Bu fotoğrafı 24 Aralık’ta İstanbul Kongre Merkezinde çektim. İYİ Partinin düzenlediği “Eşitlenen Türkiye” Kongresinin ikinci oturumu sürerken uzun süredir adını koyamaya çalıştığım bir olgunun gözümün önünde vücut bulduğunu görünce telefonumu cebimden çıkarıp kayda aldım Lütfen siz de bu fotoğrafa dikkatle bakın, siz de göreceksiniz. Ben kendi gördüklerimi paylaşayım, eksik kalanı siz tamamlarsınız.
İlk olarak Türkiye’de kendisini merkeze çekmeye çalışan bir sağ partinin aslında sol partilerin gündeminde olması beklenecek ekonomik ve sosyal eşitlik konusuna eğilmesine bakın bence. Birazdan ayrıntısıyla geleceğiz.
İkincisi hem yoksulluk hem kapsayıcılık panellerinde kadın konuşmacılara yer verilmesi oldu. Siyasete kadın eli değince içeriğin de yönteminde değişmeye başladığına da bakın bence.
Üçüncüsü, siz bu fotoğrafta göremediğiniz için bakın diyemeyeceğim ama Kongrenin oturum düzeni çok farklıydı. İlk defa protokolün ön sıralara değil arka bölmeye oturduğu, davetli ve izleyenlere ön sıraların ayrıldığı bir kongreye katıldım.
Ama sizden bu fotoğrafa lütfen “dikkatle bakın” dememin asıl nedeni başka. O da oturumdaki konuşmacıların duruşları.
Konuşmacılar ikiye ayrılır: bir kısmı dinler de
Oturumun konusu “Yoksulluk” idi. Oturumu, biraz önce gayet iyi çalışılmış bir yoksullaşma sunumu yapan İYİ Parti Kalkınma Politikaları Başkanı Prof. Dr. Ümit Özlale; sol başta oturuyor.
Yanında Hacer Foggo var, Derin Yoksulluk Ağı yönetiminden. Onun yanında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş oturuyor. En sağdaki de İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Fakültesinden Prof. Dr. Öner Günçavdı.
Fotoğrafı çekerken Günçavdı konuşuyor, kırdan kente göçün 1970’lerden bu yana değişen dinamiklerini ve bunun kent yoksulluğuna etkisini anlatıyordu.
Bu sırada Foggo ve Yavaş ne yapıyor? Sıranın kendilerine gelmesini bekleyip sabırsızlanmıyorlar. Defterlerini çıkarmış, Günçavdı’nın anlattıklarından çıkardıklarını yazıyorlar. Sadece kendi seslerinin duyulması değil demek ki dertleri. Başka söylenenleri de can kulağıyla dinleyip kendi projelerinde kullanmak üzere fikir üretiyorlar.
Konuşmacılar ikiye ayrılır. Büyük kısmı kendi söyleyeceklerinin duyulması için oradadır. Sırasını bekler, konuşur, gider. Bazılarıysa, Foggo ve Yavaş gibi sadece kendi sözünü söylemek için değil, dinlemek için de oradadır.
Dinlemeyi bilmek bahsine geleceğiz ama önce yarım bıraktığımız yoksullaşmaya dönelim.
“Yoksulluk kader olamaz, kader değildir”
Özlale yoksulluk sunumuna Cem Karaca’nın 1970 Türkiye’sini sarsan bu isyankâr şarkısının sözleriyle başladı. Şarkıdaki “Bir kilo et 80 lira, tadını unuttuk” sözlerini hatırlatıp “Bakın, kırk yıl sonra aynı noktadayız” diyerek Türkiye’nin bugün Avrupa’nın yarısı kadar et tüketebilen tablosundaki eşitsizliğe dikkat çekti.
Yoksulluk ne hükümetlerin sağladığı gıda, kömür yardımlarıyla giderilebiliyor ne de İYİ Parti lideri Meral Akşener’in söylediği üzere yardıma muhtaç bırakılanları “makarnacılar, kömürcüler” diye küçümsemekle. Özlale’nin TÜİK ve Türk-İş verilerine göre yaptığı analize göre, AK Parti döneminde bir siyaset yöntemi olarak uygulanan ayni yardımlar, tersine eşitsizliği tırmandırıyor, yardıma bağımlılık geliştiriyor.
Kovit-19 salgınıyla daha da artan eğitimde fırsat eşitsizliği gelecek endişesini artırıyor. Hacer Foggo, beslenme eksikliğine bağlı olarak her on çocuktan birinde bodurlaşma görüldüğünü söylüyor. Mansur Yavaş elinde 300 bin iş başvurusu olduğunu söylüyor. Sadece Ankara değil, Kongrenin Kapsayıcılık oturumunda konuşan CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da kent yoksulluğunun halk ekmek üretimiyle giderilemeyecek boyutlarda olduğunu anlatıyor. Özlale’nin tablosu gösteriyor.
Akşener ne yapmaya çalışıyor?
Meral Akşener’in yapmaya çalıştığı açık: merkez sağda şehirli, milliyetçi muhafazakâr ama laik ve Atatürk’e saygılı bir hareket oluşturmak. AK Parti’nin şehirli, eğitimli seçmen kitlesinde yol açtığı hayal kırıklığını iyi görüyor ve müttefiki CHP kendi içinde cumhurbaşkanı adayı kim olsun tartışmasıyla enerji harcarken etki alanını genişletmek.
Sorunları dinliyor ve hemen tutum alıyor. Örneğin gazeteci Lube Ayar, Foggo’nun yoksullukla mücadelede sivil toplumu anlatması ardından söz isteyerek, kendisinin ne yapabileceğini sordu. Oturum bitince Akşener soluğu Ayar’ın yanında aldı; “gelin çalışalım” teklifi götürdü. Aslında CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun siyasetinde 2017’den bu yana görülen değişim de sorunları kaynağında dinlemeye, önce dinleyip sonra konuşmaya başlamasından sonradır. Helalleşme kavramı bunun sonuçlarındandır.
Kapsayıcılık konusu da öyle. Oturumda, erkeklerde toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığı oluşturmak amacıyla kurulan Yanındayız Derneği Başkanı, iş insanı Nur Ger’e yer verilmesi dikkat çekiciydi. Yirmi küsur yılını kadın hakları mücadelesine vermiş Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü de davetliler arasındaydı. O da dinleyip not alan takımdan.
Hiç dinleyenle dinlemeyen bir olur mu?
Cumhurbaşkanı Erdoğan iktidara gelmesini ve ilk yıllardaki rakipsizliğini bir yerde halkın sorunlarını gerçekten dinleyip ona göre siyaset yapmasına borçlu olduğu halde artık sorunları kaynağından dinlemeyi bıraktı, iktidarını korumak amaçlı siyaset yapıyor.
Siyasi baskıları sonucu Doğan Grubundan Demirören Grubuna geçmeden önce Hürriyet Gazetesinin Yönetim Kurulu Başkanı olan Vuslat Doğan Sabancı, şimdilerde uluslararası bir vakıf kurdu; bu “can kulağıyla dinlemek” (Generous Listening) kavramı üzerinde çalışıyor. Belki bu konuda sadece estetik-kuramsal düzlemde çalışmakla yetinmeyip bu işi zaten fiilen yapanlarla birlikte çalışmayı deneyebilir, toplumsal fayda bakımından.
Süleyman Demirel 1980’lerde hem askeri rejime hem de ardından gelen Turgut Özal dönemiyle mücadelesinde “Konuşan Türkiye” sloganını üretmişti. Türkiye bugün de AK Parti iktidarında, yargının siyasallaşmasına bağlı ağır ifade özgürlüğü sorunları yaşıyor. Ama konuşabilmek başka, konuştuğunuzu duyurabilmek başka. Dinleyerek konuşmak bu nedenle önemli.
İşte bu yüzden dikkatle bakın istedim o fotoğrafa. Foggo ve Yavaş’ın elde defter kalem, öğrenci gibi Günçavdı’nın söylediklerini yazması o kadar değerli ki…
Gelecek sadece konuşan değil, dinleyerek, ders çıkararak, düzeltmeye çalışarak konuşanların olacak; şimdiye kadar olduğu gibi.