Erdoğan Bayraktar 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmalarının hedefindeki dört bakandan biriydi. Dosya yargıdaki Fethullahçıların kumpası olarak kapatılınca, yargılanmaktan kurtuldular. Ama Bayraktar yıllar sonra konuşmaya başladı. Artık vicdan azabından mı, yoksa başka bir siyasi ya da ticari hesap yüzünden mi olduğu da ortaya çıkar elbette. Ama son olarak Fikret Bila’ya bir savcının kendisine yönelik suçlamalara bakmasını, gerekirse Yüce Divan’da yargılanmaya da hazır olduğunu söylemiş.”
Türkiye’deki yolsuzluk suçlamalarına dair son tablo bu.
Şimdi bakalım yolsuzluk iddialarının sadece Türkiye’de mi olduğuna. Ve acaba oralarda da dosyaların kumpastır diye kapatılıp kapatılmadığına.
Alman emniyet güçleri 9 Eylül’de Almanya Maliye Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı binalarını bastı, arama yaptı ve savcılığın soruşturmak istediği belgelere el koydu. Savcılık kökü 2017’ye giden bir yolsuzluk operasyonu başlatmıştı. Bakanlıklarda yürütülen operasyon, Federal Gümrük İdaresine bağlı Mali İstihbarat Birimine yönelik kara para aklama işaretlerinin belli birikime erişmesi üzerine başlatılmıştı.
Seçim kumpası mı? Ya savcıya ne oldu?
İşin ilginç yanı, yolsuzluk operasyonunun 26 Eylül’deki seçimlere birkaç hafta kala başlatılmış olmasıydı. Her iki bakanlık da Başbakan Angela Merkel’in Hristiyan Demokrat Partisi’nin (CDU) koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD) yönetimindeydi. Ve operasyonun bir önceki gün sonuçlanan son kamuoyu araştırmalarında aynı zamanda SPD lideri olan Maliye Bakanı Olaf Scholz, CDU/CSU ittifakının dört puan önünde, birinci sırada çıkacak gibi görünüyordu.
Türkiye’de olsa bu yolsuzluk operasyonuna çok rahat “seçim kumpası” diyebilecek ve hiç yadırganmayacak olan Scholz, öyle yapmadı. Bakanlık tarafından yapılan açıklamada “tümüyle desteklemekteyiz” denildi. Yine SPD üyesi Adalet Bakanı Christine Lambrecht, soruşturmayı başlatan savcı hakkında soruşturma başlatmadı, görevden alıp yerine başka savcı atamadı. Soruşturma devam ediyor.
Yolsuzluk her ülkede oluyor. Hukuk devleti bunun hesabının sorulduğu devlete deniyor.
Bir başka örnek Fransa’dan
Almanya’daki baskından iki gün önce 7 Eylül’de Fransa Yargıtay’ı önemli bir karar aldı. Fransız çimento devi Lafarge’ın “insanlığa karşı işlenen suçlardan” da yargılanması gerektiğine hükmetti. Daha doğrusu Lafarge tarafından bu yönde yapılan itirazı reddetti.
Lafarge, Suriye iç savaşında, Suriye’deki fabrikalarının çalışmaya devam etmesi için IŞİD’e toplam 13 milyon avro haraç ödemekten mahkûm edilmişti. Fransız şirketi buna itiraz etmiş, Temyiz Mahkemesi de 2019’da Lafarge’ın terörizmin finansmanı, AB’nin Suriye’ye ambargosunu delmek ve başkalarının hayatını tehlikeye atmak suçlamalarından mahkumiyetini onaylarken insanlığa karşı işlenen suçlar kararını bozmuştu. Ama aralarında 11 şirket çalışanı ve bazı sivil toplum kuruluşlarının gayretiyle bu karar Yargıtay’a taşınmıştı; Yargıtay Fransa’nın marka şirketlerinden olup olmadığına bakmadan Lafarge’ı haksız buldu. Şirketin eski tepe yöneticileri de mahkûmiyet aldı.
Fransız Yargıtay’ı Lafarge’ın bu suçları 2011’de Suriye iç savaşının başlamasından IŞİD’in ödenen paralara rağmen Cebeliye’deki fabrikaya el koyduğu 2014 yılına dek işlediğine hükmetti. IŞİD’in Fransa’da bilinen en kanlı eylemi 15 Kasım 2015’te Paris’teki saldırılarda 8’i intihar saldırganı 140 kişinin öldürülüp 99’u ağır 300 kişinin yaralanmasıydı. Aynı yıl Lafarge, İsviçre’nin Holcim şirketiyle birleşme kararı aldı. Yargıtay kararının açıklanmasından kısa süre önce de ortaklık Holcim adını benimsedi; Lafarge artık ismen buharlaşmıştı ama dava ve soruşturma süreçleri devam ediyordu.
Yolsuzluk her yerde ama fark nerede?
Anadolu Ajansı Lafarge şirketi yetkililerinin IŞİD’le ilişkileri konusunda Fransız istihbarat servisleriyle de ilişki kurup bilgi paylaştıklarını gösteren belgeler yayınladı; yani en azından Fransız devletinin konudan habersiz olmadığı anlaşılıyordu.
Peki, bütün bunlar Fransa’nın bu marka şirketinin mahkûm edilmesine engel oldu mu?
Fransız hükümeti bunun bir milli güvenlik sorunu olduğunu, milli siyasi ve ekonomik çıkarların tehlikede olduğunu söyleyerek soruşturmayı durdurdu mu?
Soruşturmayı açan savcılar cezalandırdı mı, karar veren hâkimler kürsüden alındı mı?
Yazan gazeteciler teröristlikle, casuslukla suçlanıp hapse atıldı, pişman edilmeye çalışıldı, diğerlerine de göz dağı verildi mi?
Bu davaları, medyadaki iddiaları parlamentoya taşıyan muhalif siyasiler dış güçlerin uzantısı olmakla suçlandı mı?
Hayır mı?
Fark işte orada.
Şöyle düşünebiliriz. Ülkenin İçişleri Bakanı, Süleyman Soylu 17 Mayıs günü TV canlı yayınında Sedat Peker’in iddiaları konusunda suç duyurusunda bulundu savcıları göreve çağırdı. Bugün 10 Eylül, neredeyse 5 ay geçmiş, harekete geçen bir savcı duyduk mu bugüne dek?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yolsuzluk iddialarının açığa çıkmasıyla Ruhsar Pekcan’ı Ticaret Bakanlığından almak zorunda kaldı. Soruşturma açıldı mı?
Yolsuzluk soruşturması siyasi gerekçelerle kapatılan bir eski bakan, bu Bayraktar oluyor, dosyasının yeniden açılmasını, yargılanıp aklanmak istediğini söylüyor. Harekete geçen var mı?
Hukuk devleti mi dediniz? Onu işleten siyasi idadedir, siyasi irade değişmeden değişmez.
Fark işte orada.