

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya seçimleri ardından Batı’da liberal demokrasinin krize girdiğini, aşırı sağın boşluğu doldurduğunu, çıkışın Türkiye’nin AB üyeliğinde olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 24 Şubat kabine toplantısı ardından, ABD Başkanı Donald Trump ile Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin arasında sıkışan Avrupa Birliği yetkililerini sinir edecek bir çıkış yaptı. Erdoğan’a göre “geçtiğimiz yüzyılın albenisi en yüksek ideolojisi olan liberal demokrasi ciddi bir krize ve darboğaza” girmiş, siyasetteki boşluğu “aşırı sağcı demagoglar” doldurmaya başlamıştır, Avrupa yeni bir “can suyu” ihtiyacı içindedir, ilacı da Türkiye’dir.
Erdoğan’ın AB’den önce Türk ekonomisini kurtarması gerektiğini, toplumun geniş kesimlerinin “iç cepheyi tahkim etme” adı altında ağırlaşan baskı ortamına maruz kaldığını, AB’nin siyasi ve hukuki kriterleriyle makasın açıldığını, altmış küsur yıldır Türkiye’yi bekleme odasında tutan AB’yi kurtarmanın bize mi kaldığını söylediğinizi duyar gibiyim. Ama özellikle Trump’ın işbaşına gelişi ardından uluslararası siyaset ve ekonominin dinamiklerinin parçalanıp yeniden oluşum sürecine girdiği günümüzde eşitsiz gelişim yasasının asimetrik dinamikleri, etken ve aktörleri eski ölçütlerin dışında değerlendirmemizi zorunlu kılıyor.
Erdoğan’ın bu sözlerinin hemen öncesinde, üstelik Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’la basın toplantısında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Bunu kimse açıktan söylemiyor” diye ekleyerek AB ile üyelik müzakerelerinin, AB’nin kimlik politikalarından dolayı büyük bir Müslüman ülkeyi kendi içine alma rahassızlığından dolayı “donmuş” olduğunu söylemesi de önemlidir.
O nedenle yakından bakmak gerekiyor
Çağrının zamanlaması
Erdoğan’ın bu çıkışı 23 Şubat’ta Almanya’da yapılan seçimlerde sağın yükselişi, yabancı düşmanı ve ırkçı AfD’nin Alman parlamentosu Bundestag’ta ikinci büyük parti haline gelmesinin hemen ardından yaptı. Açıklamanın -katılıp katılmamak ayrı konu- önemli saptamalar içerisi bir süredir üzerinde çalışıldığı ve Alman seçimlerinin tahmin edilen sonucunun gerçekleşmesinin beklendiğini de gösteriyor. Erdoğan’ın yakınlarda, 17 Aralık 2024’te AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve 5 Şubat 2025’te Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ile Ankara’da görüştüğünü de hatırlayalım.
Zaten kendisi de “Steinmeier’in ülkemizi ziyareti bizim için anlamlıydı” diyerek sorunları Alman seçimlerine iki hafta kala “detaylıca istişare” ettiklerini söylüyor.
Avrupa Parlamentosunun Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor, T24’te Cansu Çamlıbel’e, “Brüksel’de, “Türkiye ile konuşulacak bir şey kalmadı” fikrinin yayıldığını öne sürüyor. Ama Von der Leyen’in Ankara’da göçün durdurulması için 1 milyar avro daha vadederken tutuklamalardan, davalardan tek kelime söz etmemesi bu iddiayı çürütüyor. Keza NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin Avrupa’nın Türk savunma sanayii ile işbirliğini önermesi de.
“Liberal demokrasi krizde”
Erdoğan’ın çağrısının Avrupa’da herhangi bir yankı bulup bulmayacağını şimdilik bir kenara bırakarak saptamalarına bakalım:
- “Göçmen karşıtı ve İslam düşmanı aşırı sağ hareketlerin Avrupa başta olmak üzere Batılı ülkelerdeki yükselişine bir süredir dikkat çekiyorduk. Son dönemde yapılan birçok seçimde maalesef endişelerimizin haklılığı ortaya çıktı. Aşırı sağ hareketler bugün Avrupa’da siyasetin belirleyici aktörleri hâline gelmiştir.
- “Geçtiğimiz yüzyılın albenisi en yüksek ideolojisi olan liberal demokrasi ciddi bir krize ve darboğaza girmiştir. Bir dönem tüm sorunların ilacı olarak gösterilen liberal demokrasi artık eski gücünü, eski itibarını ve etkisini yitirmiştir.
- “Hayat gibi siyaset de boşluk kabul etmez. Avrupa demokrasilerinde ortaya çıkan boşluğu son seçimlerde görüldüğü üzere aşırı sağcı demagoglar dolduruyor. Tabii bir de buna Batının 471 gün süren Gazze’deki soykırım karşısında takındığı ikircikli tavrı da eklemek gerekiyor. Yıllardır dünyaya örnek gösterilen Batılı değerlerin insanlık için ortak bir fayda hedefinin olmadığı özellikle bu süreçte tekrar anlaşılmıştır.”
Anlaşılmış mıdır? Emin değilim ama kötü bir sınav verildiği ortada.
AB’nin yaptırım gücü erirken
Bu tablo karşısında Türkiye için asıl önemli olanın “çıkarlarının korunması” ile “aşırı sağ gerçekliğinin” Avrupalı Türkler ve Müslümanlar açısından tehdit oluşturmaması olduğunu söyleyen Erdoğan’dan görünenin aksine AB ile ilişkilerin düzelmeye başladığını duyuyoruz:
- “Son döneme AB ile ilişkilerimizin eski ritmine kavuşmakta olmasını önemsiyoruz. Suriye’deki gelişmelerin yanı sıra, Ukrayna savaşı bağlamında yürütülen tartışmalar da Avrupa’nın Türkiye’ye olan ihtiyacını tekrar teyit ediyor.
- “Avrupa Birliği’ni ekonomiden savunmaya, siyasetten uluslararası itibara içine düştüğü çıkmazdan sadece Türkiye kurtarabilir. “Ekonomisi ve demografik yapısı hızla yaşlanan Avrupa’ya can suyu verecek olan da Türkiye’nin tam üyeliğidir. AB bu gerçeklerle ne kadar erken yüzleşirse, kendileri için o derece hayırlı olacaktır.”
İddialı sözler. Öte yandan AB 2004’te Türkiye’nin sırtına Kıbrıs hançeri saplamamış olsaydı, bugün Avrupa güvenliği de Türkiye’de liberal demokrasi ve ekonominin gelişimi de daha iyi durumda olacaktı. AB siyasi miyopluğuyla Türkiye üzerindeki yaptırım gücünü çoktan kaybetti. Ukrayna savaşı ve Trump’ın gelişiyle dünyada da kaybediyor.
Çelişkiler diz boyu
Batının İkinci Dünya Savaşı ardından kendi koyduğu liberal demokrasi ve hukuk ilkelerini kendisinin yerle bir ettiği bir dönemden geçtiğimiz bir gerçek. Bu saptama aslında Covid-19 salgını henüz Avrupa’yı vurmamışken Münih Güvenlik Konferansında “Westlessness-Batısızlık” kavramıyla yapılmıştı. Covid salgını korkunç bir eşitleyici işlevi gördü. Ardından ABD ve Batı Avrupa’nın Rusya’nın tehditlerini bile bile Ukrayna’yı savaşa itmesi, ABD’nin askeri gücü olmaksızın AB’nin kendi başına siyasi bir güç olamayacağını gösterdi.
Türkiye’ye ev ödevi olarak verilen Kopenhag Siyasi Kriterlerinin AB üyesi ülkeler tarafından her gün delik deşik edildiğine tanık oluyoruz. AB’nin Almanya, Fransa, İtalya gibi çekirdek ülkeleri Gazze faciasında değerler siyasetinin siyasi ve ideolojik çıkarlarla değiş tokuş edilebileceğinin acı örneklerini verdi. Trump ise bu yeni “güçlünün hukukunu” zitveye taşıdı. Türkiye’de Erdoğan Batı ile demokrasi ve hukuk devleti yönlerinden açılan makası, Batıya artan jeopolitik ağırlığıyla kapatmayı önererek aslında bundan farklı bir şey yapmıyor.
Olan ekonomik ve demokratik statüleri eriyen, seslerini duyurma hakları medya ve muhalefete baskılarla hasar gören halka oluyor.