

G7 üyesi ülke liderleri ve AB temsilcileri 15-17 Haziran’da Kanada’da toplantı. Trump toplantının açılışına katıldıktan sonra İsrail-İran krizi nedeniyle ayrıldı. Parçalanan bir dünyada hukukun yerini güç politikaları alıyor. Mücadale artık iyiler ve kötüler değil gerçekçiler ve romantikler arasında.
Uluslararası sistem yalnızca krizde değil—serbest düşüşte. Bir zamanlar uluslararası hukuk, çok taraflı kurumlar ve ortak normlara dayalı olan kurallı düzen, gözlerimizin önünde dağılmakta. Egemenlik, hukuk, insan hakları ve kolektif güvenlik gibi temel ilkeler, artık daha çok geçmişin hayaletleri gibi—yalnızca zirve bildirilerinde hatırlanıyor.
Yerine geçen şey ise çıplak güç ve stratejik caydırıcılık.
Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’da sınırları yeniden çiziyor. İsrail, Gazze’den İran’a uzanan geniş bir coğrafyada hedef gözetmeksizin operasyonlar yürütüyor. Çin, Tayvan üzerindeki baskısını artırıyor. ABD ise sözde “ölçülü güç” politikası izlerken, Arktikten Karayiplere kadar küresel etkisini derinleştiriyor.
Verilen mesaj net: uluslararası hukuk rafa kalktı, güç siyaseti yeniden sahnede.
Kurumlar zayıflıyor, güçlü adamlar yükseliyor
Diplomatik çağrılar, BM kararları ya da çatışmasızlık talepleri artık karşılık bulmuyor. Küresel yönetişim mekanizmaları—BM’den Dünya Ticaret Örgütüne (DTÖ) kadar—ya etkisizleşti ya da siyasi araçlara dönüştü. Bu boşluğu ise hesap vermeyen, karizmatik lider figürleri dolduruyor.
Washington’dan Pekin’e, Moskova’dan Tel Aviv’e kadar yeni nesil liderler artık uzlaşı değil, çatışma üzerinden yükseliyor. Ve kullandıkları araç seti de genişliyor: Ticaret, teknoloji, enerji, iklim ve gıda sistemleri stratejik silahlara dönüşmüş durumda.
İklim diplomasisi bile artık tarafsız değil. Ortak küresel sorun olarak başlayan bu mücadele, bugün stratejik nüfuz alanı ve tedarik zinciri silahı hâline geldi.
Evet, dünya çok kutupluluğa doğru evriliyor. Ama bu yapı henüz istikrar getirmiyor—çünkü kutuplar arasında bir düzenleyici mimari yok.
Bu koşullarda uluslararası sistem, ittifaklardan çok pazarlıklarla, kurumlardan çok geçici bloklaşmalarla yürüyor. Çin, Hindistan ve Rusya gibi yükselen güçlere sistem içinde hak ettikleri etki alanı tanınmadıkça, yeni şokların yaşanması kaçınılmaz. Bugünkü türbülans, rastlantı değil—yapısal dengesizliğin ürünü.
Türkiye bu tabloda nerede?
Türkiye, bu dönüşümün coğrafi, tarihsel ve stratejik merkezinde yer alıyor. Ancak köprü olmak artık yetmiyor. Ne doğuyla batı arasında mekik dokumak ne de tarafsız kalmak tek başına sürdürülebilir.
Türkiye’nin yapması gereken artık köprü değil, kendi mimarisini inşa eden bir aktör olmaktır.
Bunun için Türkiye acilen:
• Hukukun üstünlüğünü ve demokratik kurumları yeniden canlandırmalı
• Dayanıklı ve çeşitlendirilmiş bir ekonomi inşa etmeli
• Genç nüfusunu geleceğin becerileriyle donatmalı
• Çok yönlü ama ilkesel bir dış politika çizgisi benimsemeli
• Liyakat ve kurumsal kapasiteye dayalı kadrolarla yönetim mekanizmasını güçlendirmeli
• NATO’nun “yumuşak karnı” değil, stratejik akıl merkezi hâline gelmeli
Eğer bu dönüşüm sağlanabilirse, Türkiye;
• NATO içinde yalnızca güvenlik tüketicisi değil, güvenlik sağlayıcısı
• Türk dünyasında hegemonyacı olmayan öncü aktör
• Afrika’da adil yatırım ortağı
• Körfez ve Orta Asya’da enerji entegratörü
• Asya-Pasifik’te teknoloji ve yeşil kalkınma ortağı olabilir.
Ama bu roller, iyi niyetle değil; strateji, sabır ve siyasi cesaretle kazanılır.
Daralan bir pencere
Türkiye’nin küresel sistemdeki yeri yarın değil, bugün şekilleniyor. Stratejik muğlaklık artık sürdürülemez. Yeni dünya düzeninde ülkeler ya kural koyar ya da kurallara uymak zorunda kalır.
Türkiye, ya karar mekanizmalarında yer alacak—ya da başkalarının kararlarının nesnesi olacak.
Bu fırsatı yakalamak için Türkiye’nin içeride istikrarı ve dışarıda güvenilirliği inşa etmesi gerekiyor. Geçmişe saplanmadan, ideolojik reflekslerle değil; çıkar temelli gerçekçi angajmanla yol almak şart.
Bugünün rekabeti artık iyilerle kötüler arasında değil—romantiklerle realistler arasında.
Bu yeni çağda, oyunu gerçeklerle konuşanlar kuracak.
Ve Türkiye hâlâ o oyunun kurucularından biri olabilir—eğer anlatmakla yetinmeyip, harekete geçmeyi seçerse.