Son iki günde İsrail’in Lübnan’a saldırılarında öldürülenlerin sayısı 500’ü, yaralananların sayısı da 1700’ü buldu. Kesin sayı vermenin de anlamı kalmadı çünkü her saat yeni bir çatışmanın yeni ölümlerin haberi geliyor. Bu saldırılara karşı Hizbullah’ın -çoğu Demir kubbe hava savunma sistemi tarafından engellenen- roket atışlarının İsrail’in yeni saldırılarına bahane vermek dışında pek bir etkisi yok. Lübnan ateşler içinde.
Binyamin Netanyahu, 5 Kasım’daki başkanlık seçimlerine dek atom silahı dahi kullansa ABD’nin kendilerini engellemeyeceği güveniyle ve zaten oradan aldığı silah ve cephaneyle saldırıyor. 5 Kasım’dan sonra durdurulacağının bir garantisi yok ama 5 Kasım’a kadar durmayacağı kesin. Hem Donald Trump hem Kamala Harris, İsrail destekçiliğinde yarışıyor.
İsrail’in Gazze’yi yerle bir edip şimdi Ramallah’a yönelmesine canlarını kurtarmış, evsiz ve her şeysiz kalmış Filistinlilere sureti haktan görünerek “insani yardım” dilemekten başka bir şey yapmayan ABD ve dört müttefiki, yani İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya, Lübnan konusunda da duyarsız.
Acımasız ikiyüzlülük
Bu beş ülke Dışişleri bakanları BM Genel Kurul çalışmaları çerçevesinde toplanıp “Vah Lübnan vah, ama İran destekli Hizbullah saldırıyı hak ediyor” dediler.
Bu acımasız bir ikiyüzlülük anlamına da geliyor, çünkü İsrail sadece Hizbullah’ı vurmuyor. Lübnan’ın güneyini resmen savaş bölgesi ilan etti. Yüzbinlerce Lübnanlı İsrail sınırından kuzeye, Beyrut’a sığınıyor, kendi ülkelerinde mülteci konumuna geliyorlar. Üstelik Beyrut da güvenli değil. İsrail gizli servisi Mossad’ın iki gün üst üste Hizbullahçıların üzerinde bulunan çağrı cihazları ve el telsizleriyle caddeleri, Pazar yerlerini, cenaze törenlerini nasıl küçük birer cehenneme çevirdiği görüldü geçenlerde. İsrail jetlerinin her gün düzenlediği akınlarda var.
Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah, İsrail vurdukça, insan öldürdükçe özellikle Şii tabandan kendisine daha çok katılım beklentisiyle tehdit dozunu yükseltiyor. Netanyahu karşılığında Olağanüstü Hali uzatarak daha çok şiddetle karşılık veriyor.
Lübnan yanıyor ve bugüne dek Lübnan hamisi geçinen ülkeler, başta Fransa, İsrail’e laf söyleyememe ezikliğiyle kendi eseri olan ülkenin parçalanmasını izliyor.
Lübnan, Fransa, ABD, İsrail
Lübnan Birinci Dünya Savaşında Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasıyla -Suriye’yle birlikte Fransız Mandası oldu. İkinci Dünya Savaşıyla sömürgecilik döneminin çözülmeye başlamasıyla, 1941’de ilan edilen Cumhuriyete rağmen 1946’ya kadar da öyle kaldı.
Fransızlar böl-yönet taktiğiyle bugün ülkede yaşanan sorunların kaynağı olan berbat bir sistem kurdular. Mezhep ayrılıklarına göre belirlenen bu sistem içinde Cumhurbaşkanı Maruni Hristiyan, Başbakan Sünni Müslüman, Meclis Başkanı Şii Müslüman, Başbakan Yardımcısı ve Meclis Başkan Yardımcısı Grek Ortodoks olacaktı. Ordudan polise dek yönetim 18 dini grubun, ama 1932’deki nüfus oranlarına göre temsiliyeti üzerine kuruluydu ve 1970’lerden itibaren patladı.
ABD bu modeli çok beğenerek 2003 işgali ardından Irak’a uyguladı: Cumhurbaşkanı Kürtlerden, Başbakan Şiilerden, Meclis Başkanı da Sünnilerden seçiliyor. Dünyanın en zengin petrol yataklarından birinin üzerinde kurulu Irak’ın hali ortada.
Lübnan, Gazze’yi Hamas saldırıları gerekçesiyle ezerek, Ramallah’ı da yasadışı Yahudi yerleşim birimleriyle boğarak ilhak etmek isteyen İsrail için kolay lokma haline geldi. Lübnan Başbakanı Mikati’nin imdat çağrıları Ankara’dan Kahire’den duyuluyor ama Paris’ten, Vaşington’dan, duyulmuyor.
İsrail fiilen genişliyor
Beyrut’a iki seçenek dayatılıyor: Lübnan ya mevcudiyeti İsrail’in güvenlik çıkarlarına bağlayan, İsrail’in stratejik derinliği işlevini gören bir ülke haline gelecek ya da Hizbullah’ın o toplumdan çıkmış olmasının faturasını sürekli yıkım ve işgallerle ödeyecek.
BM tarafından tanınmış sınırlarını genişletmesine gerek yok; İsrail fiilen genişlemektedir. İçeride Filistinlilerin biat etmedikçe yaşama haklarının elinden alınacağı bir baskılama, dışarıda da fiili işgallerle stratejik derinliğini yayma siyaseti izliyor Netanyahu hükümeti.
Suriye’nin Golan tepeleri, Başkent Şam’a neredeyse taş atımı mesafededir ve 1967’den bu yana işgal altındadır. Aynı akıbet Lübnan’ın güneyini bekliyor.
Ve bu arada, BM Genel Kurulu için Nev York’ta bulunan G7 ülkeleri Dışişleri Bakanları, yani az önce saydığımız ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya’ya ek olarak Japonya ve Kanada liderlikleri Orta Doğu’da artan gerilimden endişe beyan edip, Türkiye ve Mısır’ın aylardır söylediği “Bölgesel savaş” riskinden söz ederken dahi İsrail’e toz kondurmuyor.
Lübnan, Gazze ateşiyle yanıyor. İsrail durdurulamadıkça Lübnan ateşinin başta Suriye, etrafa sıçraması kaçınılmaz görünüyor.