Gazze Krizi sadece uluslararası politikadaki dengeleri ve Türkiye’nin planlarını değil iç politikadaki dengeleri, partiler arası saflaşmaları da değiştiriyor.
Bundan birkaç hafta önce birisi MHP lideri Devlet Bahçeli ile Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nun görüşüp aynı slogan altında saflaşacağını söylese ciddiye alınmazdı. Şimdi “Mehmetçik Gazze’ye” sloganı etrafında birleşiyorlar. Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu da o safta. İyi Parti lideri Meral Akşener zaten kendi ülkelerinden Türkiye’ye kaçan Suriyelilerin “Bari Gazze’ye gidip İsrailli vurmasını” önererek zaten başka bir boyuta geçti. Bu bakımdan en sağlamcı muhalefet partisi CHP. Sivillerin öldürülmesini kınayıp kendi Kurultay gündemlerine döndüler; konuşmadıkça çam devirmiyorlar hiç değilse.
Ama iç siyasette değişen dengeleri 31 Mart 2024 yerel seçim hesaplarından bağımsız değerlendirmek de saflık olur.
Siyasetteki bu manzara Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın dış politikada elini bir bakıma rahatlatıyor. Türkiye’de Filistinlilere askeri destek verip İsrail’le ilişkileri koparma yönünde değişen dengeleri göstererek barış için çabalayan lider iddiasını güçlendiriyor. Ama Gazze Krizi Erdoğan’ın ekonomi-politik stratejisini bilinmeyen ufuklara erteliyor. Ekonomik krizden çıkma odaklı bu stratejide petrol zengini Arap ülkeleri kadar İsrail’in de yeri vardı.
Ekonomi üzerindeki etkisi
Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e saldırmasıyla başlayan kanlı kriz olmasa Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar o hafta İsrail’e gidecek ve İsrail’den Türkiye’ye, oradan Avrupa’ya uzanacak doğal gaz boru hattı projesini canlandırmayı görüşecekti. Erdoğan, daha bir ay kadar önce, 20 Eylül’de New York’ta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yıllardan sonra ilk yüz yüze görüşmesini yapmış, ayrıca ABD’deki İsrail lobisi üzerindeki etkili Yahudi kuruluşları çatı örgütü temsilcileriyle görüşmüştü. Bu temasların Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Orta Vadeli Program çerçevesinde kredi erişimi ve dış yatırım bulma çabalarına yardımcı olacağı umuluyordu.
İktisatçı Fatih Özatay Gazze Krizi uzamasının, ekonomik krizden çıkma çabasına en çok petrol ve doğal gaz fiyatlarındaki artış ile kredi erişimi ve yatırım ortamı bakımından Türkiye’nin aleyhine olacağı görüşünde. Bu genel kabul görmeye başlayan görüş.
Gazze Doğu’yu birbirine yaklaştırıyor
Gazze Krizi küresel Doğu-Batı ilişkilerini derinden sarstı. Doğu’da homojenlik daha fazla: Filistin halkına destek olma konusunda Müslüman nüfuslu ülkelerle halkları arasında az çok uyum var. İran hariç, Doğu ülkelerinde hükümetlerin halkta -kendiliğinden ya da yönlendirilmiş- oluşan tepkiyi frenleyerek diplomasiye yöneldiği söylenebilir. Yazının başında söylediğimiz gibi, örneğim Bahçeli-Davutoğlu yakınlaşması gibi gelişmeler Erdoğan’ın elini güçlendiriyor.
Dahası, Gazze Krizi, Müslüman olsun olmasın Doğu’yu birbirine yaklaştırıyor. Çin, ABD’yi İran’a müdahale etmemesi konusunda uyarıyor. Dikkatlerin Ukrayna’ya savaşından kaymasından memnun görünen Rusya, İsrail’i Orta Doğu’daki dayanak noktası Suriye’ye girmemesi konusunda uyarıyor. Suudi Arabistan, İsrail’le yakınlaşmasını askıya alıyor. Türkiye ve Mısır önceden tahmin edilemeyecek şekilde yakınlaşıyor. 22 Mayıs’ta İstanbul’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la görüştükten sonra Kahire’de Abdül Fettah Sisi ile görüşecek olan Malezya Başbakanı Enver İbrahim her iki ülkenin Hamas’la irtibatı üzerinden mahkûm takası işbirliğine destek olacağını söylüyor. Bu çerçevede Erdoğan’ın hem NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg hem de Hamas lideri İsmail Haniye ile görüşmesi çabaları ayrı bir boyuta taşıyor.
Gazze, Doğu’daki dengeleri başka, Batı’daki dengeleri başka değiştiriyor. Doğu’da görülen yakınsama Batı’da yerini hem ülkeler arasında hem yönetimlerle halklar arasında çatlaklara bırakıyor.
Batı’da dengeleri nasıl değiştiriyor?
ABD’in İsrail’e kayıtsız şartsız destek vermesi en yıkıcı etkiyi -elbette Filistinli sivil halktan sonra- Avrupa siyasetinde gösterdi.
Biden’dan sonra Almanya Başbakanı Olaf Scholz ve İngiltere Başbakanı Rishi Sunak’tan sonra Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Hollanda Başbakanı Mark Rutte İsrail’i ziyaret ediyorlar; bu ziyaretleri “görevi yerine getirmek” olarak değerlendirmek mümkün. Liderler İsrail’e destek verdikçe Avrupa şehirlerinde Filistin halkına destek gösterileri çoğalıyor. Bu da Avrupa ülkelerinde daha önce Yahudi karşıtlığı, anti-Semitizm olarak görülmemiş barbarlığa varan ırkçılığın bu defa Müslüman karşıtlığı, İslamofobi olarak tırmanmasını getiriyor; Avrupa hükümetlerini iç güvenlik endişelerine sevk ediyor.
ABD, 2000’lerde Çin’in yükselmesiyle başlayan siyasi güç kaybını, dünyanın en büyük askeri ve mali gücü olması üzerinden Gazze Krizini fırsata çevirerek geri çevirmek istiyor. Biden, Avrupa Birliğinde kendi savunmalarını ABD askeri gücüne yıkmak isteyen yönetimleri “Ben gidersem Trump gelir, paranızı keser” diye tehdit ediyor. Üstelik şimdi bir de Rusya-Ukrayna krizi varken. İsveç’in NATO’ya üyeliği konusu Türkiye’yi bu resme de sokuyor.
Daha ne kadar sürdürülebilir?
Avrupa Birliğinde Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in fanatik bir yaklaşımla Netanyahu’ya destek verirken Konsey Başkanı Charles Michel ve Dış Politika ve Güvenlik Sorumlusu Josep Borell’in en azından sivil halkı gözetir yaklaşım sergilemesi AB’de de suların çalkantılı olduğunu gösteriyor. Düşünsenize İspanya Sosyal Haklar Bakanı Ione Belarra tepkisini İsrail’le diplomatik ilişkilerin kesilmesine dek vardırdı.
Uluslararası dengeleri kısa sürede alt üst eden Gazze Krizi, ABD’nin Orta Doğu’dan kademeli olarak çekilme fantezilerini de rafa kaldırdı.; İsrail’in korunması, ikincil olarak da Rusya ve İran’ın Çin destekli etkileri nedeniyle.
İsrail varlığını ilgilendiren dair dengeleri daha ne kadar sadece ABD’nin askeri gücü ve Avrupa hükümetlerinin kendi seçmenleri arasında baş gösteren kutuplaşmaya rağmen verdiği destekle sürdürülebilir? İsrail’in varlığını, yaşama hakkını sürdürebilmesinin daha güvenli yolu Filistin’in varlığını ve yaşama hakkını tanımasıdır.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son olarak Kahire’deki Filistin Konferansında da dile getirdiği garantörlük sistemi bunun bir yolu olabilir. Başka siyasi çözümler de bulunabilir. Ama bunun yolu, duyarlı İsrail vatandaşlarının da karşı çıktığı Netanyahu’nun sağ-Siyonist saldırganlığın ABD ve Avrupa yönetimlerince sürekli desteklenmesinden geçmediği, bunun ancak daha çok kan ve gözyaşı getireceği görülmelidir.