Aslında uzun vadede hiçbir çıkarı yok, ama o bunun farkında değil.
Artık yeni seçmen tabanına ulaşmayı bir yana bırakmış, dikkatini AK Parti’nin siyasi İslamcı çekirdeğini elde tutmaya vermiş görünen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, oturduğu koltuğun ilk sahibi ve Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e yapılan hakaret ve saldırılara, AK Parti’nin siyasi İslamcı tabanını yuvada tutma gayretine yardımcı olacağını düşünüyor olabilir. Mevcut koşullarda artık saftirik liberaller ve aymaz solculardan oy alabilme koşulları kalmış görünmüyor.
Belki Oğuzhan Asiltürk abisinin tavsiyeleriyle hiç değilse eldekini kaçırmamak için artık ne istiyorlarsa verme kıvamına girmiş olabilir; zamanında Fethullah Gülen’e de “Ne istediler de vermedik?” denmesi gibi. Halbuki ilk seçim için elde tutulan Ayasofya’nın daha tadilatı bitmeden apar topar cami olarak ibadete açılması da bu kesimi memnun etmek içindir, kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinden çıkılması da.
Oysa (İslami kesim demiyorum) siyasi İslamcı kesim taviz almaya doymaz. Tekfirciliğe hep yakın dururlar ve yakında istediklerini alamayacakları bir aşamada Erdoğan’ı da düşman ilan etmeleri ihtimalleri vardır. Erdoğan’ın çıkarı iktidarda kalmaksa, onların çıkarı önce Erdoğan’ı orada tutmak için dilim dilim istediklerini, sonra da iktidarı almaktır. Gülen örneği ortada.
Ayasofya’da Atatürk’e hakaret
Bunun son örneğini 28 Mayıs geçen Cuma günü Ayasofya’da gördük. Cumhurbaşkanı da orada, aralarında torunu Ömer Tayyip Erdoğan’ın da bulunduğu genç hafızlara icazet törenindeydi. Ayasofya baş imamı Mehmet Boynukalın, yeni Anayasa tartışmaları başladığında şeriat düzenine dönülmesi beyanı nedeniyle görevden uzaklaştırılmıştı. Genç hafızlara icazet verilmesi sırasında konuşan imam Mustafa Demirkan ise işi, ismini vermeden Atatürk’e lanet okumaya vardırdı. Şunları söyledi:
• “Ayasofya gibi mabetler, mabet olarak kalması için inşa edildi. Öyle bir zaman geldi ki bir asır gibi bir zaman içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze haline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kâfir kim olabilir? Yarabbi bir daha bu zihniyetin bu ümmetin başına gelmesini mukadder buyurma.”
Ayasofya’nın Hristiyan mabedi olarak inşa edildiği, Hz. Muhammed’in 570 yılındaki doğumundan ve 610 yılında Müslümanlığı tebliğe başlamasından önce, 537 yılında Patriklik Katedrali olarak hizmete girdiği gibi ayrıntılara girmeyeceğim. Zaten Demirkan’ın derdi Hristiyanlıkla değil. Derdi Atatürk ve Cumhuriyetle. Zaten bakın “milletin başına” değil, “ümmetin başına” gelmesinden söz ediyor. Cumhurbaşkanı, adı üstünde, cumhurun, milletin başkanıdır, ümmetin başı halifedir, özlemi de odur.
Bu arada Demirkan’ın, Erdoğan’ın Rize’nin Güneysu ilçesinde hemşerisi olduğunu da öğrendik. Güneysu’nun eski (ve ahali tarafından halen kullanılan) adı Potamya; Rumca’dan “Dereli” olarak da çevrilebilir. Potamya 1486’da yani Fatih Sultan Mehmet’in 1453’te İstanbul’u alıp Ayasofya’yı camiye çevirmesinden 33 yıl sonra Trabzon (Pontus) Rum İmparatorluğunda bir Rum köyü olarak kurulmuş. Fatih 1461’de Pontus’u Osmanlı İmparatorluğuna kattıktan sonra 1530’da Lazistan Vilayetine bağlanan Potamya’nın o tarihteki nüfusu 228 Hristiyan Rum ve 28 Müslümanlığa dönmüş Rum olarak kayda geçmiş. Atatürk 1924’te Tevhidi Tedrisat, yani eğitimin birliği yasasıyla medreseleri kaldırınca (ve Diyanet İşleri Balkanlığını kurunca) ilk ayaklanmalardan biri Potamya’da çıkmış. Ama asıl ayaklanma 1925’te kıyafet ve şapka reformu ilan edildiğinde patlamış; Hamidiye zırhlısının Rize açıklarına demirlemesiyle bastırıldığı biliniyor.
Demirkan’ın “Dinini ve kinini unutma” sözünün yaşayan kanıtı olduğu anlaşılıyor. Atatürk’e, cumhuriyete ve artık demokrasi ve eşit haklara da kinleri bitmiyor.
Demirkan’a AK Parti’den tek tepki, sözcü Ömer Çelik’ten, o da imamı ve olayı anmadan, Atatürk’ün Cumhuriyetimizin kurucusu olduğunu hatırlatması şeklinde geldi.
Dönüm noktası 2019 İstanbul oldu
Artık tamamen Erdoğan yönetimindeki AK Parti’nin 2019’da 10 büyük şehir belediyesini, ama özellikle de İstanbul’u CHP’ye, CHP-İYİ ittifakına kaybetmesi dönüm noktası oldu.
Birkaç tabu yıkıldı. Bunlardan birisi Erdoğan’ın yenilmezliği idi. Bir başkası, Erdoğan’ın kazanmayacağı seçime girmeyeceği iddiasıydı. Yine bir diğeri CHP’li belediyelerin iş başına gelince ayrımcılık, intikamcılık yapacağıydı. CHP’lilerin yönetim becerilerinin olmayacağı önyargısıydı.
İktidarın Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş ve diğer CHP’li belediyelere çıkardıkları engeller boşuna değil. Ama sanırım 2019 seçimlerinin en önemli sonuçlarından birisi de İstanbul, Ankara başta ülke büyüklüğünde büyükşehir belediye bütçelerinden İslamcı cemaat ve tarikatlara aktarılan (istihdam dahil) maddi kaynakların kesilmesi oldu. Bu çevrelerin Erdoğan’a destek/oy şantajı yapmaları da bu süreçte başladı. Artık Fethullahçılar yoktu ve Saadet gibi bir alternatif vardı. Devamında Erdoğan Asiltürk’le temas kurup eğilimi durdurma çabasına girdi.
Erdoğan’ın bu kesimi sürekli olarak hoş tutmaya çalışarak ekonomik sıkıntılardan AK Parti içindeki çatlakları Sedat Peker videolarıyla daha da görünür hale getirmesine dek ciddi sorunlarla başa çıkmaya çalışıyor.
Erdoğan mutlaka AK Parti tabanının tamamını Atatürk düşmanı olmadığını biliyordur. Erdoğan’ın Atatürk düşmanlığına göz yummakta uzun vadede çıkarı yok ama bunu görmek isteyip istemeyeceği tartışmalı.
Acaba Türkiye’nin Atatürk düşmanlığından çıkarı olup olmadığı konusunda AK Parti iktidarının müttefiki MHP lideri Devlet Bahçeli ne düşünüyor. Ben onu da merak ediyorum.