Avrupa bütünleşme sürecine ivme sağlayan önemli liderler oldu. Avrupa Komisyonu’nun eski başkanlarından Jacques Delors bunlardan biriydi. Delors’lu yıllara Avrupa bütünleşme sürecinin “altın çağı” olarak atıfta bulunanlar haksız sayılmaz. Avrupa’nın inşası sürecinde Delors’un oynadığı rol büyük. Bir barış ve refah projesi olarak AB’nin yükselmesinde ikinci nesil Avrupalı liderlerin önde gelen bir temsilcisiydi Delors. Jean Monnet gibi o da bir vizyon ve eylem adamıydı.
Delors, 27 Aralık 2023 tarihinde 98 yaşında yaşama veda etti.
Delors, vizyon ve pragmatizmi bağdaştırma gereğine işaret ederdi. Avrupa Projesi onun için bir tutku idi. Zorluklar karşısında pes etmeyen, kollarını sıvamış, makine dairesinde sorunlar karşısında çözüm üreten, uzlaşıya varılmasını sağlayan bir lider olarak bilinirdi. Esasen kendisi de söyleşilerinde “kalp” ile “tornavidayı” birleştirmenin önemine işaret ederdi.
Delors ve Avrupa Bütünleşme Süreci
Delors’un yaşamı, Fransa iç siyasetindeki konumu, Avrupa Birliği Komisyonu Başkanlığı görevini iki dönem üstlendiği 1985-1995 yılları arasında atılan adımlar, ölümünün ardından önemli yazılara konu oldu. Her birinde önemli saptamalar, dünün Avrupası ile günümüz Avrupası’nın anlamlı karşılaştırmaları var.
Tek Senet, Maastricht Antlaşması, Tek Pazar, Erasmus programının yaşama geçirilmesi, bölgesel fonlar ve daha nice adımlar Delors döneminin eserleri.
Çarpıcı yorumlardan birini Avrupa Parlamentosu üyesi Raphael Gluksmann Le Nouvel Observateur dergisindeki köşesinde kaleme aldı. Gluksmann, ellerinde Avrupa bayrağı ile yürüyen dünün yüz binlerce Ukraynalısını, bugünün Gürcülerini ya da Sırplarını harekete geçirenin Tek Senet ya da Maastricht Antlaşmasının düşlenmesi değil, Avrupa’nın inşasının bizatihi anlamı olduğunu söylüyor. Bu anlamı şimdiki liderlerin geniş kitlelere aktaramadıklarını ve elle tutulur hale getirmekte zorlandıklarını belirtiyor. Delors’un kurumsal ilerlemeleri sağlarken Avrupa Projesinin esas anlamını, ruhunu yakalayan bir lider olduğunun altını çiziyor. Delors, iki tür Avrupa liderinden söz ederdi: “İtfaiyeciler” ve “mimarlar”. Delors yangını söndürmekle yetinen değil, Avrupa mimarisini ileriye taşımasını bilen bir isimdi.
Delors, kendini “aktif karamsar” olarak da tanımlardı. Günümüz Avrupası’nın sınamaları karşısında artık o yalnızca “karamsar” kaldı. Yaşamının son döneminde “mevcut ortam iyi değil” gözlemini paylaştı.
Avrupa’nın jeopolitiği
Delors’un AB Komisyonu Başkanı iken Özel Kalem Müdürlüğünü yapan Pascal Lamy’nin kaleme aldığı yazı da çarpıcı. Başlığı: “Jacques Delors (1925-2023) ve Avrupa: düşünce, yöntem, stil” . Lamy, 2019 yılında “Bizim Avrupa – Delors Enstitüsü” (“Notre Europe – Institut Jacques Delors”) için kaleme aldığı bir yazıyı güncellemiş.
Agustus döneminin en önemli şairi Horatius’un “Laudator temporis acti” sözlerine atıfla, mevcut dönemin iç kapayıcı ortamının gerçeklerini görmemek için sürekli geçmiş zamanları övmenin tehlikesine temas ediyor ve Delors dönemini zikretmenin böyle bir risk taşıdığını vurguluyor. Delors yıllarının ortamının farklı olduğunu belirtiyor. Mitterrand ve Kohl gibi iki büyük lider olduğunu, Emile Noel gibi önemli bir şahsiyetin AB Komisyonu Genel Sekreteri olarak görev yaptığını, Delors’un etrafında ayrıca Etienne Davignon, Jean Durieux, Pierre Defraigne, Philippe Maystadt, Jean-Louis Lacroix gibi Belçikalı Hıristiyan Demokratların sol kanadından gelen önemli isimler bulunduğunu hatırlatıyor. AB Komisyonu üyelerinin o dönemde nitelikli isimlerden oluştuğuna değiniyor.
Lamy, Delors’un duruşunun günümüzde “Avrupa’nın jeopolitiği” olarak nitelendirilebilecek bir kavramsal anlayışı yansıttığının da altını çiziyor. Bunun bir Avrupa kimliğinin öne çıkarılmasına dayandığını, Avrupalıların birliğinin böyle bir kimliğin yaşayabilmesi için şart olduğunu söylüyor. Lamy, Delors’un “ulus-devletlerin federasyonu” fikrini de açıyor. Dünyanın parçalanması ve kaba kuvvetin öne çıkmasıyla Avrupa’ya savaşın geri dönüşü karşısında, Avrupa entegrasyonuna Delors’un dönemine göre aslında daha fazla gerek olduğunu, ama bunu sağlamanın şimdi daha zorlaştığını vurguluyor.
Dönemin uluslararası ortamı, özellikle de Sovyetler Birliği’nin çöküşü, eski Yugoslavya’nın dağılması, Bosna savaşı, Transatlantik ilişkiler başlıklarında Delors’un düşünceleri, çıkışları üzerine önümüzdeki dönemde herhalde daha çok yazı yayınlanır.
Delors yılları ve Türkiye’nin AB yolu
Delors yılları Türkiye’nin 1987’de tam üyelik müracaatı dönemini, AB Komisyonu’nun üyelik başvurumuz hakkında hazırladığı mütalaayı (1989), İç Pazar’a (1992) hazırlık boyutundaki bizim de eş zamanlı bir anlayış geliştirme çabamızı hatırlatıyor. O dönemin Avrupa bütünleşme sürecinin anlamını kavrayan, AB’yi gerçek bir stratejik hedef olarak görüp, somut adımlar atan kadrolarını da anmayı beraberinde getiriyor. AB yolunda sabırla emek veren, samimiyetle çalışan, ortak akıl etrafında geleceği inşa etmek isteyen, çağdaşlaşma hedefini böyle bir yolda yakalamanın önemini idrak eden, ama aynı zamanda kendi geniş coğrafyasının potansiyelini de en iyi şekilde değerlendirmenin kıymetinin bilincinde olan bir anlayışı. Bu vizyonun mimarisinde belki de en önemli isim Büyükelçi Özdem Sanberk.
Başka isimler elbette sayılabilir. Büyükelçi Sanberk’in maiyetinde çok değerli meslektaşlarımla önce Brüksel’de AB Daimi Temsilciliğimizde sonra Ankara’da Müsteşarlık kaleminde görev yaptığım yıllar Delors dönemi yıllarıydı. Delors’un ölümü, bana o yıllardaki ekip çalışmamızı hatırlattı.
Mesele, Delors’un Türkiye’nin AB üyeliği hakkında ne düşündüğü değildi. Bizim kendimizi Avrupa Projesi’nin ayrılmaz parçası ve aktörü olmasında görebilmek, Avrupa’nın inşasına güçlü bir vizyonla yaklaşmak, ustalıkla ve titizlikle kendi yolumuzu geleceğin ortak inşasında çizmek, Cumhuriyetimizin kurucusunun koyduğu hedeflerin güncel anlamını da ortaya koymaktı.
Avrupa’nın zirvesi Mont Blanc
Bir başka yazımda söz etmiştim; “Büyük Kıta”, güncel sınamalar karşısında sorunları en iyi irdeleyen internet sitelerinden biri. Geçtiğimiz yıl sonunda bir edebiyat ödülü için yarışma açmış. Ödülü kazanan Polonyalı bir yazar olmuş. Adı Tomasz Rozycki. Ödül alan eseri komünizmin son dönem Polonya’sında geçiyor. Rozycki’ye Mont Blanc dağının zirvesinde ödülü verilmiş. Rozycki, ödül töreninde yaptığı konuşmada, XIX. Yüzyıl Polonyalı şair ve yazar Juliusz Slowacki’nin “Kordian” başlıklı eserinden ve bütün Avrupa’yı despotizmden korumak için kendini feda eden bir milletin destansı öyküsünden söz ediyor.
Slowacki, Ukrayna’nın batısındaki Krzemieniec şehrinde doğmuş. Dünün Lehistan’ı bugünün Ukrayna çağrışımı. Rozycki’yi dinleyelim: “Ben de bu zirveden, şimdi doğuya doğru bakıyorum ve büyük kıtamızın inandığımızdan daha da büyük olduğunu görüyorum. Sovyet sonrası tüm Avrupa’nın kaderi… insanlığın gururu için yeniden mücadele eden bir halkı görüyorum; özgürlük için mücadele veren, bugün de Rus despotizmine karşı mücadele veren bir halkı ve bunu yaparak herkesten daha da çok Avrupalı olan bir halkı görüyorum. Değerlerimiz için ölen bir halk. Elbette Ukrayna’yı düşünüyorum, Slowacki’nin de doğum yeri olan Ukrayna’yı. Mont Blanc’nın zirvesinden atlasanız bile, düşülmez.”
Bu satırları okuduğunuzda tuhaf bir duyguya kapılıyor insan. Günümüz Avrupası’nın ruh halinin yansıması olmalı diyorsunuz Rusya-Ukrayna’nın savaşının zihinlerde nasıl derinden bir etki yarattığını daha iyi anlıyorsunuz.
Türkiye-AB birlikteliğinin önemi
Juliusz Slowacki Adam Mickiewicz’in gölgesinde kalmış bir yazar. Altı yüzyılı aşan Türkiye-Polonya ilişkilerinin tarihini, Polonezköy’ün yüz seksen yılı aşan mazisini de düşünmeden yapamıyorsunuz. Gürcistan da artık AB’ye aday ülke statüsünü aldığına göre, Büyük Kıta’nın – Avrupa’nın – esas zirvesinin Ağrı dağı olduğunu, Ağrı dağının zirvesinden atlamaya da pek gerek olmayacağını, insanoğluna ve diğer canlılara bir şans daha verme amacıyla Nuh’un gemisini öne çıkarabileceğinizi ya da Yaşar Kemal’in romanına ad olan Ağrı Dağı Efsanesinin aşk hikayesini tercih olarak sunabileceğinizi düşünüyorsunuz. Ama kesin olan rahmetli Turgut Özal’ın “Avrupa’da Türkiye” kitabının yeni versiyonunu yazma zamanının gelmiş olduğudur.
Çok değer verdiğim dostlarım, Avrupa Projesine ne zaman atıfta bulunsam, “Avrupa çöküyor… geleceği yok… sen unut AB’yi…” mealinde yarı şaka yarı ciddi ifadeler kullanır.
Benim bu tutkumdan vazgeçmeyeceğimi dostlarım aslında bilir. Avrupa’nın inşası sürecinde Türkiye’nin güçlü konumuna, Türkiye-AB birlikteliğinin önemine, bu birlikteliğin bölgesel ve küresel düzeyde ortaya koyduğu mesajın özgünlüğüne inancım sarsılmadı. Lübnan’da, İran’da, Pakistan’da, ABD’de yaşadığım yıllar bu inancımı perçinledi.
Geleceğin birlikte inşası
Roma Antlaşması’nın Ellinci Yıldönümü vesilesiyle 2007 yılında yayınlanan “Trajik ve muhteşem Avrupa” başlıklı kitabında Jacques Delors, Avrupa’nın kimliğinin çoğul olduğunu ve ancak başka kimliklerle bağlantı olarak doğduğunu yazar. Delors, kültürel kimliğin siyasi bir ilke haline getirilemeyeceğini vurgularken, Avrupa’nın farklılıkları bir araya getiren çoğul kimliği içinde İslam’ı da sayar. Habermas’ın anayasal vatandaşlık kavramına atıfta bulunur. Eğer bir halk, bir Avrupalı devlet çoğulculuk, tolerans, eşitlik ve özgürlük ilkelerini ihlal ederse, Avrupalı olma aidiyetini kaybedeceğini yazar. Avrupa vatandaşlığını herhangi bir kültürel birliğe atıfla değil sivil ve siyasi haklardan yararlanma olarak tanımlar. Fransa Millet Meclisi’nde o dönemde Dışişleri Komisyonu Başkanı olan Jack Lang’ın “önemli olan kesin bir coğrafi tanım getirmekten ziyade, bir uygarlık ve değerler sistemine aidiyettir” sözlerine atıfta bulunur. Keza Lang’a atfen Türkiye bağlamında demokrasinin önemine vurgu yapar.
Avrupa’nın üçüncü nesil liderlerinin ortaya koyacağı vizyon ile Monnet ve Delors dönemlerinin vizyonu arasında uçurum derinleşmemeli.
Herşeye rağmen, Avrupa’nın geleceğine umutla bakılabilmeli ve bu yolda Türkiye ile Avrupa Birliği Büyük Kıta’nın inşasına birlikte eğilebilmeli.