirken, satır aralarında uyarılar da yapıyor IMF. Olumlu yöndeki gidişatı bozabilecek ve yurtiçinden kaynaklanabilecek temel risk olarak şu noktayı vurgulamış: “…uygulanmakta olan politika değişikliğinin güçlü ivmesini kaybederek güveni aşındırması ve artan döviz talebi ile rezerv çıkışına yol açması”.
Çekinceler sürüyorken
9 Ekim’de Financial Times’da Türkiye ekonomisi üzerinde bir değerlendirme yazısı yayınlandı. Yazı, Fitch kredi derecelendirme şirketinin bir uzmanının şu sözleri ile bitiyordu: “Bu sefer farklı mı olduğunu görmek zaman alacak… çünkü geçmişte çok fazla tersine dönüş oldu”. Bu yazının mürekkebi kurumadan, basına Bakan Mehmet Şimşek’in Londra’da büyük uluslararası finans kurumlarının temsilcileri ile yaptığı görüşmelere katılanların görüşlerini özetleyen bir rapordan alıntılar düştü. Bank of America’nın raporuna göre, toplantıya katılan fon yöneticileri Türkiye’ye yeniden yatırım için henüz erken olduğunu düşünüyorlarmış.
Bu arada, ‘yeniden’ vurgusuna dikkatinizi çekerim. Bakan Mehmet Şimşek’in göreve gelir gelmez yaptığı açıklamayla, rasyonel olmadığını ima ettiği dönemde -ki bu dönemin Trump’ın tweet mesajları ile tetiklenen 2018 krizinin hemen sonrasında başladığını söylemek mümkün- Türkiye’de pek bir yabancı yatırımcı kalmamıştı. Yoksa, Türkiye ekonomisi büyük bir ekonomi; makul ekonomi politikalarının uygulanması halinde ve küresel finans sisteminde kargaşa yoksa, bir finansman sorunu yaşamaması beklenir. Kaldı ki makul bir ekonomi programının yapısal ayağı da olursa, finansman ihtiyacı giderek azalır.
Çekince kaynakları
Peki, rasyonele dönüş yolu neden engebeli? Neden bu yoldan geriye dönüş olmayacağına yönelik tereddütler var?
İlk neden, elbette yakın geçmişte yaşananlar. Naci Ağbal’ın Merkez Bankası (TCMB) Başkanı, Lütfü Elvan’ın ise Hazine ve Maliye Bakanı olarak atanmaları ile hem parasal disiplin hem de mali disiplin yoluna girildiği düşünülmüştü. Süreç çabuk bitti. Bitmekle kalmadı, arkasından döviz kurunu, riski ve enflasyonu patlatan kararlar peşi sıra geldi. Bunun, bir daha yaşanma olasılığı olduğunu düşünenler var. Bir de yerel seçim yaklaşırken makulden bir sapma olur mu endişesini de eklemek gerekir.
İkincisi, Mayıs 2023 seçimleri öncesinde mali disiplin çok bozuldu. Bütçe açığını artıracak önemli kararlar alındı. Öte yandan, 2023 başındaki büyük depremin yarattığı fiziki yıkıntıyı ortadan kaldırmak bütçeden yapılacak harcamalarla mümkün olacak. Bu da bütçe açığını önemli ölçüde artıracak.
Enflasyon beklentisi
Bu iki etki sadece 2023’ün kalanında değil, 2024 ve bir ölçüde 2025 için de geçerli. Bütçe açığını daha kabul edilebilir düzeylere çekmek için seçimden sonra özellikle vergi gelirlerini artırıcı bazı kararlar alındı. Bunlara rağmen 2023 ve 2024 bütçe açıkları yüksek olacak. Bu risk, hem TEPAV’ın Eylül sonunda yayınlanan Türkiye’nin Ekonomik Görünümü Raporu’nda dile getiriliyor hem de yukarıda sözünü ettiğim IMF değerlendirme notunda. Kısacası, bütçe açığını sözü verilen düzeye indirmenin de ötesine geçip ek önlemler almak gerekebilecek.
Üçüncüsü, enflasyon çok yüksek. Üstelik, bundan sonra yıllık enflasyonun artarak 2024 Haziran ayında yüzde 70’in üzerine çıkması bekleniyor. Temmuz sonunda yayınlanan yılın üçüncü Enflasyon Raporunda, TCMB, 2023 sonu tahminini yüzde 58 olarak açıkladı.
Aynı raporun 57. sayfasında yer alan grafikte, 2024 ortasına doğru enflasyonun daha da yükseleceği görülüyor. Kaldı ki Eylül sonunda açıklanan Orta Vadeli Programda 2023 sonu tahmini yüzde 65’e yükseltildi. Bu veriler ışığında, Haziran 2024’te yüzde 70’in üzerinde bir enflasyon şaşırtıcı olamayacak.
Faiz yüzde 40’a çıkarılır mı?
Para politikasının birkaç ay sonraki enflasyonu belirgin biçimde düşürmek için yapabileceği fazla bir şey yok. Ama doğru kararlarla, enflasyonun ana eğilimini aşağıya doğru çekebilir; özellikle gelecek yılın bahar aylarından itibaren. O zaman yanıtlanması gereken soru, doğru kararların ne anlama geldiğidir. 2024 sonu enflasyon tahminleri, doğru yol için işaret tabelası olmalı para otoritesine. Hem TCMB’nin hem de Orta Vadeli Programın (OVP) 2024 sonu tahmini -hedef demek gerekir- yüzde 33. Yukarıda sözü edilen raporlarda, TEPAV yüzde 39, IMF ise yüzde 46 olarak tahmin ediyorlar 2024 sonu enflasyonunu.
Bu durumda, şu anda yüzde 30 olan politika faizinin bir an önce –en az- yüzde 40 düzeyine çıkarılması gerekiyor. Bu, yapılabilecek mi? Bunun yerine, faiz artışları zamana mı yayılacak? Zamana yaymanın maliyetleri var: “Yeşil ışık yok mu?” sorusunu gündeme getiriyor. Enflasyonun önüne geçmek yerine enflasyonun peşinden gidildiği izlenimini yaratıyor. Gereken faiz düzeyinin yükselmesi riskini artırıyor. Finansal istikrar açısından sevimli olmayan yan yollara başvurulması -daha doğrusu eski yan yolların ortadan kaldırılmasının ertelenmesi- sonucunu doğruyor. Bu durumda politika-mevduat-kredi faizleri bir türlü birlikte hareket eder duruma gelemiyorlar. Bir de Haziran 2024’e kadar enflasyonun düşmesinin yerine artmasının beklendiğini unutmayın.
Dış koşullar lehimize değil
Dördüncüsü, dış koşullar lehimize çalışmıyor. Yazının başında Orta Doğu’da Hamas saldırısıyla başlayan İsrail-Filistin krizinin olası sonuçlarına değindim. Başka sorunlar da var. Küresel açıdan önemli merkez bankalarının politika faizleri oldukça yüksek düzeylere çıktı. Biraz daha yükselmeleri ve bir süre düşürülmemeleri bekleniyor. Finansman ihtiyacı olan bizim gibi ülkeler açısından hoş bir gelişme değil. Bir de ihracatımızın önemli kısmını yaptığımız Avrupa Birliğinde, 2024 büyümesinin, zaten düşük olan 2023 büyümesinin de altına düşme riski var. IMF’nin yeni açıkladığı Dünya Ekonomik Görünümü Raporu bunu söylüyor.