Önceden söyleyeyim: “Batı kendini batırırken Çin Batının ekonomi-politik putlarını kırıyor” demek, ne Komünist Parti yönetimindeki Çin’e övgü, ne kendi değerlerini batırmakta olan Batının halinden memnuniyet duymak anlamına geliyor. Bu yazı daha çok 21’inci yüzyılın ilk çeyreğini bitirirken geldiğimiz ve aşmak üzere olduğumuz eşiğin fotoğrafını çekme gayretidir.
Batı kendi kurallarını çiğnerken
Son örnekten başlayalım. Fransa’da Michel Barnier Başbakanlığındaki merkez-sağ hükümet kurulmasından üç ay sonra güvensizlik oyuyla düşürüldü.
Çünkü Temmuz ayında yapılan seçimlerden sol ittifakın lideri Jean-Luc Melanchon birinci çıktığı halde, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, başbakanlığa seçmen tabanı olmayan Barnier’yi atamıştı. Bütçe görüşmelerinde Sol İttifakın güvensizlik önergesini aşırı sağcı Marine Le Pen destekleyince hükümet düştü. Çünkü bir yandan Macron zorlama yargı kararları üzerinden Le Pen’e siyaset yasağı getirilmesini ve Cumhurbaşkanlığı adaylığını engellemeyi gözlüyor. Evet, tıpkı Türkiye’de Ekrem İmamoğlu’na getirilmek istenen siyaset yasağı gibi. Macron’un yaptığının yasalarda yeri var mı? Var. Peki, Batının İkinci Dünya savaşından bu yana savunduğu etik değerlerle ilgisi var mı? Hayır yok.
Peki, dünyaya demokrasi dersi veren, artık Amerikalıların “lame duck-topal ördek” dediği gidici ABD Başkanı Joe Biden’ın vergi kaçırmaktan uyuşturucu kullanımına dek çeşitli suçlardan mahkûm olan oğlu Hunter Biden’ı affetmesi yasal mı? Evet, kitapta yeri var. Etik mi? Hayır, nepotizmin, kayırmacılığın ta kendisi.
İfade özgürlüğü can çekişiyor
İfade özgürlüğü iktidarların kendi siyasi çıkarlarına uygun olduğunca serbest. Örneğin, Almanya’da İkinci Dünya savaşı öncesi ve sonrasında milyonlarca Yahudi yurttaşın, sırf Yahudi oldukları için öldürülmesi nedeniyle bugün Gazze’de çocuk-sivil demeden on binlerce Filistinliyi öldüren İsrail’in kınanması yasak. ABD’de de öyle; tıpkı Türkiye’de çatışmalar son bulsun diyen akademisyenler gibi, ABD’de de İsrail’i eleştiren akademisyenler, gazeteciler işsiz kalıyor, soruşturuluyor. Türkiye’de İsrail’i kınamak özgürlüğünü var. Ama onun da sınırı var: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın İsrail’le ticareti durdurduğu halde nasıl olup da Filistin’le ticaretin aynı miktarda arttığını sormaya götürürseniz, geçen hafta gördüğümüz gibi, kendinizi içeride bulabilirsiniz.
CHP lideri Özgür Özel, tutup PKK lideri Abdullah Öcalan gelip Meclis’te konuşsun demiş olsaydı muhtemelen müthiş bir medya kampanyası sonunda muhtemelen hakkında terör örgütü propagandası suçlamasıyla dava açılmış, dokunulmazlığının kaldırılıp hapsedilmesi istenmiş olurdu ama bunu söylemek AK Parti iktidarı destekçisi MHP lideri Devlet Bahçeli’ye serbest.
Dünya gibi Türkiye’de de bir çifte standart ve ikiyüzlülük dönemindeyiz.
Batısızlık, kuralsızlık ve Çin
Şubat 2020’de Covid-19 salgını Avrupa’yı vurmadan bir hafta kadar önce toplanan Münih Güvenlik Konferansı’nın konusu “Westlessness– Batısızlık” idi: Batı kendini çürütüyordu ve mutlaka bir şeyler yapılması gerekiyordu.
Çin’den başlayıp dünyayı esir Covid-19 zaten başlayan çürüme, ya da çözülmeyi hızlandırdı. Batının daha çok kâr amacıyla Çin ve üçüncü dünyaya kaydırdığı üretim üsleri, kısa sürede kilitlenen gelen tedarik zincirleriyle işlevsiz hale geldi.
Bunu Rusya’nın Ukrayna hamlesi izledi. ABD öncülüğünde Rusya’ya ilan edilen ambargo, en çok Batı Avrupa’yı vurdu. Avrupa’nın üretim ve ihracat devi Almanya kaç dönemdir büyüyemiyor ve bu da aşırı sağın, neo-Nazi eğilimlerin yükselmesiyle paralel gidiyor.
Avrupa Birliğinin kurucu ülkelerinden İtalya’nın aşırı sağcı Başbakanı Giorgia Meloni ile AB’nin Kopenhag Kriterlerini pek takmayan üyesi Macaristan Başbakanı Viktor Orban, ulusal çıkarlar ve NATO içinde stratejik otonomi fikrini savunmakta birleşiyor. Bu Türkiye’nin ABD ve diğer NATO müttefiklerinin resmi ve gayrı resmi ambargolarına maruz kaldıktan sonra uygulamakta olduğu çizgidir.
Kırılan ekonomi-politik putlar
Çin, 2000 yılında ilan ettiği stratejiyi her şeye rağmen istikrarla uyguluyor. Bu strateji 2020’de ABD’ye yetişmek ve 2030’da yakalayıp geçmek üzerine kurulu. Nihai hedefleri Mao Zedong önderliğinde ÇKP’nin iktidara gelişinin yüzüncü yılında, 2049’da “demokratik sosyalizme geçmek”. Rusya’yı bugünkü hale getiren “Glasnost v Prestroyka– Açıklık ve Yeniden yapılanma” siyasetini “Yeniden yapılanma, sonra açıklık” stratejisiyle uyguluyorlar. Komünist Parti yönetiminin muhalefete isin vermeyen baskı politikaları içeride devlet kapitalizminin kendi kurallarıyla uygulanmasına izin veriyor.
Batının kâr hırsını iyi kullanan Pekin’in ilk yıktığı ekonomi-politik put, Batı sermayesinin ancak hukuk kurallarının şeffaflıkla, açıklıkla işlediği, hukuk devletlerine yatırım yapacağı tezi oldu. Çin’de ne çoğulcu demokrasi ne şeffaflık vardı ama süper kapitalistlerin hapsi oraya aktı.
İktisatçı Mahfi Eğilmez geçen gün bunu “Sermaye hukuk değil istikrar arıyor” diye güzelce özetledi. Bu sürecin bütün dünyada sivil toplum ve medyanın gerilemesiyle paralel gitmesi şeşırtıcı değil.
Kaotik bir döneme doğru
İkinci put, ulus-devletlerin devrinin geçtiği putudur. Çin, kendi ulusal çıkarları tehdit edildiğinde, kâr önceliğini bir yana bırakıp -çoğu zaman da Batı’nın yöntemleriyle sert adımlar atmaktan çekinmiyor. Bunun son örneği, Donald Trump’ın gümrük vergilerini arttırma tehdidi karşısında ABD’ye çip ve yüksek teknoloji kullanımı için gerekli nadir toprak elementlerinin satışını yasaklaması. Bu arada Çin’in sürekli işgalle tehdit ettiği Tayvan’ın dünyanın en önemli çip ve yarı-iletken üretim merkezlerinden biri olduğunu akılda tutmak gerekiyor.
Batı cephesinde kuralsızlık yeni boyutlar kazanıyor. Trump iktidarında süper zenginlerin artık Kongre’deki aracılarıyla değil, doğrudan kendilerinin yönetimde söz sahibi olmak istediğini görüyoruz. Elon Musk’tan sonra Mark Zuckerberg’in de yönetimde yer almak istediğini okuyoruz.
AB ise Brexit’ten, İngiltere’nin kopuşundan bu yana istikrarlı bir siyasi gerileme içinde. Rusya-Ukrayna savaşının travması devam ederken ABD’de Trump iktidarının ve Çin’in ticari ağırlığının ne gibi sonuçlar getireceği belirsiz.
Fotoğraf budur.